*Büyü Bozuldu;
Emirgan’daki yalı, Kozyatağı’ndaki köşk…Uludağ’da kayak tatili…Fettan kadın, masum aşkın katili…Kızıltoprak’ta yaşayan eski sevgili…Şişli’deki garsoniyer…Fransız Lokantası’ndaki garson Pierre…
Varsıl, babacan patron Hulusi’nin Puro-Lux sabun fabrikası…Dünyalar güzeli kızı şımarık Filiz, yoksul sevgilisi için fedakarlık harikası…Nedir bu böylesine bizleri oyalama işinin alamet-i farikası diye sorgularken; ne yazık ki billur köşk masalları gibi, Yeşilçam’ın gözdeleri de artık tarihe karıştı…Şimdilerde onların yaşandığı her yerde; AVM’ler, birbiriyle yükseklik yarışına girişmiş gökdelenler…
*Ustam;
Yağ satarım, bal satarım / Ustam öldü ben satarım…
Bu tekerlemedeki sözler geçer çocukluğumun oyunlarından birinde…Büyüdüğümdeyse; tekerlemedeki söylemin tersine çıraklar, yaşam acemileri ölüyor, ustam yaşıyor, üstelik de din bezirganlığı yapıyor…Din alıp, din satıyor…O da yetmez; Tanrı bile yediriyor halkına…
Ülkesindeki hayvancılık, besicilik gerileyince…Meralar, otlaklar talan edilince…Halkına Hintli’nin Tanrısı’nı yediriyor…Bir başka deyişle Hindista’nın kutsal ineklerini…
Çünkü siyaset, para; karışınca dine, imana…Tanrılar bile paraya dönüştürülür ve daha sonra kasaplara bölüştürülür… Açlıktan ölse de Hint fakiri; afiyet olsun sizlere yeni protein kaynağınız Hintli’nin Tanrısal kutsal inekleri…
Gerçi bize göre hava, hoş…Ama anlaşılan odur ki Hintli siyasetçinin de vicdanı, yüreği boş…Halkının kutsal saydığı ineği sürmüş pazara; halkı açlıktan girmekteymiş mezara…Ona ne gam ?...Kaçak inekler aracılığıyla paralar kasada tastamam…
*Masallar;
Birinden yağ, birinden bal akan çeşmeleri anlatan masallar da fos çıktı…Yoksa asparagas haberciliğin ilk örnekleri miydi masallar ?...
Değil mi ki yağlar kimyasal içerikli ve de kalp krizi promosyonlu margarin ve ballar da sahtekar arılardan…Çünkü çiçeklere konmak yerine, aspartan içerikli yapay şekerlerden arının beslenmesi, kustuğunda bu yediklerini bal da asparagas…
Ve kanser riski margarin aracılığıyla olduğu gibi; günümüzün arıcılığıyla da, arının balıyla da tas, tas insanlığa sunulmakta…
*Türk Mutfağı;
Çeşit, çeşni zengin, bol…Sen de dünya nimetlerinden yararlanacak bir kul…
Akıl, fikir; yemekte, yiyip, içmekte, midede… Önemi olan midenin doluluğu…
Durum böyle olunca; beynin doluluğu gözardı edilmiş olmalı… Oysa Batı’da işer tersine…Yemek çeşidi az, düşünce çeşidi bol…Bu denklemin çözümünü; değerli okur üşenme de sen bul !...
*Kadın ve Din;
Magdalı Meryem ya da dansöz Leyla Sayar…Yapıverdi mi kendine bir ayar; kutsal olan onu anında bağrına basar…
İster ol aşifte, ister ol yosma, oynak…Yeter ki olmasın sende şeytani tırnak ki elbette bir de kafa kaldıran, erkeğe karşı duran kişilik…Yalnızca erkeklerin kullanımına sunulmuş dişilik…Çünkü onlar kafası kopuk kadın seviyorlar; kafasız, beyinsiz, güdülecek koyun…Yok ille de kafa kaldıracağım derse kadın; baltayla koparılacaktır boyun…
Neylersin; binlerce yıldır böyle oynana gelmektedir bu kanlı oyun…
14 Şubat’da dans edecekmiş kadınlar sokakta…Avunacaklar entel, dantel kimlikleriyle…Çünkü sözler kurtarmadığı gibi, danslar da kurtarmayacak kadını…Sıradan kadın umarsız, giderek daha çok batakta…
*Kürk Mantosuz (M)adamlar;
Doğa’yı seviyoruz üzerine söylemler…Ve Doğa’nın doğurduğu çocuklarını da… Ve de en uzağımızdaki yabanından, en yakınımızda duranına değin Doğa’da varolan her türü, her canlıyı… Çünkü onların varlığı; varoluşumuzun güvencesi…Yaşamının sürdürülebilirliği için Doğa’daki türlerden birisi olan İNSAN; bunu çok iyi bilmeli ve onların da yaşamlarını sürdürmelerini gerçekten istemeli…Tek bir canlı türü yok olup, gitmemeli bu gezegenden diyerek…İşte bu gerçeği bile, bile…Özellikle de anlam veremiyorum nedense Doğa’nın çocuklarını canından sıyırıp, soymaya; tenine, kürküne bürünmek için…Kıymak, katletmek, katil olmak… Tüyleri, kürkleri için; devekuşuna, tavus kuşuna, timsaha, tilkiye, vaşaka, samura…Hele ki anasının karnındaki astragan için; hem anasına, hem de yavrusuna…
Bu canların soyup da derilerini/tüylerini/kürklerini ve bürünmek onlara… Acaba bu tutum ve davranış neyin göstergesi ?... Üstün saydığımız için onlardan kendimizi; Doğa’nın efendiliğinin mi?... Bir diğerimize kanıtlamak istediğimiz gücün, varsıllığın mı yoksa bastırılmış hayvansallığımızın mı dışa vurumu?... Hayvanların kürküne bürünmeğe özenmenin ardında yatan hayvansal içgüdüler mi gizli bu eylemlerde?...
Böyle tüylü postlara bürünüp, gösterişli bir durumu sergilediği sanrısı, yanılgısı hangi “uygar” insana yaraşır?...
Bizler kürk mantosuz olmalı (m)adamlar diye düşledikçe, düşündükçe ???…
Ve Sırrı Sakık;
Her gün bu ülkede onlarca kadın öldürülmekte…Bir kadın olarak değil de, özellikle NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE söyleminin anlamını, içeriğini özümsemiş bir Boşnak olarak desem ki;
- Onlar KADIN DEĞİL KÜRT…
Ne karşılık verir acaba bu sözlerime şu Sırrı Sakık ?...