"Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere.
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen...
Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
Ne olur terk etme yalnızlık çok acı
Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte
Sen...
Kadınım, kadınım, kadınım.
Hatırla o günü karşı ki sokakta
Seni öptüğümü ilk defa hayatta
Kollarımda benim ilkbahar sabahı
Sen...
Sönmüş bak ışıklar, ev nasıl karanlık
O ılık aydınlık yuvamız soğumuş
Geceler bitmiyor ağlıyorum artık
Sen...
Kadınım, kadınım, kadınım.
Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere.
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen...
Masamız köşede öylece duruyor
Bardaklar boşalmış her biri bir yerde
Sanki hepsi hasret senin nefesine
Sen...
Kadınım, kadınım, kadınım.
Bana bıraktığın bütün bu hayatın
Yaşanan aşkların değeri yok artık
Ben sensiz olamam artık anlıyorum
Sen...
Şimdi çok yalnızım
Ne olur kal benimle
O kapıyı kapat elini ver bana
Dışarıda yalnız üşüyorsun
Sen...
Kadınım, kadınım, kadınım."
Mehmet Teoman'ın yazdığı, Tanju Okan'ın o müthiş sesiyle efsaneleşmiş bu parçayı bin defa dinlesem, her seferinde hep aynı duyguları yaşar, aynı keyfi alırım.
"Harflerle dans" işte tam da böyle bir şeydir...
Satranç oynamak gibidir bir metni kaleme almak; üzerinde saatlerce hatta bazen günlerce çalışır, en ideal hale getirmek için uğraşırsın; hele hele güfte ya da şiir yazmak, edibin artık ermesiyle ulaşılabilecek bir mertebedir bu âlemde.
Hoş, bizim memlekette herkes biraz şiir yazar, kendini şair sanır lakin, Mehmet Teoman gibi hayat ve bilgeliğin imbiğinden geçmiş insanların dizeleri bin yaşarken, diğerleri kül olup gider.
Tarabya Oteli'nde çalışırken Tanju Okan, hatırladığım kadarıyla oturup bir akşam içiyorlar birlikte...
İkisi de "kadınlarından" dertli hepimiz gibi o sıra...
Ve o gece Mehmet Teoman'ın adeta korteksinden süzülüyor kelimeler:
"Sen, kadınım...
Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere.
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen..."
Ve sabaha karşı oradan kalkıp, hemen stüdyoya gidiyorlar...
Serge Reggiani'nin T'as L'air D'une Chanson adlı şarkısının bestesine uyarladıkları güfteyi, "Kadınım'ı" okuyor Tanju Okan...
Ve bir efsane çıkıyor o gün ortaya...
Mehmet Teoman'ın sonraki yıllarda "sihirli sözcükleriyle" kimleri meşhur ettiğini, kimlerin hayatlarına dokunduğunu İnternet'ten kolayca öğrenebilirsiniz...
Şimdilerde Ege'de doğa ve deniz fotoğrafları çekiyor bu mübarek adam; selam ve sevgi buradan O'na...
Kayıhan Pala, Erkek Lisesi'nden okul arkadaşımdır; severim kendisini...
Artık bir hayli büyüyüp profesör de olduğuna göre kızmaz bana her halde?!.
Lakabı "İmpala'ydı" Kayıhan'ın mektepte.
Heykel'de, Kafkas Pastanesi'nin yanından kalkıp, Teleferiğe yolcu taşıyan dolmuşlar vardı o yıllarda...
Kontakları kapatıldığı vakit diğer otomobiller gibi direksiyonları kitlenmezdi; şoför dönüşte bayır aşağı inerken aracı stop ettirir, böylece yakıt maliyetini yarı yarıya azaltırdı.
Chevrolet'nin üretip, Afrika'nın doğusu ve güneyinde yaşayan bir antilop türü olan İmpala'nın adını koyduğu, oldukça geniş hacimli otomobillerdi bunlar.
Kayıhan da biraz irice ve geniş bir bedene sahip olduğu için bizim okulun muzip ve yaratıcı öğrencilerinden biri bu adı koymuş O'na:
"İmpala Kayıhan"
Muhtemelen kızı Bilgesu bunu bilmez.
Fakat öğrendi şimdi benden.
Bilgesu'nun bilmediği daha pek çok şey var.
Önce haddini bileceksin!
Şarkıcı olmaya heveslenmiş kızımız...
Ses kötü, renksiz...
Şan eğitimi de almamış...
Hançeresinde de bi numara yok...
"Yanamam" isimli şu parçayı seslendirmiş Bilgesu ve bir klip çektirmiş:
"Kaldığın kadar gitmeyi de bileceksin
Yoksa
Olmadığında elbet tükeneceksin
Ya da
Nasıl olduğunu anlamadan harcanıp gideceksin
Ama
İnan bana değmez, değmez
(Ne diyo şu ana kadar şarkı anlayabildiniz mi?)
Durma sakın orda yarın olmaz
Kaç kurtul karanlıktan
Kızma bırak yansın, yanıp dursun
Her köşesinden
(Niye yanıyo herif? Noldu? Ne geçti aranızda da kıyıyon sen bu çocuğa? Nasıl bir aşk bu? Acı kahvenin bile kırk yıl hatırı vardır kızım! Nasıl bir öfke biriktirmişsin sen böyle! "Köşe" ne demek bir de? Kaç köşesi var bu adamın? Hasılı, Türkçe de berbat! Diplerde geziyor doğrusu...)
Kalamam kalamam kalamam daha
Yanamam yanamam bu yangında
Her şeyi biliyordum ama
Ben sana gelmiştim
(Zaten kalma bence de... Eve git sen.)
Saramam saramam saramam başa
Yanamam yanamam bu yangınla
Ateşinde kül olsan bile
Senden vazgeçerim
(Oldu peki...)
Yan
Yine de senden vazgeçerim
Kaldığın kadar gitmeyi de bileceksin
Yoksa
Olmadığında elbet tükeneceksin
Ya da
Nasıl olduğunu anlamadan harcanıp gideceksin
Ama
İnan bana değmez, değmez
(Ee madem ki değmeyecekti, niye yapıştın oğlana? Git sen, eve git, çay pişir kendine.)
Durma sakın orda yarın olmaz
Kaç kurtul karanlıktan
Kızma bırak yansın, yanıp dursun
Her köşesinden
(Valla bence oğlan senden kurtulduğuna çok sevinmiştir. Öyle yandığına filan da hiç ihtimal vermiyorum. Bodrum'da manitasıyla geziyodur şimdi!.. Asıl yanan sensin kanımca, baksana şarkılara vurmuşsun kendini kızım!..)
Kalamam kalamam kalamam daha
Yanamam yanamam bu yangında
Her şeyi biliyordum ama
Ben sana gelmiştim
(Tamam, geldin. Onu anladık. Oturaydın az daha! Belki karpuz keserdi çocuk!..)
Saramam saramam saramam başa
Yanamam yanamam bu yangınla
Ateşinde kül olsan bile
Senden vazgeçerim
................
Ne diyim?
Yeni neslin aşkları da çok sığ ve sıradan sevgili okur...
Hatta ben birbirlerini sevdiklerine bile inanmıyorum artık!
Klibin masrafını da muhtemelen Kayıhan cebinden karşıladı.
Bence daha fazla ileri gitme Kayıhan...
Gerçekleşmeyecek bir heves uğruna paraları kaptırırsın bu alemdeki çakallara!
Senin kızdan "müzik" adına bi cacık olmaz!
Baksın işine evladın.
Çekilen video ve senaryosu da berbat!
Ne o öyle karların arasında hem yangın sözde, hem de insanın içini üşüten don?!.
Kapat, kapat, kapat!..
Geçen gün memlekette kendini "solcu" sanan ne kadar soluk ahali varsa İznik'in, Müşküle Köyü'ne Nazım Hikmet'i anmaya gitmiş...
Köyün eski muhtarı Fevzi Kavuk hayatında bir kere Nazım Hikmet'i görmüş değil, Nazım Hikmet de onu elbette...
Aynı köyden İsmail Başaran Şair'le birlikte Bursa Cezaevi'nde hapis yatıyor.
Çıkınca da köylüsü Fevzi'ye materyalist felsefeyi anlatıyor.
Orada asıl anılması gereken kişi İsmail Başaran'dır bana göre...
Fevzi de Nazım Hikmet'in cesedinden geriye kalanların getirilmesi için bir çınar dikince köye, Müşküle artık solcuların kâbesi oluyor...
Dön baba dönelim!
Absürt!
Lakin orada en absürt kişi CHP'nin Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal...
Bir köy ağası olabilecek kadar zengin, HDP sevici Orhan, Müşküle'de yaptığı solumsu konuşmada kapitalizmi filan eleştirmiş...
Ee bu güne kadar armut bahçelerinde çalışan marabanın yüz lira olan yevmiyesine bir elli lira daha katıp vermiş mi madem bi sorun bakalım?
Ya bunların hiç biri samimi değil!
Köylülerse her sene yaptıkları etkinlikte yanlarına bile gelmiyor!
Müşküle halkının kalbini, beynini bile kazanamayan bir solumsunun bu memlekete ne hayrı olacak Allah aşkına?
Kendi kendilerine nutuklar atıp, şiirler filan okumuşlar o gün.
Yaptıkları tek şey mastır, hepsi o kadar!
Bunlarda inanç filan da yok.
Nazım Hikmet bile inanarak yazıyordu, Mehmet Teoman gibi harflerle dans ederek kaleme alıyordu dizelerini:
"onlar ümidin düşmanıdır sevgilim
akar suyun
meyve çağında ağacın
serpilip gelişen hayatın düşmanı
Bursa'da havlucu Receb'e
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan'a düşman
fakir köylü Hatçe kadına
ırgat Süleyman'a düşman
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim onlar vatana düşman..
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına
çürüyen diş, dökülen et
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler
ve elbette ki sevgilim elbet
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet!"
Nazım Hikmet'i zindanlara atan da CHP'dir bu arada, haberiniz var mı?
İnsanların bunu unutması da ne kadar absürt değil mi?