Yazarlar

Ana gibi yar, Bursa gibi diyar olmaz

post-img
Yendi gene beni. “Oğlum sen de aşkta kazanacaksın” deyip sıkıştırdı tavlayı koltuğumun altına. Daha bıldır yıl alıp evine İnternet de bağlatarak masasına laptop koyduğum gün dün gibi aklımda. Hatun hayatı boyunca bir kez dahi daktilo bile kullanmamış ancak, sadece yarım saat kadar benden aldığı ön bilgiler sonucu Facebook’un “tavla” uygulamasında aylardan beri bir“fenomen”. Ben fakirin var sadece 17 bin 500 puanı, onun var 200 küsur milyon puanı! İnternette ütüldüğüm vakit bunalınca “acık bana da yolla puan bakalım” diyorum, “para iste vereyim fakat puan isteme benden, buz gibi soğurum senden” yanıtını veriyor! Pek kıymetli puancıkları. Birazını bile kaybettiği vakit geceleri gözüne uyku girmiyor. Bazen Yeşil Türbe’nin arka tarafındaki çayhanelerden birinde oturup tavla oynuyoruz validemle, zaman zaman bize kız kardeşim de katılıyor ancak, onu sık sık yeniyorum çatır çatır, gelin görün ki anasını yenemiyorum bir türlü! “Hadi” dedim, “iftarı bu akşam hep birlikte üçümüz yapalım” ve “gideceğimiz mekana arabayla değil, yavaş yavaş yürüyerek varalım.” Allah herkesinkine sağlık ve uzun ömür versin, oruçlu olmasına rağmen onca yolu yürüdü ancak, tık demedi güzel annem. Bursa’mı çok severim. Cadde ve sokaklarında yürümekten de her zaman çok büyük keyif alırım. Tavlaya oturup da o çile dolu yenilgi anlarını yaşamadan önce validem Yeşil Camii’nde ikindi namazını kılarken ben de o muhteşem mekanı bir kez daha gezip, barındırdığı güzelliklerleruhumu besleyeyim istedim. Pencere kenarlıkları ve giriş kapısını süsleyen o inanılmaz güzellikteki ince işli mermer oymalara bakarak saatlerce hiç sıkılmadan vakit geçirebilir insan. İçeri girer girmez sizi sersemleten üzerleri altın sırmalarla işli turkuaz renkli çinilerin şaheser derecedeki güzellikleriyle artık kendinizden geçip mest olmuşsunuz demektir. Dünyada kendine özgü rengi olan tek millet biziz, bunu biliyor muydunuz? Turkuaz “Türk rengi, Türk’e özgü” demektir. Fransızcada “Türk” kelimesinin söylenişinden türetilmiş, sonra bütün dillere “turkuaz” olarak geçmiştir Yeşile çalan açık mavi bir renktir. Tan ağarmaya başladığında gök yüzünde yakalarsınız bu rengi, ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra da yerini artık sadece maviye bırakır. İnsanları rahatlatır, sakinleştirir. Tıpta psikiyatri hastalarının tedavisi için de kullanılmıştır turkuaz. Osmanlıda, İznik çini ustalarının gözdesidir. Günümüzde “Yeşil Camii” olarak bilinen o muhteşem yapıda kullanılan çinilerin rengi “yeşil”değil, maviyle yeşilin bir karışımı olan “turkuazdır” aslında. Bir belediye şirketi olan Burulaş veya Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde “ruhu zengin biri” ya da birileri var şimdiye dek hiç tanışmadığım. İlkin Şehreküstü metro istasyonunun bezenmesiyle başladı her şey. Sonra şehrin çeşitli bölgelerine de dokunmaya başladı o sihirli el. Heykel’deki alt geçitte, Fomara Meydanı’ndan aşağıya doğru inerken sağdaki otoparkın duvarında ya da Çekirge Meydanı’na varmadan hemen önce soldaki duvarda gösterdi hünerlerini. Sözünü ettiğim şey kırık ya da bütün olarak duvarlara yapılan “çini” uygulamalarıydı. Nereden bilebilirdim ki tavlada uğrayacağım o malum hezimet ve bozgun anını yaşamak üzere Yeşil Tüneli’nden taksiyle geçerken başıma az sonra gelecekleri? Tünelin duvarlarını da muhteşem bir çini uygulamasıyla çok güzel hale getirmiş Bursa Büyükşehir Belediyesi’ndeki o gizemli sihirli el. “Çintemani” nedir bilir misiniz? “Çintemani” sadece bir Osmanlı motifi değildir aslında, içinde çok güçlü anlamlar barındıran çok özel bir semboldür. Üç daire ve dıştan içe hilaller çizilerek oluşturulur, iç içe olan toplam üç gözden ibaret bu simge. Üçü de ayrı ayrı "gönül gözü, akıl gözü ve dünya gözünü" simgeler. Hiç biri diğerlerine müdahale etmeyen bu gözler, “uyum içinde hayata bakabilmeyi”  tembihler gibidir insanoğluna. Yeşil’deki tünelin duvarları arasından geçerken artık resmen içiniz açılıyor. Bunlar kenti güzelleştiren ama bunu yaparken de Bursa’nın ruhundan uzaklaşmayan güzel uygulamalar. Takdir ve teşekkür ediyorum. Ne kadar şanslı bir milletiz biliyor musunuz? Heykel’deki belediye pazarından geçerken hep şükrederim. Orada sergilenen meyve sebzelerin bolluğu ve zenginliği hep güçlü bir “şükür duygusu”hissettirir benliğime. Bu imkanlara sahip olamayan, oradakilerin hiç birini bulamayan o kadar çok insan yaşıyor ki dünyada. Ve ne mutlu ki bize çok güçlü bir ordumuz ve çok güçlü bir devlet geleneğimiz var. Bakın Suriye’nin, Irak’ın haline? Bir fiskeyle darmadağın olup gittiler, milyonlarca insanları öldü, halkları paramparça dünyanın dört bucağına dağıldı, kaçanlar ya dileniyor, ya çöpten topladıkları yiyeceklerle hayata tutunmaya çalışıyor, ya da Ege Denizi’nde sığınmacı olarak ilerlerken onları taşıyan plastik botların batması sonucu çoluk çocuk can çekişerek boğulup gidiyorlar. Sürekli pesimist ve her şeyden şikayetçi olmayın sakın! Sahibi bulunduğumuz değerlerin kıymetini bilin. Almira Otel’in terasındaki havuz başını eskiden beri çok severim. Müthiş bir Bursa manzarası ve hemen yanıbaşınızdaki suyun ışıklandırılmış mavi rengi derin bir huzur duygusu yaratır insanda. Oradan yer ayırtmıştım üçümüz için. Ve her zaman olduğu gibi Almira’nın ünlü mutfağına diyecek hiçbir şey yoktu doğrusu. Ve fakat kızılcıklı, kıymalı tarhana çorbasıyla, kuzu tarağını tatmayı her faniye ısrarla öneririm. Yine yeni neslin hiç bilmediği eski Osmanlı içeceklerinden demirhindi şerbetiyle, safranlı kayısı kompostodan içmeden bu dünyadan ayrılanlar bilsinler ki çok şey kaçırdılar. Oradan çıkışta biraz yediklerini hazmetsinler diye yan taraftaki Merinos Parkı’na dolaşmaya götürdüm bizim ana-kızı. Validem yolu hiç düşmediği için orayı daha önce hiç görmemiş. Sanırsınız ki demiryolu altı boşalmış, kilimini yaygısını kapan oraya gelmiş. Hem bir kocaman sahne kurmuş Recep Altepe oraya, hem de çimenlerin üzerine seyyar bir cami. Hediyelik eşyaların satıldığı sıra sıra seyyar dükkanların önü fıkır fıkır insan kaynıyor. Halkımız pek mutlu. Desek ki eskiden olduğu gibi şimdi de yine “orayı panayıra çevirmişler” diye ama ne fayda,insanlarımız tam da bunu istiyor. Hacı Cav Cav’la gülecek, çocuğuna oradaki dükkanlardan 5 liralık tişörtü alıp giydirecek, yayıldığı çimenlerin üzerinde iftarını da yaptıktan sonra yan tarafa kurulan sahra camisine gidip, teravi namazını da kılacak.  Ne konuşup duruyoruz ki boşuna biz burada?!. Öte yandan hükümetin sembolik olsun diye sadece 1 lira bedelle Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne hediye ettiği o muhteşem, kocaman eski Merinos fabrikası alanını kendini solcu sanan DSP’li Erdoğan Bilenser “bizim burayı yapacak paramız yok” diye Ankara’ya iade etmemiş miydi Allah aşkına? Verme la, bi dursun, sen beceremiyorsan başkası gelip yapar, niye bir de geri veriyorsun ki orayı?!. Ee bakın bunlar yaptılar? Rahmetli Hikmet Şahin onca yıpratma faaliyetine rağmen kongre ve sergi salonlarıyla birlikte tamamlayıp bitirmedi mi Merinos Parkı’nı? Şimdilerde üstelik de yıllardan beri on binlerce insan orada soluklanıp ağaçların altında dinleniyor. Işıl ışıl, cıvıl cıvıldı Merinos. Her ne kadar kıymetli validem “oğlum sen de aşkta kazanacaksın” diyerek moral vermeye çalışsa da bu güne kadar yaşayarak öğrendiklerim bana net olarak gösterdi ki, “ana gibi yar, Bursa gibi diyar olmaz!..” Dünyanın en şanslı insanları analarının dizinin dibinde huzur ve sevgi bulanlardır. Bütün analara sağlıklı bir uzun ömür diliyor, evlatlarına da “onların kıymetini iyi bilin, sevindirip mutlu etmek için tavlada arada bir işte böyle mahsusçuktan yeniliverin ” diyorum!

Diğer Haberler