Yazarlar

Anılar

post-img
Hatay, Serinyol'da askerim... Birliğimiz er eğitim alayı... Yurdun dört bir yanından gelen acemi erat orada eğitilip birliklerine gönderiliyor... Aylardan Ramazan... Bizim bölükteki dombili Yaşar astsubay sabah oruçlu geliyor kışlaya, saat 10'a doğru acıkıp niyetinden yine vazgeçerek yazıcılardan birini peynirli poğaça almaya gönderiyor! Sonra da su bardağına doldurttuğu duble çayını höpürdete höpürdete içerek indiriyor mideye ikisini birden. Her seferinde gülmekten ölüyorum adama! Yürüyüş mesafesinde 1 kilometre uzakta Serinyol Kasabası var... "Şöyle bir oraya doğru yürüyüp geleyim" diyorum içimden vakit geçsin diye... Tam yemekhanenin önünden geçerken O'nunla karşılaşıyorum... Olabilecek en küçük beden asker elbisesini vermişler, onun bile içinde kaybolup gitmiş... Zayıf, çelimsiz, kısa boylu, çilli, kırmızı saçlı acemi bir oğlan... "Napıyon len" diyorum, "Eyiyim ağabey" diye yanıtlıyor... -Nerelisin sen? "Kütahya'nın, Hisarcık Kasabası'ndan." Bakıyorum haline, garibana benziyor... Param da bitmiş hani... Cebimde sadece son bir 20 lira var... Çıkarıp uzatıyorum çocuğa... "Sağol ağabey" diyor... Sonra palaskasını açıp, pantolonunun düğmelerini çözmeye başlıyor... Ne yaptığını anlamaya çalışıp, şaşkın gözlerle izliyorum oğlanı... Belli ki anası kuşaklı bir cep dikip, bağlamış beline, parası pulu çalınmasın diye... Sağ elini onun içine atıyor ve bir tomar kağıt para çıkarıyor! "Hastiir" diyorum içimden! Koca bir deste para... Yani mesela bu gün en büyük banknot 200 lira; o gün en büyük olanlar destenin dış kısmına yerleştirilmiş özenle, sonra da en küçüğe doğru sıralanmış... Benim 20'liği alıyor, ortalarda bir bölgeye yerleştiriyor Halit. Yenisi gelene kadar kaldık parasız anasını satayım! O vakte dek artık sabahları ne poğaça alabileceğim ne de akşamları yapılıp erata satılan Adana dürüm... Olsun, n'apalım? Donlarını topladıktan sora şaşkın gözlerle yüzüme bakıyor Halit... "Bak" diyorum, "başına bir iş gelip de dara girersen eğer beni bul"... "Tamam ağabey" diye yanıtlıyor, Rüştü Asyalı'nın Keloğlan filmindeki sesiyle... Sonra zaman zaman yanıma geliyor... Askerliği bittikten sonra da aramayı sürdürüyor Halit... Arada bir telefon edip, hal hatır soruyor... Aradan yıllar geçiyor... Bir gün telefonum çalıyor yine... Karşımda Halit'in ağabeyi var... "Kardeşim" diyor, "ölüm döşeğinde, son bir arzusu var, o da sizinle konuşmak"!.. Meğerse kas erimesi hastalığı varmış çocuğun... Biraz sonra tekrar çalıyor telefon... Bu kez karşımda Halit var... "Bak" diyorum, "ben de geleceğim Hisarcık'a... Kocasu'ya gidip balık tutarız beraber... Hem sonra sen de Bursa'ya gelir, misafirim olursun..." "İnşallah ağabey" diyor cılız bir sesle... Aradan on gün kadar geçiyor... Abisi yine arıyor beni... "Halit öldü" diyor. Ne çok insan bırakıyoruz geride, ne çok yaşanmışlıklar... Ve her geçen gün yalnızlığın, yalnızlaşmanın koynunda debelenip duruyoruz öylece, onca kalabalıklara rağmen.

Diğer Haberler