Bizim Onur oyuna katıldığından bu yana zaman zaman Star Televizyonu’nunda başlayan Big Brother isimli yarışmaya arada bir ben de bakıyorum akşamları.
Geçen de sizlerden ricacı olmuştum, “bir mesajcık olsun atıverin” diye hatırladınız mı?
Hani, Osmangazi Belediye Meclisi eski üyelerinden Bülent Aydemir’in oğlu Onur Aydemir vardı ya?
Sağ olunuz, var olunuz, mesaj barajına takılmadı oğlan, ardındaki katılımcıdan yüzde 4 daha fazla mesaj alarak, iyi yüreğinin ve şansının da yardımıyla yarışmada kalmayı başardı.
Daha önce de bahsettiğim gibi yeni başlayan yapımlardan Muhteşem Yüzyıl Kösem de ilgi alanımda.
Dün gece İnternet’ten 3’ncü bölümünü izledim dizinin.
Tüm telkinlere rağmen saray entrikası sonucu haremi basmaktan bir türlü vaz geçmeyen yeniçeri ve sipahi askerleri tam Babüsselam’dan içeriye doğru harekete geçeceklerden avluya elinde asasıyla biri girer.
Askerlere nasihat ederek onları bir dakikada kararlarından vaz geçiren bu esrarengiz adam daha sonra yine ağır adımlarla uzaklaşıp ayrılır Topkapı’dan.
İsyan girişimini korku içinde sarayın penceresinden izleyen Padişah Sultan 1’nci Ahmet sorar “kim bu adam” diye?
En yakın adamından yanıt gelir:
“Aziz Mahmut Hüdai Hazretleri.”
Bu gün sizi yine Bursa sokaklarında dolaştırıp, biraz da tasavvuf ehli arasına sokayım, ne dersiniz?
Anadolu’da yetişen büyük velilerden biridir Mahmut Hüdai.
Celveti Tarikatı’nın da kurucusudur.
Mahmut Hüdai 33 yaşındayken hocası Nazırzade’yle birlikte kentimize yani, Bursa’ya geliyor.
Burada 3 sene Ferhadiye Medresesi’nde müderrislik yaptıktan sonra hocası vefat edince onun yerine kadılığa getiriliyor.
Bu arada, Yıldırım İlçesi'mizde, İncirli Caddesi üzerinde, Yıldırım Beyazıt'ın hazinedarı ve sonra veziri olan Ferhat Paşa tarafından yaptırılan Ferhadiye Medresesi bu gün ne yazık ki ayakta değil.
İşte ne oluyorsa Aziz Mahmut Hüdai Bursa’da kadılığa başladıktan sonra oluyor ve her şey o sırada başlıyor.
Bir gün rüyasında Cehennemi görüyor Hüdai.
Ve orada yanmakta olan tanıdığı bazı insanları.
İşte bu rüyasının etkisinde uyandığı ertesi gün bir kadın geliyor makamına ve kocasının kendisini boşadığı halde evine girmeye çalıştığı için şikayetçi oluyor.
Fakir bir insanmış bu adam ama en büyük arzusu da hacca gitmekmiş.
Çok istemesine rağmen de yıllar yılı bir türlü gidememiş.
Kendi kendisine teşvik olsun diye para biriktirebilmek için senenin başında bir gün karısına demiş ki, “hanım, eğer bu yıl da gidemezsem seni 3 talakla boşuyorum haberin olsun”!..
Kadın çaresiz, ne yapsın, söz ağızdan çıkmış bir kere.
Üç talakın İslamiyet’te çaresi yokmuş!
Aradan günler, aylar geçmiş, hac için hazırlanan kafileler çoktan yola çıkmışlar bile.
Adam kalmış Bursa’da.
Ancak hem yine hem gidememenin üzüntüsü, hem de gidemezse karısını 3 talakla boşamış sayılacağının çaresizliği içinde perişan bir vaziyetteymiş.
Bunun üzerine yine türbe ve dergahı Bursa’da bulunan Üftade Hazretleri’ne baş vurup çare aramış.
Üftade’deyse “git sen bizim Eskici Mehmet Dede’ye selamımızı söyle, gerekeni yapsın” demiş.
Eskici Mehmet Dede’nin imareti Tahtakale Meydanı’ndan, Pınarbaşı’na doğru çıkarken solda, Helvacı Bacı’nın biraz üst tarafındadır.
Recep Altepe Osmangazi Belediye Başkanı’yken oraları da restore ettirip yok olmaktan kurtardı sağ olsun.
Aş evinde artık yoksullara yemek çıkarılıyor.
Bahsettiğim fakir, Üftade Hazretleri’nin yanından sevinçle bu Eskici Mehmet Dede’ye koşmuş.
Dede adamı kuytu bir yere çekerek “kapa gözlerini, ben demeden de sakın açma” demiş.
Aç deyince bir de bakmış ki birlikte Mekke’deler!
O yıllarda öyle uçak, tren filan yok.
Kafileler hicaza varmak için aylar öncesinden bulabildikleri deve at ve eşeklerle çıkıp gidiyorlar yollarına.
O gün de tam Kurban Bayramı arifesiymiş.
Hacı adayları Arafat’a çıkıp, vakfeye de durmuş haldelermiş.
Bursalı fakir de Eskici Mehmet Dede’yle birlikte ihram kuşanıp, Arafat’a çıkmış.
Ertesi gün de Kabe’yi tavaf ederek, gezilecek yerleri de dolaştıktan sonra Bursalı hacı kafilesiyle karşılaşmışlar.
Adamın nasıl geldiğini hiç anlayamasalar da sevinmiş konu komşusu.
Aldığı ufak tefek hediyelerden ağır olanlarını getirmeleri için arkadaşlarına emanet eden, karısı için de yanına sadece taşıyabileceği bir şeyler alan adam aynı yolla, Mehmet Dede’yle birlikte gözünü kapatıp açarak Bursa’ya dönmüş.
Hiç haber vermeden birkaç günden beri ortalıktan yok olan adama çıkışmış karısı:
“Sen hangi yüzle bana bana hem ‘hacca gittim’ diye yalan söyleyip, hem de oradan sana hediye getirdim diyebiliyorsun be adam?!. Üç günde Oraya mı gidilir? Üstelik sen beni artık boşamış sayılıyorsun. Bu yıl hac görevinin süresi bitti ve ben de senden boş oldum!.. Var git yoluna.”
Ne söylediyse inandıramamış adam karısını.
İşte Kadı Aziz Mahmut Hüdai’ye, “evine zorla girmek isteyen kocasını şikayet etmek için” giden bu kadınmış.
Kadı adamı çağırıp sormuş.
Yeminler etmiş adam, “bana inanmıyorsanız Eskici Mehmet Dede’ye ve bir-iki aya kadar geri dönecek olan hacı kafilesine sorun” demiş.
Eskici Mehmet Efendi’yi de dinlemiş Mahmut Hüdai.
O da “kendisine şüpheli gözlerle bakan kadıyı, “Allah’ın isyankarı Şeytan bile dilediği anda dünyanın bir ucundan öte yakasına gidebiliyorken, bir veli niye gidemesin ey efendi” diye yanıtlamış?!.
Anlatılanlar inanılır gibi değilmiş ama Kadı yine de karar vermek için hacıların dönmesini beklemiş.
Ve dönmüş hacılar.
Her biri “kadının kocasını Mekke’de gördüklerine dair Kuran üzerine yeminler edip, emanet hediyelerini de göstermişler” kadıya.
Dehşete kapılmış Sultan Ahmet’i dizi filmde ölümden kurtaran Aziz Mahmut Hüdai!..
Derhal Eskici Mehmet Dede’nin yanına koşup ayağına kapanarak “kendisini dergahına kabul etmesini” istemiş.
O da “senin kısmetin burada değil, Şeyh Muhammet Üftade Hazretleri’nin yanındadır” buyurmuş.
Eskici Mehmet Dede’den sonra yanına vardığı Şeyh Muhammet Üftade şöyle konuşmuş kadıya:
“Senin şu üzerindeki sırmalı kaftana bak! Bu kapı varlık, makam kapısı değil, yokluk kapısıdır. Bu günden sonra hemen makamını bırakacak, malını mülkünü yoksullara dağıtacak ve şu üstündeki kaftanla her gün Tahtakale’de ciğer satacaksın!..”
Böylece kibir ve nefsi törpülenmeye başlanan Aziz Mahmut Hüdai yıllar sonra günün birinde çile yolunu tamamlamış ve daha sonra da İstanbul’a gönderilmiş.
Önce Küçük Ayasofya Camisinin tekkesinde hocalık yapmaya başlayan Hüdai, Fatih Camisinde de tefsir, hadis ve fıkıh dersleri vermiş.
Bu süre içerisinde ilmiyle bilim ve devlet erkanından geniş bir muhit edinmiş.
Sonra da kendi dergahını kurmuş Üsküdar’da.
O devirde hüküm süren 3’ncü Murat, 3’ncü Mehmet, 1’nci Ahmet, 2’nci Osman ve 4’ncü Murat’a nasihatlerde bulunmuş.
Hatta 4’ncü Murat’a saltanat kılıcını o kuşatmış.
Muhteşem Yüzyıl Kösem’de gördükten sonra Bursa’dan başlayan, buralarda şekillenen bu mistik, gizemli hikayeleri sizlerle de paylaşmak istedim bu gün.
Ne dersiniz?
İyi yaptım mı?