Gerçi yaşamım boyunca eksikliğini de hissetmedim ama oralara gidip de oturmuşluğum, kahvehane kültürüm hiç yoktur.
İnsanların boş beleş “al papazı, ver kızı” şeklinde oynayıp zaman öldürdüğü ortamlar cazip gelmedi hiç bana.
Aslında kağıt oyunlarını da pek bilmem.
Ama bir “pişti” olsun, bir “kaptı kaçtı” olsun oynarım yani!
Buna rağmen birkaç yıl önce sağ olsun Zülfikar bey (Yüksel) sayesinde bir miktar kahvehane kültürüm oldu.
Meğerse Zülfikar bey arada bir tamirci, kaportacı ya da egzoscu esnafının yoğunlukta olduğu Gaziakdemir Mahallesi’ne kaçar, orada arkadaşı otomatik kapı imalatçısı Osman Güleç’in yanına giderek Ayhan’ın kahvesinde esnafla birlikte “pişti” oynarmış.
Osman’la karşılıklı yanlarına ortak olarak esnaftan birilerini alan bu ikili kendi aralarında kıran kırana maçlar yaparlarmış.
Gelin görün ki Osman Güleç ve yanına aldığı arkadaşı hep yenermiş Zülfikar Yüksel ve ortağını ve böylece hesapları da hep onlara ödetirlermiş.
Bendeniz başta “yancı” olarak katıldım aralarına.
Sonra da Zülfikar beyle ekip olduk ve Osman mağlubiyetin acı yanını tatmaya başladı!
Fakat Osman beyin elinden parasını alın ses etmez, piştide yenildiği vakitse kıyameti koparır; o kadar hırslı biridir yani, onu da söyleyeyim!
Oyun aralarında daimi ortakları Pilav Naim’le ya da Kaportacı Kadir Bekar’la birlikte Tekel bayinin önünde hesap öderlerken fotoğraflarını çok çekmişliğim vardır!
Güzel günlerdi.
Osman’ı yendikten sonra You Tube’tan “Osman aga” şarkısını çalıp hep birlikte göbek atardık!
Pilav Naim’in Allah’ı var, somurtuk Osman’ın aksine o yense de oynardı, yenilse de!
Sonra Osman Aga’nın yine ağır bir yenilgi sonrası kafası kıyakken sarf ettiği bir lafa gücenip terk ettim Gaziakdemir Mahallesi’ni.
Zülfikar beyin yine arada bir kaçamak yapıp gittiğini biliyorum ama o sıralar epeyce abartmıştık “pişti günlerini”, haftada 2-3 defa da tekrarlar olmuştuk.
“Bekara karı boşamak kolaydır” derler, benden yana hava hoş ama Zülfikar beyin Beate gibi genleri baskın Alman kökenli bir eşi olunca işin rengi değişiyor tabii!
Öküzle aslan ormanda rakı içiyorlarmış.
Hava kararmaya yüz tutunca aslan yerinden kalkıp “ben artık gideyim” demiş.
“Amma kılıbık adamsın sen be” demiş öküz ona!
“Sana göre hava hoş tabii, beni evde senin gibi bir inek değil, koca bir aslan bekliyor, bilmem farkında mısın” diye yanıtlamış ormanlar kralı öküzü?!.
İşte o misal, pişti günlerinin sayısı arttıkça huzursuzlanmaya başladı Zülfikar bey!
Aslında onun da öyle kahve kültürü filan yok.
Birlikte Osmangazi Belediye Meclis üyeliği yaptıkları yıllarda Osman bozmuş onun huyunu!
Arkadaşım Zülfikar Yüksel uzun yıllar boyu Almanya’da kalmış, orada üniversitede basın-yayın, radyo-televizyon okuduktan sonra eşini de yanına alarak dönüp Bursa’ya yerleşmiş biri.
Aşağı yukarı 6-7 lisanı ana dili gibi mükemmel şekilde yazıp okuyabilen Beate’yle birlikte kurdukları Globus Dil Okulları ve tercüme büroları var.
Bu arada arkadaşlarım diye söylemiyorum, Globus sadece Bursa’da değil, Türkiye’deki en iyi dil okullarından biri ve alemdeki itibarı da çok yüksek.
Neyse, efendim…
Zülfikar bey ara ara kulağıma fısıldıyor, “evden izin alabilmek için, programı emrivaki olarak senin yaptığını söylüyorum ve Beate de akşamları sık sık kaçışımdan dolayı seni sorumlu tutup inceden inceye bileniyor, ona göre hazır ol bak” diye!
Yapacak bir şey yok!
Gerçekte onun kanına giren Osman’dı ama Osman’ı artık sayemde sürekli yeniyor olmanın verdiği hazla pişti müptelası kesilen Zülfikar bey de topu habire bana atıyor!
Neden dolayı olduğunu anlıyordum aslında, kocasını pişti oynamak için sürekli ayarttığımı sanan Beate bana epeyce soğuk davranıyordu nicedir!
Kendisi aslen Bochum’ludur.
İçinden.
Bir ailenin tek kız çocuğu.
Zülfikar bey yazık, almış anasının babasının yanından evlenip getirmiş kadını Türkiye’ye.
Bochum Almanya’nın en güzel, en seçkin kentlerinden biridir.
Yaklaşık 400 binlik nüfusuyla eski, 70’li yılların Bursa’sını anımsatır bana.
Fakat bu kenti çok özel kılan en önemli zenginliklerinden biri bünyesinde 6 yüksek okul taşıyan, Almanya’nın en büyük akademik eğitim kurumlarından biri olan Ruhr Üniversitesi’ne sahip olmasıdır.
Ve Bochum Şehir Tiyatrosu bu ülkenin köklü, tarihi ve orada sergilenen oyun sayısının da fazlalığıyla bilinen en değerli tiyatrolarından biridir.
Şehirde 1988 yılından beri oynanmakta olan “Starlight Express” müzikali, bu güne dek 12 milyondan fazla izleyiciye ulaşmasıyla tanınan, dünyanın tek noktada en çok izlenen ve en başarılı müzikali olarak kabul edilir biliyor musunuz?
Bu gün Bochum’da hala pek çoğu damat adayı yaklaşık 30 bin Türk yaşıyor!
Sen kalk elin kızını al Bursa’ya gelin getir!
Koskoca kentte kendi sanat zevkine uygun sadece “Senfoni’nin konserlerini” bulabiliyor Beate ve yıllardır yanına arkadaşı Merziye’yi alıp, birlikte dinlemeye gidiyorlar.
Yok ki şehirde doğru dürüst evrensel bir etkinlik.
Düğünlerde semazen döndürüp aval aval bakarak, iftar programlarında da ney çaldırıp “sordum sarı çiçeğe” yollu ilahiler dinleyerek tatmin oluyorlar şimdiki alt kültüre mensup insanlar.
Hele hele orada “kütüphane müdürü” olan bir babanın kattıklarıyla da zenginleşip sonra da buraya gelen bir insanın zaman zaman nasıl büyük bir mutsuzluğa düşebileceğini varın siz düşünün gayrı.
Ancak ve ancak çok büyük bir sevgi ve aşk daim kılabilir böyle bir gurbet ve yalnızlığı.
Hadi biz 125 bininci kez Kemal Sunal filmleri izleyip, Gaziakdemir’de pişti oynayarak mutlu olabiliyoruz; peki ya Beate ne yapsın?
Ve işte böyle Zülfikar beyin sık sık piştiye kaçıp suçu benim üzerime attığı ve eşi Beate’nin de bana soğuk yaptığı yılları geride bırakmıştık ama muhabbetimiz olmasına rağmen aramızda da öyle sıcak bir ilişkinin varlığından pek söz edilemezdi.
Ben 20 yıl önce Hitit Mobilya’dan, sağ olsun Yakup Altınöz’den taksitle almıştım salonumdaki oturma grubunu, kumaşını değiştirip başkasıyla kaplatmama rağmen hala da gerek rahatlık, sağlamlık ve tasarım açısından yerine koyabileceğim başkasını bulamam; pek severim onları.
Yüksel Ailesi değiştirmeye, yenilemeye karar vermiş koltuklarını.
İnegöllü olduğu için bizim Hamza’ya (Eren) sormuşlar “kimden alalım” diye?
Yolladığı adam olduğundan fazla fiyat söyleyerek kazıklamaya kalkışmış bunları!
Bursa’da bir model beğenmişler, ilk sordukları kişi başka, satın almak için gittiklerinde adamın diğer ortağı başka rakam söylemiş!
O mağazanın sahiplerini de “ahlaklı bulmadıkları” için o takımdan da caymışlar!
Bir kere “Alman kültürüne” göre yetiştikleri için doğru dürüst “pazarlık yapmayı” da bilmiyorlar; kim, ne fiyat söylerse itimat edip ödemeyi tercih ediyorlar.
Geçen gün Zülfikar bey telefonla arayıp da “İnegöl’e mobilya bakmaya gideceğiz, bize refakat edip yardımcı olur musun” diye sorduğunda, “bak, geçenlerde yine böyle bir rican üzerine takım elbise bakarken sana sahip olma duygusunu ön plana çıkarıp, benim önerdiklerimi nasıl tümden reddettiğini hala unutmadım, korkuyorum ben senin Beate’nden” dedim!..
Güldü, “yok yok “ dedi; “şimdi o bayram tatilinde Almanya’ya, anne babasının yanına gidecek; onun için de bu işi bir an önce bitirmek istiyor. Uzatılacak her türlü yardım eline ihtiyacı var, sen gel, bi şey olmaz” diye karşıladı bu ironik yaklaşımımı!
Piştilerin gücü adına ve hatırına “tamam” dedim ve geçen Cumartesi günü hep birlikte düştük İnegöl’ün yoluna.
Aklıma önce İnegöl Belediye Başkanı Ali Nur Aktaş’ın özel kalem müdürü Ahmet (Bayhan) geldi; onu arayıp sordum “şöyle biraz indirim de yaptırabileceğimiz tanıdık mobilyacılar var mı” diye?
“Ben bi düşünüp arayayım abi” dedi Ahmet ve zırr iki dakika sonra telefonda Belediye Başkanı Ali Nur Aktaş!
Her ne kadar, “yahu başkanım, sizi rahatsız etmeyelim, zahmet buyurmayın” desek de Ali Nur Aktaş, “hayatta olmaz” diye yanıtladı ve “siz gezin, beğenin, sonra beni arayın, geleceğim oraya” diyerek kapattı telefonu.
Onca dükkan baktık ama İnegöl’e yaklaşırken sağda bulunan Selimoğlu Mobilya mağazasının girişinde yine sağ tarafta, en dipte teşhir edilen oturma grubunu görünce üçümüz birden resmen bayıldık, bayıldık!
Ancak ederi mevcut bütçeyi aştığı için de mecburen başka yerleri dolaşmaya çıktık.
Yine aradı başkan “ne oldu, beğendiniz mi” diye?
Cumartesileri halk günüymüş, hafta sonu bir de dert dinliyor Ali Nur Aktaş; onca işinin arasında, Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun kitaplarında tasvir ettiği gibi İstanbul’da bir beylerbeyinin on dört kollu çektiri tipli kadırgasına binerek boğazı yıldırım hızıyla birkaç dakikada geçivermesi misali, daha biz oraya ulaşamadan Selimoğlu Mobilya’ya varmış bile sağ olsun.
Zaten firma sahibi, aynı zamanda İnegöl Belediye Meclis Üyesi olan Süleyman Yılmaz’la pazarlığı yolda ilerlerken telefonla yaptı bile bizim için başkan.
İnegöl’de bundan 20 yıl önce 300 civarında olan mobilya üreticisi sayısı 3 binlere ulaşmış.
Yine bundan 20 yıl önce 20 milyon lira olan İnegöl’ün mobilya ihracı, bu günlerde senede 360 milyon liraya çıkmış.
Çin, İtalya gibi ülkeler üreticiye vergi kolaylıkları, navlun ya da tasarım destekleri sunarlarken bizim devletimizde “mobilya üretimi” hala bir sektör olarak bile görülmezmiş!
Başkan Ali Nur Aktaş’ın bu konuda da İnegöl’e katkıları çok büyük.
Hangi belediye başkanı ilçesindeki lider sektöre mensup iş adamlarını alıp da her sene Çin’den, Avrupa’ya kadar pek çok fuara götürüp gezdirerek ufuklarını açmak için çalışır, söyler misiniz?
Selimoğlu Mobilya’nın sahibi Süleyman Yıldız da baba mesleğini alarak şimdi 100’den fazla insanın çalışıp ihracat yaptığı bir firmaya dönüştürmüş, helal olsun ona da.
Mobilya sektörü devlet tarafından mutlaka ayrı tutulup desteklenmeli.
Çok hızlı katma değer yaratan ve çok fazla istihdam sağlayan bir alan ayrıca bu.
Biz yan tarafta bunları konuşurken Beate de yeni koltuklarını mutlulukla test ediyor, ayrı ayrı üzerlerine oturarak belli ki Merziye’ye hangi özelliklerini anlatacağını tasarlıyordu.
Ama gün bitip gece olmamıştı ve İnegöl’de Beate ve Zülfikar Yüksel için sırada daha gezilecek bir kent müzesiyle, orman ürünleri ve mobilya müzesi vardı.
Yüksel çifti benim gibi bayıldı, bayıldı her iki müzeye de.
Obje zenginliği ve tasarım açısından da Bursa’dakine göre çok üstün İnegöl’dekiler.
Başkan eski belediye binası ve hemen arkasındaki fırını ayağa kaldırıp restore ederek kente müze olarak kazandırmış.
Bu arada, ellerinde bulunanları gidip oraya gönülden bağışlayan İnegöllüleri de kutlamak gerek.
Sonra ne mi yaptık?
İşte malum, akşam oldu, köfte yedik sonra, Bursa’ya, Çayyaka ve Boğazova’dan geçirerek, Uludağ’ın arka tarafındaki yeşilliklerin arasındaki yollardan getirdim onları.
Yolda alabalıkçı Mustafa’nın dükkanda durup o dev semaverden çay içerek, altında gürül gürül yanan odun ateşinde ısındık, sohbet ettik, güldük gülüştük.
İşte bunlar oldu son görüştüğümüzden bu yana.
Ha bir de Bursa Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Rüstem Aşkın’ın kardeşi Avukat Veysel Aşkın’la, AKP Bursa İl Başkanı Cemalettin Torun’un yardımcısı, İl Yürütme Kurulu Üyesi Asım Amil Cumhuriyet Savcılığı’na şikayet etmişler beni, anlatırım daha sonra ayrıntılarını size de.
Geri döndükten sonra o yolculuk sırasında çektiği resimlerimi yollayıp, bir kez daha teşekkür etmiş Beate WhatsApp’tan bana.
Yenilmeye tahammülü olmayan sinirli bibik Osman yüzünden artık piştiye gitmiyorum ve dolayısıyla yanımda Zülfikar beyi de sürükleyip götürmüyorum gerçi ama sanıyorum artık aramız daha iyi ve sevmeye de başladı sanki beni.
Bu arada Kahveci Ayhan, Kaportacı Kadir Bekar, Pilav Naim ve Mobilyacı Hacı Murat’a ayrıca selam eder yanaklarından öperim ve hatta “Ramazan’dan sonra “Öküz’ün Yeri’nde” yanımıza Osman’ı almadan hep birlikte maç seyredelim yine” derim buradan…
İlhan İrem’in meşhur şarkısında dediği gibi, “işte hayat böyle gelip geçiyor” sevgili okurlarım, n’apalım, sizler de görüşmeyeli iyisinizdir inşallah?