Öncek yıl Cumhuriyet Halk Partisi’nde demokratik bir yarışa katılmıştık. Yeni seçilen delegeleri ziyaret edip, oy isteyeceğiz. Başlangıçta, İl Başkanı Gürhan Akdoğan’dan birkaç kez iletişim bilgileriyle birlikte tam listeyi istedim “nam nam” yaptı, oralı bile olmadı! Demek ki demokrasilerde adet böyleymiş, aday eğer senin adayın değilse her şeyi gizlemek, asla yardımda filan bulunmamakmış aslolan.
Neyse, yarım yamalak da olsa bir şekilde Osmangazi’deki delegelerin epeyce bir kısmının isim, adres ve telefonlarına ulaşmayı başarabildik en sonunda.
İlçe Başkanı ve yarışacağımız adaylardan bir diğeri de Yücel Akgün.
Gündüz ayrı gece ayrı kapı kapı dolaşıyoruz.
En sona dağ köyleri kaldı.
Doğancı Barajı’ndan, Keles’e doğru yönelip de gölün suları incelip artık dereye dönüştüğü vakit hemen sağdaki tepelere doğru vurduğunuzda aracı, tepede, en tepedeki yerleşim noktasına, Uluçam Köyü’ne varırsınız rampalardan kıvrıla kıvrıla.
Keles’in Kocayaylası’nın tepelerinde de vardır aslında “Uluçam” ama adına “Alaçam” denilen bir bölge.
“Uluçam” deyince aklıma hep Türkleri aşağılayıp hor gören İmam Gazali gelir.
Yaklaşık olarak, “Şu Türkler öyle melun, mendebur, dinsiz bir millettir ki”der Gazali, “nerede ulu bir ağaç görseler gider ona taparlar”!..
Oysa Gazali’nin hiç anlamadığı şey, Türklerin daha önce hiç ağaca filan tapmadıkları, aynı Kızılderililer gibi doğada yaşayan her canlının ortak bir ruh paylaştığına dair inançları yani, Şaman oldukları gerçeğidir.
İşte bundan dolayı seslerini bu ruhlara duyurabilmek için de en yüksek tepedeki ulu bir ağacın dallarına dilekler bağlayarak ifade etmeye çalışırlar kendilerini.
İnsanoğlunun en eski en doğal inanışıdır bu araya nemalanacak birilerini sokmadan.
O yüzden İmam Gazali’yi ve benzerlerini hiç sevmem.
Ama mis gibi çam kokulu, ardıç kokulu dağlarımı pek severim!
…………….
Bir oy bir oydur. Uluçam’a vardık, bulduk bizim delege amcayı.
Oturduk hep beraber köyün kahvesinin önündeki tahtadan piknik masasına. Başladık kendimizi anlatmaya.
Bu arada dudak üstü sümük bıyığını hiç oynatmadan adam bön bön yüzümüze bakıyor habire.
Artık söylenecek söz kalmayınca konuştu:
-İyi de ben CHP’li değilim ki!
“Nasıl yani?”
-Bundan uzun yıllar önce köydeki çocuklara defter vereceğiz, kalem vereceğiz diye Bursa’da bir şeyler imzalattılar bana. Zaten kalem defter de vermediler. Ak Partiliyim, Ak Parti üyesiyim; oyumu da oraya veriyorum zaten ben!..
“Nassı yani?”
-Evet. Sedat Yalçın’ın çayını içmiş adamım ben!..
Arkadaşlarla bir birimizin yüzüne baktık. Adamın adı listede var. Resmen CHP üyesi ve delegesi görünüyor! Oraya kadar da gitmişiz. En sonunda kendisine dedik ki:
“Amca bak, sen son bi görev daha yap o zaman madem… Kongrede gel oyunu kullan ondan sonra canın istiyorsa istifa edersin; olur mu?”
Yanıt kesin ve net:
-Ben Sedat Yalçın’ın çayını içmiş adamım. Kendisine çoh ayıp olur. Gelemem!
Bizim arkadaşlardan biri atıldı:
“Amca bak, şimdi… Canım amcam… Sen salona gel… Hatta biz seni buradan alıp, sonra köye de bırakırız… Orada da etrafını çeviririz. Hiç kimse görmez?”
Adam ne dese beğenirsiniz:
“Olmaz! Onların her yerde casusları var! Genelkurmay dairesini bile dinlediler! Beni hayda hayda görürler. Ben Sedat Yalçın’ın çayını içmiş adamım, gelmem!.”
Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Adama 3 çay söylemişiz, isterse bulup buluşturup semaver getirteceğiz, hala Sedat Yalçın’ın çayı deyip duruyor!
Ama madem delege yazılmış(!) vatandaşa son kez oy kullandırma ısrarı ve azmi içerisindeyim!
Meğer ki en çok AKP Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın’dan korkuyor bu emice, mantıki olarak Sedat Yalçın ne derse onu yapmalı, değil mi?
Adam üst dudağını burnuna doğru kaldırıp, sümük bıyığıyla ucundaki kaşıntıyı gidermeye çalışırken numarayı bir çırpıda bulup, karşıma çıkan Sedat Yalçın’a durumu anlatıverdim.
Ama nasıl gülüyor, nasıl hoşuna gitti anlatamam sizlere.
En sonunda, “Ya Sedat Bey” dedim, “yap bi dostluk da şu adam son kez salona gelip oy kullansın sevabına”?!.
Bizim delege kurnaz, yine tereddütlü. Belli ki köye gelen çelik tencere, hayat sigortası ve bilumum cinsel gücü arttırıcı ilaç satıcılarından ağzının payını almış, yoğurdu üfleyerek yemekte.
Hasılı, “Beni üç kağıda mı getiriyorlar? Acaba telefonun ucundaki kişi Sedat Yalçın değil de başka biri mi” kaygısıyla cihazı kulağına götürdü ama tek kelime konuşmuyor, sadece dinliyor?!.
Bizim gül gibi delegeye inme inecek diye korkuyorum. Adam konuşamıyor dondu kaldı!
En sonunda başını da hızlıca öne eğip arkaya kaldırarak “Tamam başkanım” dedi ve bana uzattı cihazı.
Tekrar aldım telefonu, Sedat Yalçın bu demokrasi şöleni karşısında hala gülmekte!
“Tamam” dedi, “ben söyledim. Oy kullanmaya gelecek sen merak etme”!
……………..
Gelmedi biliyor musunuz!..
Adam Sedat Yalçın’ın bizzat istemesine rağmen yine Sedat Yalçın’dan korkusuna kongreye oy kullanmaya gelmedi.
Belki de telefonda konuşan kişinin Sedat Yalçın olduğuna hiç inanmadı kim bilir?!.
Arkadaşlar araba yollamışlar, karısı pencereden “Ameliyat oldu yok bizim herif” deyip kapatıvermiş yüzlerine!
AKP’liler kendilerine yeni İl başkanı arıyorlarmış.
Hayrettin Çakmak gibi her ay bir milletvekili maaşı kadar para alıp, kapıda son model lüks makam aracı, şoförü ve korumasıyla, tüm masraflar şirketten deyip, boynundaki fuları ve ceket cebine ütülenip dikilmiş mendiliyle, eskiden MSN ve şimdilerde de Twitter müptelası İl başkanı modeli pek çok etrafta!
Ama ikram ettiği bir bardak çayın hatırı 40 yıl boyunca dağlarda, ulu çamların arasında yaşayacak siyasetçi artık pek yok ortalıkta.
Yazık ettiler, kıymetini bilemediler Sedat Yalçın’ın.
İnsan üzülüyor doğrusu.
Ne de olsa bir bardak çayını içip, dostluğunu görmüşlüğümüz var.