Yazarlar

Bizim Keles

post-img
Bizim Keles’te, hemen hemen herkesin bir lakabı, zaman içerisinde yaşanan çeşitli durum ve olaylar sonucu diğer insanlar tarafından takılmış ikinci bir ismi mutlaka vardır!   Mesela “Çikin Hüsamettin” (Çirkin Hüsamettin)…   Mesela, “Dombay Mamıd” (Dombay Mahmut) -Dombay: Manda-   Mesela, “Tarak Hasan” (Bilenler “tarak” tanımının saç taramaya yarayan alet olmadığını anlamışlardır!)   Mesela, Kütük Emin, Koyun Recep, Dana Hikmet, Cakcak Salih, Ceyar Ramazan, Kel Üsen (Kel Hüseyin), Çibicik Aşa (Çibicik yani oğlak Ayşe), Milyoner Halil gibi…     Bu arada, lakapların haricindeki bazı özel isimleri bilerek değiştirdim çünkü torun tombalakları gönül koyabilirler!   Lakaplar mutlaka belli bir durum ya da olay üzerine takılır bizim Keles’te.   Bu “bizim Keles” tanımlamasını özellikle kullanıyorum çünkü, az sonra anlatacağım bir anıdan ötürü 10’ncu yaşımdan bu yana, doğup çocukluğumun bir kısmını geçirdiğim Bursa’nın Keles ilçesi benim için artık sadece “bizim Keles”tir.   Mesela çiçek hastalığı geçirir biri, yüzünde izler kalır, Keles halkı ona “çirkin” demeye başlar artık.   Cak, cak, cak konuşur; Cakcak ismini takarlar.   Kahvehanede televizyonda Dallas dizisi izlenmektedir topluca, içlerinden Ramazan, az sonra filmin kahramanlarından Ceyar’ın söyleyeceği bir sözü, ondan 5 saniye önce yüksek sesle söyleyiverince aniden tüm ömrü boyunca taşıyacağı “Ceyar Ramazan” tanımlamasına kavuşuverir birden.     Her hangi bir durumda inatlık yapan birinin ayı, öküz, keçi ya da dayama lakabını alması an meselesidir.   Onlarca Ramazan, onlarca Mehmet, onlarca Ali birbirlerinden lakapları sayesinde ayrılır.   …………………..   Bundan bir süre önce bizim Keles’in Kocayayla’sında piknik yaptığımız bir sırada yanımıza şeker mi şeker, tatlı mı tatlı iki kız çocuğu gelmişti.   Sormuştuk her  ikisine de, “yavrum sen kimin kızısın, kimlerdensin” diye?   Biri, “Ben” dedi, “Mustafa’nın kızıyım”.   -Yavrum, hangi Mustafa’nın kızısın sen?   Diğeri hemen atladı:   “Bıldırkı Mıstık’ın kızı bu”!..   Bıldır,  bir “önceki sene” demek.   Benim de çocukluk arkadaşım olan Mustafa dünyaya gelmiş…   Aradan 1 yıl geçmiş.   Annesi onu kundaklayıp kucağına alarak bir yere gezmeye götürmüş.     Bir yıl geçmesine rağmen fazla kilo alamayan Mustafa, biraz da çelimsiz kalınca misafirliğe gidilen evdeki kadınlardan biri annesine hayretler içerisinde sormuş:   “Kız bu bıldır yani, 1 yıl önce doğan Mustafa değil mi?”   İşte tamam, bitti!..   O tarihten bu yana Mustafa’nın adı “Bıldırkı Mıstık”!..   Sohbet ediyoruz, gülüyoruz…   “Ya” diyor, “kalktım hacıya gittim. Düşündüm ki şu “bıldırkı” lafından vazgeçer millet de gıyabımda bana artık “Hacı Mıstık” derler diye!.. Ne gezer!”   Bu sefer de “Bıldırkı Hacı Mıstık” demişler!   Ardından, bir siyasi partinin ilçe başkanlığı görevini üstleniyor bizim Mustafa; sadece millet yine “bırdırkı” tanımından vaz geçip, kendisine “başkan” desin diye!..   O da fayda etmiyor, bu kez de “Bıldırkı Mustafa Başkan” oluyor adı.   Bıldırkı aşağı, bıldırkı yukarı!   Mustafa şimdi bizim Keles’te, Cuma Mahallesi’nin muhtarı.   Adı da hala “Bıldırkı Muhtar”!..   …………………………………   “Bizim Keles” tanımını ilk kez bundan yıllar önce, henüz 10 yaşındayken kullanmıştım.   O sıralar Anadolu Lisesine ki, sadece Bursa Anadolu Lisesi vardı; girebilmek öyle her baba yiğidin harcı değildi.    Bursa Atatürk İlköğretim Okulu 5’nci sınıf öğrencisiydim.   Öğretmenimiz Hamdi, kendisi öğrenmeye muhtaç bir eğitmendi.   Sınıfımızın büyük bir çoğunluğu, o yıllarda Anadolu lisesine öğrenci sokmasıyla ünlenen rahmetli İsmail Ercengiz’in kurduğu, Ercengiz Dersanesi’ne giderdi.     Heykel’deki valilik binasının hemen üstündeki sokaktan sağa kıvrılıp da sola, Mahkeme Hamamı’na doğru yöneldiğinizde, yine sol tarafta bulunan iki katlı eski bir Bursa evinde faaliyet gösterirdi Ercengiz Dersanesi.   Bahçesinde mermerden çok güzel fıskıyeli bir havuzu vardı.   Şimdiki gibi sonbahar geldiğinde avluda bulunan erik, ayva ve nar ağaçlarından sarı, kırmızı ve kahverenginin her tonuyla dökülen yapraklarla daha da bir güzelleşirdi o Marmara mermerinden yapılma kenarları boğum boğum eski havuz.   İsmail Ercengiz matematik derslerine girerdi.   Kızı Meral öğretmen de Türkçe derslerine.   Haşarıydık o zamanlar tabii, hayli yaramazdık.   Ders kitaplarımızın ortasına Teksas-Tommiks çizgi romanlarını koyup sürekli okuyarak, evdekilerin “bu kadar çok ders çalışma yavrum, gözlerin bozulacak” şeklindeki iltifatlarına mahzar olduğumuz yıllardı!     Dershane ya da okuldaki sıralarımızın çanta konulan bölümlerinde mutlaka kız kaçıran ya da alttaki fitilinden ateşlendiği vakit “çiyyvv” diye ses çıkarıp, göğe yükseldikten sonra ulaştığı en yüksek seviyede “boomm” diye patlayan füzelerimiz bulunurdu.   Meral öğretmen bir gün derste “bu gün herkes doğduğu yeri anlatan kompozisyon yazacak” dedi.   Elli dakika içinde yazıp, teslim ettik.   Ertesi hafta da herkesin kağıdını yazıdaki imla ve yazım hatalarını da değerlendirerek okuyor…   Sıra bana geldi…   Daha iki gün önce, sıramın altındaki kız kaçıran ve füzeleri bularak el koymuş, binayı patlatıp yangın çıkaracaksın diye kızıp söylenerek hem de!   Ayağa kalktım alı al, moru mor, ismimi söyleyince.   Ve başladı yazdığım kompozisyonda bulduğu hataları sıralamaya:   Önce “Keles sizin mi” diye sordu bana?   -Nasıl yani?   “Yani, Keles’in tapusu size mi ait?”   -Yok, yani, hayır?!.   “Yazıya, “bizim Keles” diye başlamışsın… Öyle diyemezsin! Keles sizin değil ki!..”   Sınıfın ortasında, kızın, kızanın içinde, milletin önünde epey hırpaladı beni Meral öğretmen sözleriyle o gün!   Hayli canım sıkıldı.   Ardından sordum soruşturdum, Keles’e, “bizim Keles” denir mi diye?   Denirmiş elbette.   Üstelik de bu tanımlama asla “tapusu bize ait” manasına filan da gelmiyormuş üstelik.   Samimi bir sahiplenmeyi, içselleştirmeyi anlatıyormuş.   Hani, kötü komşu insanı ev sahibi yaparmış ya?   Meral öğretmen de beni, şu “bizim Keles” meselesini hırs yaparak okumaya, araştırmaya başladığım sürecin sonunda “yazar” yaptı sizin anlayacağınız!..   Ha bu arada!..   Bizim sınıftan sadece bir kişi, annesi tarafından iki yandan örüldükten sonra, uçlarına kurdele bağlanıp önüne sarkıtılan kırmızı saçlarıyla anımsadığım çilli bir kız kazanmıştı Bursa Anadolu Lisesini, adını şimdi hatırlamadığım, hepimiz dökülmüştük resmen.   ………………………….   İşte bizim Keles’te herkese bir isim, herkese bir lakap takarlar mutlaka yıllar içerisinde.     İnsanların ya kişiliklerini yansıtır bu lakaplar ya da bir anlık hallerini.   Eğer orada yaşarsanız, koskoca bir ömür boyunca Patron Kamil, Sinsi Salih, Sahtekar Mustafa, Kırkyalan Hamit, Mutlu Melahat, Arabozan Nezahat gibi isimleri taşımak zorunda kalabilirsiniz vesselam!   Arada bir bendenizin de “Kelesli damarı” tutar ve bazı insanların bazı durumlarını bu şekilde tanımlamaya çalışırım kimi zaman ama tabii içimden!   Mesela, Bülent Arınç PKK’lıları kastederek “Ben de olsam dağa çıkardım” diye konuşunca, içimden onun ismin önüne hemen bir lakap konduruvermiştim ki doğaçlama!     Peki, sizler de bir düşünün bakalım?   Hangi lakabı koyardınız bu sözleri sarfeden  “Bülent’in” önüne?   Hele Bülent Arınç’a yine, “Apo namaz kılar, oruç tutar, iftar açardı” dediği gün, bir isim takmıştım ki kendisine, buradan söyleyemeyeceğim; çok acayip bi şeydi canım çok!   …………………………….   Sizlerin de vardır mutlaka bu tür çözümlemeleri?   Hüseyin Çelik’e, “Birkaç Mehmet şehit oldu diye meclisi toplayamayız” dediği gün içinizden nasıl seslendiğinizi duyar gibiyim?   Peki, Yozgat müftü yardımcısına “Düğünlerde eşini kızını oynatan deyyustur” dediği vakit, ne diye hitap etmiştiniz acaba?   ……………………………   Ulusala ilişkin yüzlerce örnek var.   Gelelim yerele…   Hadi siz bana yardımcı olun?   Hangi lakabı uygun görürsünüz az sonra anlatacağım kişilere?   Ali Molla Salih…   Saadet Partiliydi…     AKP kurulduktan sonra bu partiye asla geçmemiş, Numan Kurtulmuş’un Has Partisi’nde karar kılmıştı nice sonra.   Buraya kadar olağanüstü bir durum yok çünkü, AKP aleyhine de sert bir laf etmedi Ali Molla.   Ve şimdi AKP’li.   Bursa TV’de bir program yaptırıyorlarmış ona, geçen haftaya dek hiç izlemediğim, Memleket Halleri gibi bi şeydi adı.   Ne zaman ki eski bölümleri Facebook’ta paylaştı Ali Molla Salih, Youtube’dan birkaç bölümünü seyrettim.   Saadet Partisi Bursa İl eski Başkanı Hilmi Tanış’la konuşuyorlar o bölümde.   Ama nasıl bir CHP düşmanlığı var anlatamam!   “Ce-Ha-Pe zihniyeti” diyorlar da başka bir şey demiyorlar; sanki bu memleketi son 60 yıldır Ce-Ha-Pe yönetiyormuş gibi!   Programın bir yerinde Ali Molla Salih aynen şunu söyleyince donup kalıyorum:     “Zaten Ce-Ha-Pe bu ülkede ezanı da yasaklamıştı!..”   …………………………….   Şimdi, Ali Molla’ya bir lakap lazım gelirse siz olsanız aşağıdakilerden hangisini seçersiniz?   a)- Doğrucu Ali   b)- Gerçeklere aykırı beyanda bulunan Ali   c)- Müfteri Ali   d)- Günahkar Ali   e)- Cennetlik Ali   f)- Gül Ali   g)- Ah be Ali   ………………………………..   Hilmi Tanış…   Saadet Partisi Bursa İl eski Başkanı.     Kendisiyle geçmişte yaptığım bir söyleşide, Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ben milli görüş gömleğimi çıkardım” sözleri üzerine AKP’liler hakkında aynen şunları söylemişti:   “Üzüm idiler şarap oldular”!..   Ardından üzümü değil de şarabı tercih eden Hilmi bey daha sonra AKP’ye geçti.   Hadi bakalım, bu kez hangisini seçersiniz?   a)- Üzüm Hilmi   b)-İki Gözüm Hilmi   c)- Gömleği yırtık Hilmi   d)- Milli göremeyiş Hilmi   e)-Filim Hilmi   f)- Hilmi de Hilmi   g)- Diğerleri   ……………………………   Geçen gün BUSİAD’ın konuğu olarak, Ekonomist-Yazar Ege Cansen’i dinledik.   Bursa Sanayici ve İşadamları Derneği yöneticilerine teşekkür ederiz.   Konu, cari açık ve tasarruftu.   Ege Cansen sağolsun, ufkumuzu aydınlattı.   Konuşmasının sonunda ilk soru, Bursa Büyükşehir Belediyesi eski başkanlarından Erdoğan Bilenser’den geldi.     Öyle bir sey sordu ki Bilenser, eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut’a atfen anlatılan “Sabile” fıkrası bile sorusunun yanında solda sıfır kalır da en büyük komiklikler kategorisinde ilk sıralara yerleşiverirdi kanımca!   Bilenser’in oturduğu masada aynı zamanda Yeminli Mali Müşavir olan AKP Bursa İl Başkanı  Sedat Yalçın da var.   Almira Otel’deki toplantıda Bilenser’in, Cansen’e mikrofondan yönelttiği soru şu:   “Türkiye yıllardan beri sürekli cari açık veriyor ama nasıl oluyor da bu hükümet IMF’ye olan borçları sıfırlamayı başarabiliyor?!.”   Ege Cansen, muhtemelen kim olduğunu bilmediği için bozmadı Bilenser’i!   Sakin sakin anlattı:   “Son 11 yılda Türkiye’nin dış borcu yaklaşık 400 milyar dolar daha artmıştır. Borç bitmemiştir yani. Mesela IMF’nin kız kardeşi sayılan Dünya Bankası’na borcumuz devam etmektedir. IMF’ye olan zaten çok az miktardaki borcu kapatma hadisesi şudur: Mesela siz diyelim, 5-10 bankadan borç aldınız… Bunlar her ay ayrı ayrı kapınızı aşındırıyor… Biri diyor ki, ben sizin tüm bankalara olan borcunuzu kapatayım, bundan böyle sadece benle muhatap olun!  Yeni bir yapılanma içine giriyorsunuz sizin anlayacağınız! Hadise budur…”   Sedat Yalçın, bilmez mi?   Cin gibi biliyor durumu!   Beş dakika sonra da toplantı bitmeden salonu terk edip gidiyor.   Belli ki, O’na yaranmak için böyle bir soru soran Erdoğan Bilenser’se gökten inen melekler kadar saf saf orada oturmaya devam ediyor!   Hadi buyurun, çoktan seçmelileri sıralayalım yine?   Tercih sizin…   Siz olsanız, Erdoğan’ın önüne hangi tanımı  koyarsınız?   a)- Ordan adaylık olmaz Erdoğan   b)- Bilmeyenser Erdoğan   c)- Bursa’yı gerçekten sen mi yönettin Erdoğan   d)- Adayım sensin Erdoğan   e)- Ekönömist Erdoğan   f)- Ne diyeyim ben sana Erdoğan   g)-Cari kaçık Erdoğan      

Diğer Haberler