“Fosforlu Cevriye” ya da halk arasında “Ayna” diye tanınan şarkıyı bilir misiniz?
“Fosforlu Cevriye” aslında, Suat Derviş'in 1944-1945'te yazdığı, ilk olarak da 1968 yılında yayımlanan romanının adıdır.
1930'larda İstanbul’un Galata semtinde yaşayan sokak kızı Cevriye’nin polisten kaçan bir adama aşkını konu alır. Sade bir dille yazılmış eserde toplumun farklı sınıflarından insanlar anlatılır. “Karakolda Ayna Var”, “Kız Kolunda Damga Var”, “Gözlerinden Bellidir Cevriye’m” ve “Sende Kara Sevda Var” olmak üzere dört bölümden oluşur.
Suat Derviş’in bu romanı 1959’da “Fosforlu Cevriye”, 1969 yılında da “Bana Derler Fosforlu” adıyla filme alındı.
Yazar, romanını 1972'de senaryolaştırıp oyuncu Gülriz Sururi’ye ithaf etti. Eser, 2008’de müzikale dönüştürülerek Gülriz Suriri yönetiminde Ankara Devlet Tiyatroları tarafından sahnelendi.
İşte “Karakolda Ayna Var” isimli parça da bu müzikalin bestelerinden biridir aslında.
Bizim eski mahalledeki yorgancı rahmetli Ziya abinin “dükkanının camına niye üzerinde “pamuk atılır” diye yazı bulunan bir tabela astığını, dahası bu pamukları atmak yerine niye fakirlere vermediğini, onun da ötesi atacağı pamukları niye dükkanının camekanından cümle aleme lan ettiğini” yıllarca anlayamamış benim gibi düz mantıklı birisi “karakoldaki aynayı” da yanlış anlamış meğerse!
Ta ki Çekirge Polis Karakolu Amiri Mehmet Muz gerçeği anlatana kadar bendeniz bu “aynayı” tuvaletlere ya da saçının süsüne düşkün, ona habire limon suyu sürerek tarağıyla şekil vermeye çalışan çapkın bir baş komiserin odasına asılmış bir aksesuar olarak düşlüyordum şarkıyı dinlerken bu güne dek.
Hiç de öyle değilmiş efendim. Suçlu ya da zanlıları teşhis etmek için hazır tutulan bir odanın duvarına büyükçe yerleştirilmiş, içeridekilerin dışarısını göremediği, buna karşılık aralarına suçsuz ve olayla hiç ilgisi bulunmayan insanların da katıldığı grubun içinden, içeriyi görebilen aynanın diğer tarafındaki mağdurun suçluları teşhis edip gösterdiği uygulamanın bir parçasıymış bu ayna.
Sayelerinde bir şey öğrendim. Kutlucan yavruları Oğuzhan ve kardeşi Metehan’ı teşhis ettim ben de Çekirge Polis Karakolu’ndaki bu aynanın ardından.
Şehla bakışlı kardeşimiz Oğuzhan Kutlucan hiç umurunda değilmiş maskesine tutunurken, Metehan da sırtını duvara dayayarak sırıtmaya çalışıyor ancak bunu bir türlü beceremiyordu.
Takipçilerim bilirler. Yıldırım İlçesinin yeni, yiğit ve namuslu Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali, Özgen Keskin döneminde tam 10 yıl boyunca halkın parasını sülük gibi emen bu Kutlucan’gillere ait Karacan Temizlik Firması’nın mamasını kesmişti, çünkü sadece üç kalem işten yani, temizlik, asfalt ve bahçe bakım ihalelerinden bu adamlara yılda eski parayla 26 buçuk trilyon fazla ödeme yapıldığı ortaya çıkmıştı!
İhalelerin önünü açarak başka firmaların da girmesini sağlayan Edebali aynı işleri bir başka müteahhite 26 buçuk trilyon daha az bir bedelle verince biz de bunu yazmış, ardından da sözünü ettiğim bu iki Kutlucan yavrusunun arkadan kalleşçe saldırısına maruz kalmıştık.
Bir şey daha yapmıştı Kutlucangiller. Yıldırım’dan ihale alamayınca kağıt üzerinde sanki İbrahim Öge’ninmiş gibi gösterip Yeni Dönem Gazetesi’ni satın almışlar, matbaayı da getirip holding binasına kurmuşlardı.
Milleti de kendisi gibi sanıp orada burada “gazetenin şahsına ait olduğunu” söyleyen Len İbrahim’in foyası kısa süre önce çıktı ortaya. Kutlucangiller, İbrahim Öge’yi patronluktan istifa ettirip, olayı da artık zaten cümle alem biliyordu saklamaya gerek kalmamıştı, şirketin hisselerini kendi üzerlerine aldılar.
Sözünü ettiğim Oğuzhan’ı oranın şeysi, İbrahim Öge’yi de Oğuzhan’ın bi şeysi yapmışlar duyduğumuza göre.
Oğuzhan da milleti yine dingil yerine koyup masal anlatıyor geçen gün gazetenin birinci sayfasından:
“Yok medyaya olan ilgileri zaten malummuş da, gazeteyi satın almak için İbrahim’le uzun zamandır görüşüyorlarmış da, falan filan…”
Yeme bizi Oğuzhan!
İhale alamayan bir müteahhit neden, hangi amaçla gazete satın alır, önce sen onu bir izah et?
Bu arada bekliyorum, hala gelmedin?
Bunların uzak akrabası var sevgili okurlar Eyüp Kutlucan. Kent Gazetesi’nin de sahibidir. İyi, olgun, efendi bir adamdır. Belediye ya da devlet işlerine asla girmez.
“Lanet olsun, utanıyorum bunlardan” diyor, “neredeyse artık soyadımı değiştirecek noktaya geldim!..”
Bunlar mart kedisi gibi Yıldırım Belediyesi’ne yapacaklarını yıllarca yapıyorlar, ardından gelişmeleri yazınca eşkıyalığa kalkışıp gazeteciye saldırıyorlar, ondan sonra da üstüne bir de bas bas bağırıyorlar birader!
Oğuzhan Kutlucan, bana yapılan korkakça ve kalleşçe saldırının ardından üstüne bir de kalkıp beni “kendisine hakaret ve tehdit ettiğim” iddiasıyla savcılığa şikayet etti biliyor musunuz?!.
Şaka gibi ama aynen öyle!
Başta Bursa Cumhuriyet Başsavcısı Abdulkadir Şahin olmak üzere son dönemde son derece şeker, renkli ve tam anlamıyla hukuk adamı savcılarımızla tanıştım. Hem yüz yüze yaptığımız sohbetlerde oldu bu durum, hem de hiç tanımadan gıyabımda verdikleri kararlarla.
Ve dedim ki kendi kendime artık, “İşte bu! Bursa’da savcılar var”!..
Cumhuriyet Savcısı Naci Çalışkan diyor ki, Oğuzhan Kutlucan’ın şikayetine ilişkin verdiği “ret kararının” girişinde:
“Müşteki (şikayetçi) -saldırı sonrası kaleme aldığım yazı- içeriğinde ‘aşağılık kompleksli, yedi sülaleniz yedi gün bile bu memlekette barınamazsınız, 75 yaşındaki anamın tek bir bedduası bile -bana vuran- o ellerini kurutmaya yeter, bunu da yaşayıp göreceksin. Bu kadar ahmakça, bu kadar cahilce bir iş yapılır. Yanlış kayaya tosladın, bunun sonuçlarını her anlamda, her zaman göreceksin” ibarelerini kullandığını, bu şekilde müştekiye hakaret ettiğini ve tehdit ettiğini belirterek şikayetçi olmuş ise de…”
İşte Naci Çalışkan’ın bundan sonra yazdıklarıysa tüm hukukçulara ders olarak okutulacak türden:
“Yapılan soruşturmada;
Basın özgürlüğünün, Anayasa’nın 28’nci maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1’nci ve 3’ncü maddelerinde düzenlendiği, bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı, basına sağlanan güvencenin amacının toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmek olduğu, bu durumun da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olmasıyla olanaklı olduğu, basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumlu olduğu, basının bu nedenle ayrı bir konumunun bulunduğu, basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olayın hukuka aykırılık oluşturmayabileceği…
Basın özgürlüğüyle kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına almasının düşünülemeyeceği, bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edileceği, bunun için temel ölçütün kamu yararı olduğu, gerek yazılı gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmesi, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de koruması gerektiği, yine basının objektif sınırlar içerisinde kalmak suretiyle yayın yapması gerektiği, o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basının sorumlu tutulmaması gerektiği…
Gazete Bursa’nın 10-02-2015 tarihli nüshasında müştekinin iddia ettiği yazının yayınlandığı, yazı içeriğinde gazetenin köşe yazarı olan Mehmet Ali Yılmaz’ın darp edilmesi olayının anlatıldığı, olaydan sonra kaçmak için kullanılan aracın Nurettin Kutlucan’ın kurduğu Karacan firmasına ait olduğunun, Nurettin Kutlucan hakkında daha önceden yazı kaleme alındığının, Nurettin Kutlucan’ın torunu Metehan Kutlucan’ın karakola giderek, yazılanlara kızarak kendisinin yaptığını beyan ettiğinin belirtildiği, devamında kendisine vuran kişinin müşteki olduğunun, müştekinin yüzünde ve gözlerinde büyük öfke olduğunun, kendi canı yandığı kadar müşteki için de içinin acıdığının, müşteki adına da üzüldüğünün, doğu kültürlerinde insanların hep ikinci planda kaldıklarının, kendinden daha üstün gördüklerine biat ettiklerinin, bu nedenle tüm ömürlerini kendilerini ispat etmek için harcadıklarının, bir nevi bir ömür boyu yaşanan bir aşağılık kompleksi olduğunun, müştekide çok daha fazlasının var olduğunun, müştekinin insanlara bu kadar öfkeyle baktığı için çocukluğunda ruhen ve bedenen şiddet gördüğünün, Mehmet Ali Yılmaz’a arkadan kalleşçe saldırıldığının, kendilerinden korkmadığının, haksızlıkları yazdığının, olay sırasında orada olan Metehan’ın da vurmaya çalıştığının, gencecik çocuğun da olaya karıştırıldığının, ölseydi bu memlekette barınamayacaklarının, Metehan’ın gencecik yaşta katil olacağının ve buna benzer başka ibarelerle sitem dolu, olayı eleştiren bir yazı olduğu…
Mehmet Ali Yılmaz tarafından kendisine yönelik darp eylemine tepki olarak yazının yayınlanmasının basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, yapılan haberlerde yer alan ifadelerin eleştiri ve sitem mahiyetinde olduğu, yazarın değer yargılarını içerdiği, bu değer yargılarına gerekçe gösterilebilecek olguların da haberde mevcut olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da değer yargılarının kısıtlanamayacağına vurgu yapıldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin olaylar ve değer yargılarını birbirlerinden ayrı irdelediği, mahkemenin, basının -ancak- doğruluğunu kanıtlaması koşuluyla eleştirel yargılarda bulunabileceği savını dahi reddettiği, bunun sözleşmenin 10’ncu maddesiyle teminat altına alınan fikir özgürlüğünün özüne aykırı olduğunu vurguladığı…
Bununla birlikte basının belli ölçüde abartma, hatta tahrik etme ve polemik olarak kabul edilebilecek kişisel açıdan taşkın ifadeler kullanma hakkını da kabul ettiği…
Yukarıda yazılan gerekçelerle müşteki tarafından iddia edilen somut olayda suç unsuru bulunmadığı anlaşılmakla;
Şüpheli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA …. Karar verildi.
Naci ÇALIŞKAN-Cumhuriyet Savcısı”
Bu arada savcılık makamı Kutlucangillerin saldırısıyla ilgili dosyayı tamamladı.
Duruşmalara sizleri de beklerim.
Adli yılın başlamasıyla birlikte kendileriyle hukuki zeminde de buluşmayı sürdüreceğiz.
Napıyon len İbrahim?
Oturuyo musun hala orada?
Kendilerine halkın cebinden alıp da yılda 26 buçuk trilyon daha fazla para vermeyen Yıldırım Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali’yi, Line Televizyonuna çağırıp konuk ettiği için Aysın Komitgan’ı işten çıkarmış seninkiler?!.
Bak seni de patronluktan çıkardılar!
Ne oturup duruyon len sen hala orada kombaba gibi?