Yaşamımda ilk kez Ünlü Cadde’deki İskender kebapçısının önünde dizili tahta kasalarda görmüştüm şişe suyunu.
Üzerinde “Erikli Su” yazıyordu.
“Niye bu insanlar “erikli” su içiyorlar” diye de merak etmiştim açıkçası?!.
Öyle ya…
Kebabı yedikten sonra çeşmeden mis gibi normal su içmek varken, şu İstanbul’dan Uludağ’a kaymak için gelen asri kesim neden “erikli suyu” tercih ediyorlardı?
Suyun “erikli” olmadığını, markasının öyle olduğunu çok sonra fark edecektim.
Sular çeşmeden içilirdi o yıllarda.
Uludağ’dan süzülüp gelen akıntılar depolarda toplanır, sonra da şehir şebekesine verilirdi.
Neredeyse her köşede bir çeşme vardı kent merkezinde.
Sıcak yaz günlerinde bunaldıkça ağzımızı dayar, kana kana içerdik.
Miyarlarca yıldan beri yer kürenin atmosferinde dönüp duran su tüm canlılar için hayat kaynağı.
Dünya yüzeyinin yüzde 70’i suyla kaplı.
Bunun yüzde 97’si tuzlu su ve yüzde 2’si de buzulları oluşturuyor.
Geriye diğer tüm canlıların yaşayabilmesi için sadece yüzde 1 kadarı kalıyor!
Onu da yabancı su tekellerine satarak halkımızı sağlıklı su içmekten mahrum bırakıyor devletimizi yönetenler ne yazık ki!
Ve sık sık dile getirdikleri “Bursa’da su çeşmeden içilir” sloganıyla vaziyeti kurtarmaya çalışıyorlar!
Bursa’da su çeşmeden içilmez; en azından ben senelerden beri içmiyorum!
1970’li yıllardan sonra bu şans yitirildi çünkü.
MHP’li Cemil Aydın en son belgeledi durumu.
Çevredeki onlarca köyün kanalizasyonu doğrudan Doğancı ve Nilüfer barajlarına akıyor!
Ramazan emiceyle, Hacer yengenin akşam yedikleri tarhana çorbası, kuskus hamuru ve erik hoşafı sabah ezanından önce bize “için” denilen suyun içine akıyor!
Tabi buna mevsimine göre diğer köylerden gelen patlıcan musakka, bulgur pilavı, ucuzcu marketlerden günü geçmiş alınan tavuk yemekleri, kelem turşusu ve soğanın cücüğünü de eklemek mümkün!
İstediğiniz kadar filtre edin, bir kere iş psikolojik olarak bitti zaten!
Şimdi geliyoruz kimyasal yanına:
Suyun doğal kaynağından çeşmeye gelene kadar geçirdiği yolculuk ciddi sıkıntılarla dolu.
Yüzey suları barajlara akarken bütün sebze ve meyvelerde kullanılan zehir kalıntılarını bünyesine topluyor bu bir…
Mikrop, virüs, parazit, deterjanlar ve ağır metaller de bu işin tuzu biberi.
Bu arada, göller ve barajlarda oluşan yosunlaşmanın “bakır sülfat” uygulamalarıyla giderilmeye çalışıldığını biliyoruz.
Genel olarak “algasit” adı verilen bu planktonları önlemek için yüzme havuzlarında da benzer kimyasallar kullanılır; siz “yüzdüğünüz suyu gönül rahatlığıyla içebilirsiniz” diyen birini gördünüz mü hiç?
Hadi suyu filtre ettiler…
Patlıcan musakkalar gözle görünür olmaktan çıktı.
Sonra?
İçindeki canlıları öldürebilmek için bas “kloru” ya da türevlerini suya!
Sonra dinlendir, ver şebekeye.
Peki ya su depolarında ve evlere kadar gelen borularda bulunan toprak, pas, kir, parazit, mikrop ve virüs gibi unsurlar çeşme suyuna bulaşmıyor mu sanıyorsunuz?
Bir kere suya katılan klor, “trhialometan” adlı kimyasala dönüşüyor ve bu madde tam bir kanserojen!
Öyle ki, sadece içerek değil, sıcak duşla bile vücuda geçebiliyor!
Günümüzde onca artan kanser vakalarının aynı zamanda içilen çeşme suyundan kaynaklanmadığını kim söyleyebilir ki?
Efendim, yok neymiş, halk arasındaki tanımıyla “kireç” yani kalsiyum açısından zengin olduğu için mutlaka çeşme suyu içilesiymiş!
Çaydanlıklarınızın dibine bir bakın bakalım, kısa sürede nasıl da kireçlenme yapıyor?
İşte o malzemenin vücuttaki damarlarınızı kapladığını düşünün!
Belli bir sertliğin üzerindeki su bedenimizin ulaşım kanallarını zaman içinde mutlaka tıkar.
Dünyadaki kıtlığına rağmen Bursa bir su cenneti hala.
Ben şimdiye dek suyla ilgili politika üreten siyasetçi, temiz ve ucuz içme suyu temini hakkında söz söyleyen çevreci görmedim!
Uludağ’dan akıp gelen mis gibi berrak su kaynakları niye yabancı su tekellerinin emrine veriliyor örneğin?
Bunlar belediyelere tahsis edilip bedava ya da çok ucuz fiyatlarla halkın tüketimine sunulamaz mı?
İsviçre’deki elin Yahudisi el koyup pazarlayacağına benim Seyitabat’taki suyumu, nakliyesini de köyün muhtarına yaptırarak üstelik, Bursalılar bedavaya kana kana içemez mi?
Mesela şu Kestel’deki Coca Cola fabrikası…
Adamlar bırakın Türkiye’yi, tatlandırıp şişeledikleri ürünü tüm Ortadoğu ve kuzey Afrika’ya satıyorlar!
Dünyaya pazarladıkları benim suyumu yer altındaki nehirden çıkardıktan sonra ne kadar bedel ödüyorlar, kimse kontrol ediyor mu bunu, bilen var mı?
Hülasa insanlarımız çeşmeden b.klu su içmeye teşvik edilirken, billur gibi kaynaklarımız kapitalizmin çarklarına teslim edilmiş durumda!
İşin özeti bu.