Höm hömücük burnu minicik kızım o trafik yön tabelasını odasının kapısına astığında 16 yaşında filandı; üzerinde de sağa doğru bir “ok” işareti ve “Los Angeles” yazısı vardı bakalit plakanın.
“Kızım, bizim şu anki imkanlarımız seni Amerika’da okutmaya yetmez” deyip bir tabela da ben astım kapısının pervazına.
Onun üzerindeki oksa tam aksi yönü gösteriyor ve şöyle yazıyordu üzerinde:
“Los Keles”!..
Yıllar yılı kovaladı…
Ekmekçi Sülalesinin baskın karakterli kadınlarının genlerini taşıyan, üstelik de Aslan burcu bir anneden doğma hatun ne yaptı, ne etti, bundan beş yıl kadar önce tahsil hayatınısürdürebilmek için kapağı Amerika’ya atmayı en sonunda başardı!
Kendi öz evladım olsa ancak bu kadar sevip, başarı ve becerilerinden dolayı kıvanırım, sağ olsun Gökhan’ımızın katkı ve destekleriyle de çok şükür bu günlere geldi Mürüvvet hanım.
Şimdiyse düşünde 2 seneliğine İtalya’ya gidip, “şeflik” okumak var!
Hayali Los Angeles, Santa Monica’da bulunan Long Beach’in oralarda kendisinin işleteceği, yemekleri de ekibiyle birlikte kendisinin yapacağı bir restoran açmak.
Hayat, herkesin kendi hayatı, nerede, nasıl mutlu olacaksa öyle yapsın.
Benim de var düşümde, birkaç sene içinde konuklarımı ağırlayabileceğim küçük, butik bir tesis açmak doğduğum topraklarda.
Arzum, yöre insanına dağ bölgesinin turizmle kalkınabileceğini, doğru yapılırsa da insanların dünyanın dört bucağından oralara kalkıp gelebileceklerini göstermek!
Çam ve kekik kokularını çok özlüyorum dağlarımın.
Hem, kitaplarımı yazmaya da başlamak istiyorum artık; sizlerle paylaşacağım daha çok şey, pek çok anılar, öyküler, hikayeler var beynimde.
Yemek yapmayı, yedirmeyi, içirmeyi oldum olası ben de çok severim.
Ayrıca Bursa’da kim ne yapıyor, hangi restoranın yemekleri güzel, hangi usta daha başarılı, tüm bunları hayli iyi bilirim.
Sadece kent merkeziyle sınırlı kalmaz lezzet turlarım.
Mesela her sene en az iki kez İznik Gölü’nün kıyısındaki Rahmi Baba’da yayın şişim vardır.
Kendine özgü baharatlarıyla, domates ve soğan sosuyla marine edilen, ızgarada pişerken de defne yapraklarının o kendine özgü rayihasını içine sindiren nar gibi kızarmış iri kuşbaşı kesim yayın balığı parçacıkları mutlaka kendilerine çağırırlar beni; damağımda bıraktıkları lezzet yıllardan beri beynimin en ince kıvrımlarına dek işlemiştir çünkü.
İnsan beyni iki şeyi unutmaz:
Bir koku, iki lezzet!..
Dükkanın adı tam aklıma gelmedi şimdi, “Kardeşler” miydi neydi, Uluabat’a giderken köye varmadan önce tabelaya uyup, sola dönerseniz eğer göle sıfır, salaş bir balıkçı lokantasıylakarşılaşırsınız.
Hala tahta masa ve sandalyelerle sunulan hizmet sanki 70’li yılların film setlerinden birindeymiş hissi uyandırır insanda.
Az ötedeki masada Filiz Akın’la, Ediz Hun oturup, el ele koklaşıyor gibidir.
Bakın, mesela orası da yayın ve turnayı tavada en iyi yapan yerdir benim gözümde.
Kılçığı alınmış çizik çizik lokum gibi balıklar dağılıverirler ağzınızda.
Hele bir de çoban salata yapar ustası, ab-ı hayat kaynağıdır, şakır şakır sıktınız mı limonu üstüne, biraz da soğuk taş sıkma halis yemyeşil kıvamdaki zeytin yağını gezdirdiniz mi üzerinde, eser miktarda da tuz, of, of, yemeyip de sabaha kadar yanında yatsanız yeridir yani!
Bu sütunların sürekli takipçileri “Şahin Gençal” ismini yakından tanırlar.
Henüz anımsamayanlara da “hani tam 18 senedir hiç aksatmadan Uludağ yolundaki kedi ve köpekleri kendi elleriyle besleyen bir güzel adam, bir güzel gönül çınarı vardı ya” desem, hemen hatırlayacaklardır?
Halk arasında “ince hastalık” da denir…
Şahin abinin babası o daha sadece 35 günlükken “verem” hastalığından ölmüş.
Rize’nin Ardeşen ilçesinde hayata veda ettiğinde sadece 21 yaşındaymış genç Muhammed.
Ardında 20 yaşında dul genç bir kadın ve henüz bir ayını anca doldurmuş sabi bir bebe bırakmış.
Ne hayatlar, ne hikayeler var yurdum insanlarının uslarında.
Ayıptır söylemesi, lisede Sağlık Bilgisi dersim 10’du!..
Kısa boylu, esmer kıvırcık saçlı, sert mizaçlı, zayıf, yaşı geçkince bir hanım gelirdi Bursa Erkek Lisesi’ndeki sınıfımıza; tüm mikropların özelliklerini, hangisinin hangi hastalıklara yol açtığını, bulaşma yöntemlerini, nekahat ve nüksetme devrelerini bilmek zorundaydık ayrıca.
İlk yazılı sınavdan bir gün önce bizimkinden birkaç bina aşağıda oturan Ayşe ninemin (İnhal) evine “orada ders çalışacağım” bahanesiyle tüymüş, saatlerce uğraşıp küçük karton kağıtlara kopyalar hazırlamıştım.
Bizim evde yapamazdım bunu, annem anlardı!
Büyük dayım Avukat Hasip İnhal’in anası Ayşe ninemse “ders çalıştığımı” sanıp, “çalış oğul, çalış” diyerek çay demlemiş, “petit beurre” bisküvi çıkarmıştı bana.
Artık hissetti mi nedir, kadın sınav boyunca gözünü sadece benim üzerimden hiç ayırmadı!
Ucunu bile çıkaramadım kopyalıkların.
Yazılının bitmesine son 15 dakika kalınca da artık “ne olacaksa olsun” deyip, aklımda ne kaldıysa onları yazdım kağıda.
Bir hafta sonra hoca notları açıklayınca görüldü ki, sınıfın tamamı dökülmüş, bense kopyaları hazırlarken aklımda kalanlarla tüm soruları yanıtlamıştım!
En çok da 10 yerine 9 dokuz aldıkları vakit oturup ağlayan Hakan ve Alper’e şaşırmıştım doğrusu, nitekim biri okul birincisi, diğeriyse ardından az farkla ikinci olacaktı bir sonraki yıl; 6 ya da 7 filan almışlardı o gün Sağlık Bilgisi dersinin ilk sınavından hatırladığım kadarıyla!
Sonra bu gaz üzerine sevdim konuyu, işi daha sıkı tutup başarılı oldum iki dönem boyunca.
Onun için şu Verem hastalığına yol açan Koch Basilini çok iyi bilirim.
Şöyle sosis gibi, hareketsiz, sporsuz, üzeri bal mumu gibi ince bir tabakayla kaplı, aside dirençli lanet bir bakteridir.
Herhangi bir organik madde içinde aylarca hastalık yapma özelliğini koruyarak hayatta kalabilir.
Mekanı cennet olsun, Allah ondan bir değil, bin kere razı olsun, Alman hekim ve bakteriyolog Robert Koch buldu ilk kez 1882’de bu mikrobu.
Daha sonra da 1921’de BGC adıyla iki Fransız bilim adamları olan Albert Calmette ve Camille Guerin, Pasteur Enstitüsü’nde ürettiler ilk aşısını.
Onlardan da Allah razı olsun.
O güne dek dünyada milyonlarca insanı yaşamdan koparan bu ince hastalığın aşısıysa Türkiye’ye, Şahin Gençal’ın babasının ölümünden sadece 3 ay sonra gelecekti!
Sadece Verem mikrobunu bulmakla yetinmedi Robert Koch, ayrıca Koleranın mikrobunu da buldu, Sıtmanın üzerinde çalışıp, Uyku Hastalığının Afrika’da yaşayan Çeçe sineklerinden geçtiğini tespit etti.
Şahin abiyse geriye kalan tek çocuk olarak anasıyla birlikte tutundu yaşama.
İki oğlu oldu onun da ilki Ömer, ikincisi Mehmet.
Ömer sıra dışı bir insan.
Çalı’ya girişte soldaki benzinliği o işletiyor; adını Şahin abinin dedesi koymuş.
Tam 18 yıldır gün aşırı sokak hayvanlarını besleyen babası gibi o da bir parça sıra dışı, deli bir çocuk!
Benzin istasyonunun önünde bir 302 Mercedes otobüs göreceksiniz, deli bir şey!
Onu almış, içini yeniden düzenlemiş, öyle muhteşem bir karavan haline getirmiş ki Ömer, ortalıkta “karavanım” diye gezenlerin hepsini gömer!
Şahin Gençal’ın ikinci oğluysa Mehmet, onun adını da 2003’te 83 yaşındayken vefat eden anası Hanife teyze koymuş; genç yaşta Veremden ölen kocasını yaşatmak istemiş belli ki bahtsız kadın!
Mehmet sakin, saygılı, haza babası gibi son derece beyefendi bir insan.
Ramazan ayı başlamadan kısa bir süre önce Görükle’de Atatürk Bulvarı üzerinde “Mahal”isimli bir Kafe-Restoran açan Mehmet’i ziyaret ettik babasıyla birlikte.
Mahal bundan böyle benim de favori mekanlarım arasına girdi.
Lezzetse lezzet, kültürse kültür, oyunsa oyun, her şey var Mahal’de.
Abi, hangi restoranın kütüphanesi var günümüzde, orada oturup Tolstoy’un Anna Karanina’sı, Maksim Gorki’nin Ana’sı ve Gustave Flaubert’in Madam Bovary’isini okuyabileceğiniz ya?
Bir de oyun salonu kurmuş Mehmet aynı yere, özellikle Ramazan ayında gençlerin her türlü oyunu oynayıp, birlikte vakit geçirebilecekleri geniş bir mekan da kazandırmış Görükle’ye.
İtalyan ve Meksika mutfağından seçmeler sunulan mönüsüyse çok zengin Mahal’in.
Baran Usta, yardımcısı Ece hanımla birlikte hazırladıkları bir “Bonfile Çökertme” sundu ki bana, lezzetinden mayışıp, koltuğun üzerine adeta çöktüm kaldım!
Muhteşem, nefis!..
Şahin abi “Beğendili Tavuk” yedi.
Ucundan bir parça ben de tattım.
Abi, bir şef tavuk etini böylesine lezzetli hale getirebiliyorsa eğer, inanın parmaklarınızı da size rahatlıkla yedirebilir!
Bu yaz geldiğinde Mürüvvet’imi yanına biraz göndereyim de iş öğrensin!
Mesela Hellim salatasını, onun güzelliğini anlatmaya başlasam bu gün sizlere, en az bir bu kadar daha yazmam lazım!
Ama Baran ustanın o salataya kattığı kurutulmuş domates parçacıklarının lezzeti beni çocukluğuma, anamın yaz güneşinde kurutup da kışın bizlere yedirdiği günlere götürdü doğrusu.
Söyledim ya ister güzel olsun ister kötü, “insan beyni kokuyla, lezzeti asla unutmaz” diye.
Kalitesine rağmen yiyecek ve içecek fiyatları da olabildiğince ucuz tutulmuş Mahal’de.
Mesela daha geçenlerde Podyum Park’taki bir mekanda üstelik de çiğnemekte zorluk çekerek tam 45 liraya yediğim bir bonfileyi neredeyse esnaf lokantası fiyatına, sadece 28 liraya mideye indirebilirsiniz orada; porsiyonlarının büyüklüğünü de görünce anlayacaksınız!
Makarnalar da bedava, 7 lira sadece!..
Koca bir tabak Tavuklu Sezar Salata sadece 15 lira, şaka gibi!..
Bonfile Salata 16-17 lira.
Çok severim, Espresso 5 lira, dublesi 6 buçuk.
Yine Podyum Park’ta 18 liraya sunulan Tiramisu’nun fiyatı Mahal’de sadece 8 lira; üstelik de tadından, lezzetinden yiyemezsiniz, o kadar nefis yani!
Memeedd, Memed…
Helal olsun Memed.
Deden sağ olsaydı hiç kuşkusuz seninle gurur duyardı Bursa’ya böylesi güzel bir mekan kazandırdığın için!
Mahal’in telefonu:
0 224 909 00 56
Ramazan mönüsü de hazırlamışlar.
Tavuklusuna 50, etlisine de 60 lira fiyat biçmişler.
Eminim ki benim selamımı söylerseniz eğer, indirim de yapar Mehmet Gençal.
Bursa’da her yer artık bir adım.
Görükle’deki Mahal’i de hele bir yaşayıp, tanıyın diyorum.
Hiç pişman olmayacaksınız.