Kadın, adama “sana apandisit ameliyatı olduğum yeri göstereyim mi ister misin” demiş birlikte arabayla giderlerken?
Adam heyecan içerisinde “evet” yanıtını vermiş, “çok isterim o bölgeyi yakından görmeyi!..”
“İşte” demiş muzip kadın, “şu sağdaki binanın ikinci katında bulunan köşedeki oda!..”
………..
Ne zaman Muradiye Devlet Hastanesi’nin önünden geçsem aklıma bu fıkra ve binanın ikinci katında bulunan, apandisit ameliyatı olduğum o eski koğuş gelir.
Babamla birlikte şiddetli bir karın ağrısı şikayetiyle gitmiştim o gün.
Henüz o sıra Altıparmak’ta bulunan İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi birinci sınıfına gidiyordum.
Hemen apar topar yatırmışlardı beni; yatırmışlardı yatırmasına ama daha sonra ağrım geçince birkaç gün hiçbir şey yapmadan bekletmişler, acil gelen hastaları almışlardı içeriye.
Tesadüf o ya sınıf arkadaşım Ali Asker Yalçın da aynı teşhisle aynı koğuşa yatırılmıştı.
Birlikte çok eğlenmiştik Ali Ekber’le.
Adamın birini o gün basur ameliyatı yapıp yüz üstü yatırdılar.
Tüm gece yüksek sesle söylendi durdu “Allah’ım bu acıyı verecek ben sana ne yaptım” diye!
En sonunda karnı boydan boya yarılıp midesi alınmış başka biri artık dayanamayıp, “sus be adam! Benim burada gıkım çıkmıyor, sen saatlerdir konuşup duruyorsun, sus artık” diye çıkışınca kesmişti sesini hiç unutmam!
Koğuş sistemi vardı o yıllarda devlet hastanesinde.
En az 20 hasta aynı yerde yatardı.
Bana narkozu veren doktorun sadece birkaç saniye görebildiğim çakır gözlerini de unutamam mesela.
Nasıl da güzel gözlerdi onlar öyle; derya içre birer derya gibi alabildiğince derindiler, bir katre olasım gelmişti o an inanın içlerinde.
Tanışmak istemiş fakat tüm bakınmalarıma rağmen başka bir yerde rastlayamamıştım o doktor hanıma.
Gözlerindeki menevişler kaldı yıllar öncesinden geriye yadigar.
……………
Bursalı olup da Bursa’da yaşayan herkesin iyi kötü bir anısı vardır mutlaka Muradiye Devlet Hastanesi’nde.
12 Eylül Öncesi faşist katiller tarafından gencecik yaşta öldürülen bir arkadaşımızın cenazesinialmaya gitmiştik mesela kapısı arka tarafta bulunan morgundan.
Çok üzgündük.
Slogan atıyorduk.
Annemin, annesinin annesi Ayşe ninem vefat etmişti.
Onun da cenazesini almaya gitmiştik yine babamla.
Sıra sıra bir sürü ceset uzanıyordu mermer taşların üzerinde.
Hepsinin üzeri birer beyaz çarşafla örtülüydü.
“Bakın, sizinki hangisiyse bir an önce yıkayıp teslim edelim” dedi imam?
İçerisi karanlıktı.
Henüz çok gençtim.
Korkmuştum, içim ürpermişti.
Ben bakamamıştım.
Tek tek çarşafları baş ucundan kaldırıp ninemi bulana dek hepsinin yüzüne baktı babam.
Çok cesurdu, hiç bir şeyden korkmazdı.
Almanya’da bulunduğu yıllarda çalıştığı fabrikada yaramaz, genç bir alman varmış.
Çok tehlikeli biçimde hızla dönen kazanların üzerinden atlar, aklınca etraftakilere gösteri yaparmış bu çocuk.
Bir sabah kazanın içinde U biçiminde cesedini bulmuşlar oğlanın.
Meğerse tüm gece orada kalmış ve katılaşmış bedeni.
Adamlar düzeltip tabuta koyabilmek için iki ucundan çekiştiriyor ama başarılı olamıyorlarmış bir türlü.
“Siz çekilin şöyle” demiş babam, sonra oğlanı yüz üstü çevirip sırtında kütür kütür gezinerek düzleştirivermiş!
Anlatırdı gülerek çok eskiden kısa süre kaldığı Almanya anılarını.
“Öf baba ya” deyip kızardık, içimiz bir hoş olurdu.
Bir iğne bulmuş olsa içim gam yemeyecek ama hazineciliğe de çok meraklıydı rahmetli.
“Başın derde girecek” diye ona da kızardım.
Zaman zaman arkadaşlarıyla dağ bayır dolaşırlardı yok kayanın birinde bir tavuk, arkasında da altı civciv işareti varmış, onun dibinde de hazineler saklıymış filan diye.
Şimdi yaşlı ve göbekli hissediyorum kendimi.
Yine aynı yaşlardayım, çok gencim.
Kömür alıp sattığı Orhaneli ocağında hafriyat sırasında Roma dönemine ait asker mezarlarıçıkmış ortaya.
Yamaçların içine doğru oyulup, tuğlayla örülen mağara benzeri oyuklarmış bunlar.
“Girdin mi” diye sordum?
Girmez mi hiç!
Dirseklerinin üzerinde sürüne sürüne girip bakmış içlerine!
Yahu, içlerinde tilki, çakal ya da kurt yuva yapmış olacak, yavrularını korumak için saldıracak, ne gam!
“Ne vardı, ne gördün” diye sordum; “her yer kemik” dedi!
-Kafa tası var mıydı?
“Olmaz mı” dedi, “kafatası da vardı, uzun uzun bacak kemikleri de.”
Aklımca vernikleyip, içine de bir ampul koyarak gece lambası yapacak, odama koyacağım!
Gece gözlerinden bir çift ışık yansıyacak karşı duvara!
Bana bir tane kafatası getirmesini rica ettim babamdan.
Sonra unutmuşum, aradan 10-15 gün geçti eve elinde tuttuğu koca bir çuvalla geldi mübarek.
Getirip salonun ortasına da koydu.
Bu ne dedik?
“Ee kemik istedin ya” dedi?
Parça parça, ne bulduysa doldurmuş, kaburga, kaval, leğen, uyluk, aklınıza ne gelirse!
Haa! Kafatası da var ama parça parça, bütün olanı hiç yok!
Hiç biri benim işime yaramaz.
Dışarıya çöpe koysak, biri görse, adamların bin sene önce öldüğüne kimseyi ikna edemeyiz!
Maazallah hiç kuşkusuz “seri katiller yakalandı” diye ertesi gün manşetlerdeyiz.
“Baba, Allah aşkına götür yerine koy bunları” dedim.
Doğancı Deresi’nden aşağı atmış geçerken.
…………
Yaşamdan kopmaya başladığı son ayların bir bölümünü de Muradiye Devlet Hastanesi’ndegeçirdik beraber.
Meğerse yıllar yılı ne çok anı biriktirmişim orada.
Bahçede, ön taraftaki havuzun yanında bulunan kantine oturmuş birlikte çay içiyoruz güneşli bir bahar günü.
Sonra birden “görüyor musun” dedi, “bir tane bile güzel insan yok etrafta, hepsi çirkin çirkin!..”
Hakikaten, baktım çok doğru, hepsi eciş bücüş, yamuk yumuk bir sürü hasta ve hasta yakını!
“Neden biliyor musun” dedi ardından?
“Neden” diye sordum?
“Buraya gelenlerin hepsi ya fakir ya da orta gelirli ailelere mensup da onun için! Güzel kadınları çirkin de olsa varlıklı erkekler alıyor ya da güzel kadınlar varlıklı adamlara varıyorlar. Dolayısıyla, onların çocukları da güzel oluyor!..”
Vay!
Darwin amcam halt etsin, işte size doğal seleksiyon ve evrimin babamca teorisi, üstelik içinde ekonomik kuram da var !
Gittim geçenlerde Acıbadem Hastanesi’ne, gene baktım etrafa, babamın teorisi orada tam anlamıyla vücut buluyordu.
Hastalardan, hasta yakınlarına dek afet-i devran gibiydi cins-i latiflerin tamamı.
Güzel gözlü doktoru gözlerim yine aradı ister istemez, özel hastaneye geçmiş olabilir diye düşündüm içimden.
Rahmetli babam son günlerini Bursa Acıbadem Hastanesi’nin 5’nci katında geçirmişti.
Acıbadem kanser konusunda Bursalılar için bir nimet!
Gösterilen ilgi ve özeni unutamam, minnettarım tüm personeline.
Beş yıldızlı otel konforunda uluslar arası standartta hizmet sunuyorlar, elleri dert görmesin.
Vefatının ertesi günü yan taraftaki Tatlı Badem Pastanesi’nin karşısındaki morgdan alıp memlekete götürmüştük, çam kokulu dağlarına.
Aslında başka bir şeyi yazacaktım ama “Mısır’ın ya da Tibet’in ölüler kitabı” gibi oldu bu yazı!
Ceset, cenaze, kemik, gırla gitti daha en baştan beri!
Fakat madem iş buraya kadar geldi, kadim defin gelenekleri içinde nedenini pek az insanın bildiği bir uygulamanın nedenini anlatayım size.
Evlerde bekletilen cenazelerin üzerine bıçak gibi kesici aletler koyarlar, peki neden?
El CEVAP: Bıçağın üzerine cenaze konulamayacağı için!
Şaka şaka!
Bunu da çok erken kaybettiğim rahmetli Tankut abimden (Sözeri) öğrenmiştim.
Kadim bir doğu geleneğiymiş.
Eskiler cenazesi defnedilse bile ölen kişinin ruhunun evini terk etmeyeceğini düşünür ve onu korkutmak için koyarlarmış o bıçakları!
Ruh bıçağı görünce korkacak ve cesetle birlikte zamanı geldiğinde evi sonsuza dek terk edip uzaklaşacaktır böylece!
Bu gün asıl yazacağım konuya gelince…
Dün Muradiye Devlet Hastanesi Başhekimi Halil Karahan’ı aradım, yok, “atta” gitmiş, yardımcılarını istedim telefona, yok, “atta gitmişler.”
Bursa İl Sağlık Müdürü Özcan Akan’ı aradım daha sonra o da yok, “atta gitmiş.”
Arkadaş, adamdan ne teminat alınmış ne de banka mektubu!
Muradiye ve Çekirge Devlet, Zübeyde Hanım ve Şevket Yılmaz hastanelerinin kantinlerini işleten şahıs sadece Muradiye’ye 3 buçuk milyon lira kira borcu takınca şimdilik Zübeyde Hanım hariç, diğer tüm hastanelerin kantinleri meğerse icra kanalıyla boşaltılmış.
Babamla birlikte çay içtiğimiz havuz başı da dahil, akşam olduğu vakit hasta yakını ya da nezaretçileri içecek bir yudum su dahi bulamıyorlarmış!
Geçen gece yoğun bakımda hastası olan bir okurum aradı.
Bu skandal mutlaka bir an önce halledilmeli.
Astronomik kira bedelleri almak uğruna işin bu noktaya gelmesine sebep olan yöneticiler tespit edilip soruşturulmalı.
Ne demek acılı insanları oralarda çaysız çorbasız bırakmak?!.
Bu işin ucunda ölüm var ona göre!