Yazarlar

Çift yarık deneyi

post-img
O gün ahdetmiştim… Mutlaka görecektim… Babam, “Göremezsin” demişti çünkü!.. Belli ki kendisinin de bu konuda deneyimi vardı! Artık bir “erkek çocuğu” olarak babayla rekabet hissimden midir yoksa kendimi bildim bileli bir türlü söndüremediğim inceleme merakımdan mıdır, mutlaka görecektim işte!.. 70’li yılların başında Keles’ten göçerek Bursa’da satın alınan bir Rum evine ailecek yerleşmiştik… Ah! Şimdi olsa yıktırır mıyım saray gibi kocaman o muhteşem ahşap binayı yerine heyula gibi bir apartman dikmek için! Lakin, günün koşulları öyleydi işte… Hem en az 200 yaşındaki o ahşap yapı da artık iyice çürümeye başlamıştı… Bu kentte o tarihte inşa edilen evlerin en az yüzde 80’i gibi, en üst katın demir filizleri açıktaydı tabii  bizimkinin de… Hani, ileride belki bir kat daha çıkılır umudu! Çatısı filan yoktu yani… Çocukluğumuzda bizi Zekke Yenge’nin (Zekiye) sarı kızından sağdığı sütün içine, kümesteki folluktan sıcak sıcak alınan gezenti tavuk yumurtaları kıran, sonra onları da balla destekleyerek içiren annem dayanamamış, doğru dürüst kapısı bacası olmayan çatı katına bir benzerini daha kurmuştu. Hala hayıflanır, “Oradan benim salça kaynattığım etli bakır kazanımı çaldılar” diye!.. Çatıdaki tavuklar Gökdere’nin karşısındaki evinin terasında geleni geçeni süzen kız oğlan kız “Çatıdaki Cevriye” kadar neşeliydi… Kenarlardan geleni geçeni seyrederler, yumurtladıktan sonra da “Gıt gıt gıdak, yumurtam sıcak, inanmazsan gel de bak” diye nağmeler yakarlardı… Zaman zaman bize oturmaya gelen geçkince  “Çatıdaki Cevriye” annemle, babamın aralarındaki didişmelerde doğal olarak valideden yana taraftı! Bir gün babama, “Şu dünyaya bin kere gelsem yine de senin gibi bir adamla asla evlenmem” demişti, sanki bütün erkekler kapısının önünde kuyruk olmuş gibi! Rahmetli peder de bu lafın altında kalır mı hiç? O da yapıştırıvermişti cevabını: “Asıl ben bu dünyaya bin defa gelsem, ortalıkta da kadın kıtlığı olsa, yine de senin gibi bir hatunu almam!..” Her şeyin gülüş ahenk yürüdüğü yıllardı o vakitler… Kapımızın önünden yoğurtçu, kalaycı, dondurmacı, pamuk atıcısı, odun kıyıcısı, ayı oynatıcısı, akşamları da bacalardan yayılan is kokularının eşliğinde bozacısı geçerdi… Artık 70’li yılların sonuna doğru gelmiştik… Babamın, “Kesinlikle yumurtlama anlarını göremezsin, göstermezler” dediği çatıdaki kümesin önüne oturalı 5-6 saati geçmiş, follukta samanların üzerinde oturan, başındaki kırmızı tacı gözlerinin üstüne düşmüş kınalı tavuk ısrarla yumurtlamamak için direniyordu! Gözlerim poposunun üzerindeydi, tam yumurtlama anını gözleyecektim… Arada bir “Got got got” diye sesler çıkarıyor ama bir türlü yumurtlamıyordu nalet hayvan! Aynen Emin Adanur gibi sürekli boş boş konuşuyor ancak, ortaya hiçbir icraat çıkmıyordu!.. İşin kötüsü, sıradakiler de gelemiyordu kümese… Aklımda deli sorular, daha önce tüyleri yolunmuş nü horoz cesedi görmüştüm; Can Ertan’ın tanımıyla “bi bisi” yoktu orasında!.. Peki, nasıl çocuk sahibi olabiliyordu bunlar?!. Tam 2 saatten beri de korkunç sıkışmıştım… “Aşağı gideyim ben, bi koşuda ihtiyacımı görüp geleyim” diye yerimden kalkıp kapıya doğru yönelmişken birden vaz geçip geriye döndüm; “ne olur ne olmaz, belki o sıra yumurtlayıverirdi hayvan” çünkü!.. Döndüm… Yumurtlamıştı bile! “Sana göstermedim ya” diye bakışlar atarak kanatlarıyla şöyle bir silkindi ve yem kabına doğru kıvırtarak yavaş yavaş uzaklaşıp gitti!.. O gün anladım, “tavuk milletinin izlendiği vakit” farklı bir tepki verdiğini!.. Bursa Erkek Lisesi’nin artık yeni binasının ikinci katında gördüğümüz Fizik dersinde pisi bıyıklı erkek öğretmen saf yünden dokunmuş İngiliz kumaşından dikilme İspanyol paça pantolonunu savurtarak sıraların arasında yürüyor, bir yandan da soruyordu hepimize, “Söyleyin çocuklar, ışık dalgalardan mı oluşur yoksa, noktalardan mı”?.. Elbette içimizden “Ebenin ayağından oluşur hocam” diye geçiriyor lakin ilk yanıtları hep biri okul birincisi, diğeriyse ikincisi olan Alper Yakupoğlu’yla, Hakan veriyordu: -Dalgalardan oluşur hocam… -Hayır, noktacık şeklinde yayılır hocam… İşin enteresan tarafı tüm sınıfı madara etme bahasına tahtaya kalkan bu iki arkadaş çeşitli formüllerle hem “dalgayı” hem “noktayı” ayrı ayrı ispatlıyorlar, bizim kafalar da bir başka güzelleşiyordu… Ulan ne gıcık, ne ruhsuz, ne suratsız öğretmendi be!.. Şimdi yüzünü sorsanız Osmanlı gravürlerindeki gibi, belleğimde tasviri silik. O sıralar bilim dünyası bu “noktayla” “dalga” arasında sıkışıp kalmış, bendenizse “tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa, yumurta mı tavuktan” sorusuna yanıt arıyordum?!. Sonun da sanırım buldum da!!! Örneğin memelilerde fetus anne karnında erginleşirken, dinazorgiller familyasından evrilen yumurtlayıcılardaki ceninse önce bir kabuk eşliğinde dışarı çıkıyor, ancak belli bir ısıya maruz kaldıktan sonra aşama aşama “kızarmış piliç” halini alıyordu! Tavuk yumurtaya muhtaç değildi ama yumurta var olabilmek için kesinlikle tavuğa ihtiyaç duymaktaydı!.. O halde yumurta tavuktan çıkmaktaydı!.. Bana şimdi, “tavuğun da var olmak için yumurtaya ihtiyacı var ama” gibi bir Zati Sungur illüzyonu gibi bir nükte satmaya çalışmayın, döverim hepinizi ha! “Bulduk” diyoruz işte, hepsi o kadar… Ben bu büyük gizemi aklımca çözmüştüm ama dünyanın anlı şanlı fizikçileri “ışığın yapısını” çözemiyorlardı bir türlü!.. Sonra bir gün “Kuantum Fiziği” diye başka bir aleme takılmaya başladı çoğu… Atom altı parçacıkları inceliyordu bu bilim dalı… Teferruata boğmadan şöyle izah edeyim. Karşıdaki perdeye “H” harfinin ortasındaki yatay çizgiyi attıklarını düşünün, dikey olarak çift yarık açıyorlar ve buraya yönelttikleri ışık, o deliklerden geçerek daha arkadaki perdeye dağınık, karmakarışık bir şekilde düşüyor… Yani, “dalgalar” halinde yayıldığını ortaya çıkıyor... Deneyin yapıldığı odaya birini sokuyorsunuz, başlıyor benim tavuk yumurtasının çıkışını izlediğim gibi elektronları seyretmeye, ışık bu kez arkaya tam tersi bir tepkimeyle, yarıkların boyutunda “iki çizgi” halinde düşüyor ki, bu durum da “noktacık” özelliğini ortaya koyuyor!.. Bu ne şimdi? Tavuk misali biri bakınca farklı, bakmayınca farklı! Bu kez elektronları kandırmayı deniyorlar bilim insanları… İçeriye canlı birini değil, “kamera” yerleştiriyorlar!.. Bu hileyi yemiyor ışık, sanki biri varmış gibi “noktacık” özelliğini sürdürmeye devam ediyor!.. Adem oğluyla dalga mı geçiliyor ne?!. Bir öyle, bir böyle! Mudanya Belediyesi’nin CHP’li Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’aysa bir bakıyorsunuz, ne dalga ne de noktacık, sadece “Hayri özelliği” gösteriyor yani, hiçbir şey göstermiyor aslında!.. Bu kadar “hayırsız” bir belediye başkanı mı olur? Tam yedi yılda ele gelir, dişe dokunur bir hizmet yap be!.. Ortaya çıkan iş anlamında ne bi dalga var ne de bi nokta bu Hayri’de!.. Bir de “dalgıçlık” okulu açacakMIŞ, sen daha Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ilçene yaptığı yüzme havuzlarını işletmeyi beceremiyorsun be!.. Büyük ihtimalle geceleri rüyasında uçtuğunu görüyor bu Hayri! Bizim memlekette her İl ve her ilçe belediyesi aslında meclis üyelerini ve partililerini şöyle bir gezdirmek, yedirip içirmek, akşamları “davernalarda” oynatmak için kendilerine “kardeş şehirler” neyin bulurlar! Gidiş geliş yol masrafları ve tüm hesaplar belediye bütçesinden “Geççek geççek” diye şarkılar söyleyerek bu yolculuklara çıkan özellikle CHP’li belediye yönetimleri aslında “kazığın halka geçeceğini” gayet iyi bilirler ama “deve kuşu” ayağına yatarak kafalarını kuma gömerler!.. Bunlar, “Köprülerin, otoyolların parasını biz ödüyoruz haa” diye yaygara yapanlardır aslında… Ula siz ödemeyceniz de elin Pakistanlısı mı ödeyecek senin köprünün bedelini!.. Bakın, aksi olsaydı vallahi şaşırırdım! Millet kendine şuracıktan, Bulgaristan’dan, Azerbaycan’dan filan kardeş şehirler bulurken bizim Hayri işi birazcık abartmış ve “Surveyvır” mıydı yoksa, “Sürveyvır” mıydı neydi, Acun abinin cukkayı cebe indirdiği dizilerin çekimini yaptığı, dünyanın öbür ucundaki sahilleri seçmiş kendine!.. Senaryoya göre muhtemelen Hayri üzerinde Hawai gömleği, kolunda zevcesi Gülbahar Hatun’la birlikte bir kanodan iniyor ve sahilde kendini beklemekte olan burunlarına domuz kemiği sokulmuş katil suratlı tipler eteklerini sağa sola kudüm eşliğinde savurarak Türkyılmaz Çifti’nin boyunlarına birer kasım patı halkası takıyorlar… “Barışın ve kardeşliğin kenti Mudanya’dan geliyoruz” diye orada nutuk atan Hayri, “Mudanya Mütarekesi’nin bir barış anlaşması değil, geçici ateşkes mutabakatı” olduğunu hala bilmiyor!.. Hindistan cevizi kabuğunun içine konulan bir şişe sahte cin kokteylini pipetten bir çekişte emen Hayri az sonra alkol zehirlenmesi belirtileri gösterse de yerlilerin kendine labada yaprağı yedirmeleri sonucu yavaş yavaş kendine geliyor!.. Efendim, Hayri’nin Mudanya’ya “kardeş şehir” ettiği Dominik Cumhuriyeti ki, “cumhuriyet” filan hak getire, Haitilerin sömürgesidir aslında… Bu dünyanın öbür ucunda, yurdumuzdan tam 9 bin 961 kilometre uzakta, Cenab-ı Allah’ın fuckter ettiği bir coğrafyada yaşayan insanların zar zor barındığı gariban bir memlekettir… Peki, oraya nasıl gidilir? Türkiye’den direkt uçuş yok. Mudanya sahilinde içilen 12 biradan sonra ancak gidebiliyorsunuz! Ya da en az 2 aktarmalı uçuşla yaklaşık 20 saatte filan Santo Domingo veya Punta Cana’ya iniyor, sonra asırlardır görmediğiniz kardeşinizi aramaya koyuluyorsunuz! Uçak bileti mi? Şu anda güncel kişi başı 9 bin bandında… Yazın Allah kerim! Oraya vardığınızda kardeşinizi nasıl bulacaksınız peki? Yanağındaki benden değil elbette! Köşede toprak yolda ağaçtan telefon direğinin dibinde oturup tekila içen dişsiz yaşlı teyzeye sorabilirsiniz mesela? Tercümanınıza “Buradan 200 kilometre sağa, 100 kilometre sola gidin, Çiko Sanço Panço Gonzales’in meyhanesinden düz yürüyün, tavukçuyu geçtikten sonra giriş talkında kuru öküz kafası bulunan yerdir” yanıtı verecek, sonra da Hayri’ye dönerek, “Bi cuvara virsene, bi cuvara vir” diyecektir!.. Geçen gün baktım, büyük elçi mi yoksa manav mı olduğu anlaşılamayan amele kılıklı tipler bu Hayri’yi makamında ziyaret etmişler kardeş şehirlik için!.. Her halde “kültür şeysi” olarak “Lambada” dansını Mudanya’ya taşır Hayri, Dominik Bandosu’na da “Gülbahar” isimli parçayı çaldırır oralarda. La dolandırmasınlar bunu, ceketini meketini almasınlar sonra!.. Dünyanın en güvensiz ülkelerinden biri çünkü orası!.. Punto Cana ve bazı turistik bölgeler “Eh işte” biraz güvenli, diğer taraflardaysa yüksek oranlarda şiddet ve her türlü suç var!.. Allahım, en iyisini sen bilirsin, güzel Allah’ım benim!.. Hayri kulunu kazasız belasız bu kez de Sibirya tarafına doğru tez elden gönder Ya Rabbi! Oralarda da Eskimo kardeşlerini bulsun! Valla, “ikinci bahar” yaşıyor Hayri zevcesiyle birlikte belediye başkanlığı sayesinde… Üstelik de hem solcu, hem demokrat, az sosyalist ve gezgindir kendisi… Ben yine de diyorum ki, Dominik’i kardeş şehir yapacağına Ata yurdu Domaniç’i yapaydın da bi hayrın dokunaydı hiç olmazsa şu memlekete… Kaldı ki Hayri’ye, “Şu Dominik’teki kardeş kasaba San Pedro de Macoris’i  haritada göster bakalım” deseniz, tavuğumun sarısı olmasın ki gösteremez vallahi! İşittiğime göre Dominik pesosu biriktirmeye başlamış Hayri orada lazım olur diye. Bir de “çift yarık deneyi” yapsa da o güneşin bol olduğu diyarlarda, ışık dalga halinde mi ilerliyor yoksam noktacık şeklinde mi hele artık bir öğrensek diyorum!

Diğer Haberler