
Pire berber iken…
Deve tellal iken…
Zümrüt-ü Anka Kaf Dağı’nın ardında kanat çırpıp uçar iken…
Henüz sevgilerin “sevgi”, aşkların “gerçek aşk” olduğu günlerin birinde iki kır çiçeği birbirlerine vurulurlar.
Bir baharda, güneşin tüm kırları olanca sıcaklığıyla ısıttığı bir gün “Biz” diye konuşurlar kendi aralarında, “diğer çiçekler gibi artık bu mevsimde açmayalım. Kışın ortasında, her yerde bembeyaz kar varken, henüz ortaya hiçbir kır çiçeğinin çıkmadığı bir gün açalım. Böylelikle tüm doğa bize özel, bize ait olsun.”
Bir sonraki sene zar zor kış uykusundan uyanarak karların altından başını uzatır Çiğdem.
Ve o da açsın diye sevdiğini beklemeye başlar.
Fakat ne gezer!
Her türlü zorlukta da sevdiceğinin yanında olmayı gözü yememiştir hayırsız aşığın.
“Kardelen” de denir adına, o gün bu gündür ısrarla, inatla bahar gelmeden önce açarak aşkını beklemeyi sürdürür Çiğdem!
Diğeriyse sıcaklar bastırınca gösterir kendisini.
Ve asla kavuşamazlar artık birbirlerine.
İnatla, ısrarla sevgilisini bekleyen, sözünü tutmuş aşığa “Çiğdem”, onu yarı yolda bırakan kişiye de “Hercai” denir.
Hayırsız sevgilinin adıdır “Hercai”.
Hiç Çiğdem gördünüz mü daha önce?
Yaklaşık 15-20 gün kadar bulunurlar doğada, sonra da sevgilisiyle geçirdikleri mutlu günleri tekrar görebilmek umuduyla rüyada, tüm sene boyunca yeniden uykuya dalarlar.
Çok güçlü, karakterli bir bitkidir Çiğdem.
Beyazdır, mordur, sapsarıdır çoğu zaman.
Şu sıralar Çiğdem çiçeklerinin ipek bir halı gibi tüm doğayı süslediği muhteşem bir yer var Bursa’da, orası da Keles’in Koca Yaylasından başkası değil…
Ve artık son günleri…
Hercailerini beklemekten yorulmuş durumdalar.
“Ateş böceği” görmek kadar özel bir durumdur çiğdemlerin süslediği yemyeşil, çam kokulu kırlarda dolaşarak anı biriktirmek.
Hele hele yanınızda sevdiğiniz de olursa değmeyin keyfinize!
Fakat aşkın, sevginin değerini, kıymetini bilenler gitsin Koca Yaylaya…
Hercailere yasak orası.