Yazarlar

Deliliğe övgü  

post-img
Kimi çok bilmişler, daha doğrusu hiçbir şey bilmeyip de “biliyorum” sananlara göre sözde “İslamiyet’te ruhban sınıfı yokmuş”.   Adına “ruhban sınıfı” denen şey, “din adamlığını meslek olarak kabul edip yaşayanların oluşturduğu kitle” den başka bir şey değildir aslında.   Adı gerçekte “ruhban” değil ama bizde de  “imam sınıfı” var kardeşim, peki o ne olacak?   Türkiye’deki 84 bin 684 camide günde sadece toplam 1 buçuk saat kadar çalışan, geri kalan zamanlarda da yan gelip yatan bir o kadar sayıda da “imam sınıfı” var!   Çok büyük bir israf bunların varlığı memleket için.   Bunlara verilen paraların tamamına yakınını camiye hiç gitmeyenler ve ülkede yaşayan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı gayr-ı Müslümler ödüyor!   Hristiyanlarda olduğu gibi herkes cemaati olduğu ibadet yerinin giderlerini karşılasa ya madem o kadar adilseniz?   Bursa’daki sayıları 1660 imamların.   Kızmaca, darılmaca, bozulmaca yok!   Memlekette bir öğretmen haftada 40 saat çalışıp ayda sadece 2 bin 982 lira maaş alır bu ülkede…   Bir imam toplam 10 buçuk saat çalışır alır tam 3022 lira para!   Daha bunun üstüne bir de cenazesi, mevlidi, duası da var.   Çocukluğumda Setbaşı Camisi’nin imamı “Kara Hafız” lakaplı bir ahbabımız vardı Kelesli, parasız kaldığında girip tabutluktaki tahtaları tıkırdatırdı, “kurudunuz lan kurudunuz ey tahtalar” diye!   Tahta tıkırdatmak “imam jargonunda” bir totemdir, onları tıkırdattıkça bol bol cenaze, dolayısıyla da para geleceğine inanır bazı din adamları bu memlekette!      Geçen hafta bir dostum WhatsApp’tan yazdı “Onur Ünlü’nün filmlerinden biri olan “İtirazım Var” isimli yapımı izler misin” diye?   Onur ünlü Türkiye’de yıldızı her geçen gün parlayan yetenekli, genç,  senarist, yönetmen, şair, müzisyen ve oyuncularımızdan biri.   Gerçi “İtirazım Var” düşük bütçeyle kıt kanaat yapılan bir film olmuş  göründüğü kadarıyla, Youtube’ta da var, oradan izleyebilirsiniz; bayıldım bayıldım senaryosuna, çok sıra dışı bir çalışma olmuş.   Yapıtın kahramanı bir imam!   Ama sıradan değil, satranç oynayan, nota bilen, saz çalan, kızının erkek ev arkadaşına bile rıza gösterebilen değişik bir imam!   Diğerleri iki namaz arasında ticaret yapar bizde, ne bileyim çok eskiden Bursa Çimento’nun hisselerini alıp satarlardı mesela, evlerine nakış makinaları alırlar, havlu kenarı ya da çeyiz malzemeleri işletirlerdi karılarına!   Filmdeki o karakterse boş zamanlarını kültürle, sanatla geçirmeyi seven değişik bir imam.   Onur Ünlü’nün “Limonata” isimli filmini de önerdiler, çok hoşmuş, onu da izleyeceğim ilk fırsatta.   Dediğim gibi, “İtirazım Var” içeriğinde çok keyifli ayrıntılar, gülmece ve hiciv barındıran güzel bir film olmuş.   Felsefe de katmış yapıma Onur Ünlü.   O kadar beğendim ki, izlerken zaman zaman biraz geriye doğru gidip kısa notlar da aldım.   “İnsan sadece suçluyken kaçmaz” deniyor filmin bir yanında, “bazen suçlandığın için de kaçarsın. Ama bir kere kaçmaya başladıysan, bi şeyleri de muhakkak kaçırırsın elinden. Bazen gençliğini kaçırırsın, Bazen geleceğini, Bazen de aklını! Fakat işin en güzel tarafı da bundan sonra başlar… Çünkü aklını kaybedince korkularından da kurtulursun! Bu da seni özgürleştirir! Çünkü sadece korkaklar kendi akıllarına güvenirler! Ve bütün korkaklar hakikatin esiridir! Oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz!..”   Özgün adıyla “Morias enkomion seu laus stultitiae” yani, “Deliliğe övgü”, Kuzey Avrupa Rönesansı’nın en önemli ustası ve klasik edebiyat araştırmacısı, hümanist bilgin ve ilahiyatçı Desiderius Erasmus’un bundan tam 507 sene önce kaleme aldığı muhteşem bir kitaptır.   Gülmece türündeki bu yapıtta iki temel görüş vardır.   Bunlardan birine göre gerçek bilgelik deliliktir!   Diğerine göreyse “kendini bilge sanmak” gerçek deliliktir!   İnsana yeryüzünde yaşama gücü kazandıran asıl şey, “gerçek bilge  olunduğu zannıyla” doğrudan doğruya deliliğin kendisidir Erasmus’a göre.   Cem Yılmaz gibi komedyenlerin parodilerinde buluyorum ben o lezzeti, düğünlerimizde akşama bizim oğlanla kız sevişecekler diye topluca oynayıp, halay çekerek coşuyoruz mesela, bizi alakadar eden her neyse?!.   Toplu delilik hali değil mi bu?   Çiftleşecek olanlar onlar, biz niye oynuyoruz?   Ama işte özgürleşip eğleniyoruz gördüğünüz gibi!   Kitapta “delilik”, kendi kendisine övgüler düzer; bu arada çocuklukta ve yaşlılıkta, aşkta, evlilikte ve dostlukta, politikada ve savaşta, yazı alanında ve bilimde deliliğin nasıl her zaman egemen olduğu insana adeta bir tokat gibi gösterilir.   Günlük yaşamdaki tüm uğraş alanları, bu arada özellikle “din kurumu ve din adamları” bu panorama çerçevesinde teşhis ve teşhir edilir.   “Deliliği konuşturma” kisvesi altında Erasmus, çağının kilisesine ve o kilisenin mensuplarına da en acımasız eleştirileri yöneltir.   Sadece bu niteliğiyle bile “Deliliğe Övgü” çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri olmuştur.   Yine Latin ozanı Horatius’un savunduğu  “Hakikati Gülerek Söylemek” ilkesinin belki de tarihteki en yetkin örneğidir Deliliğe Övgü.   Ne deniyordu filmde?   “…Bazen de aklını kaçırırsın. Fakat işin en güzel tarafı da bundan sonra başlar. Çünkü aklını kaybedince korkularından da kurtulursun! Bu da seni özgürleştirir!..”   Severim ben delileri!   Çok çatlak arkadaşım vardır etrafımda.   Kim bilir, bir parça deliyimdir ben de!   Ve ısrarla hala beni okumayı sürdürdüğünüz için sizler de elbette!   “Özgürlük tutkum” belki de ondan, kim bilir?   Bu kentin gelmiş geçmiş en sıra dışı ve en deli politikacısıyla oturup balık yedik geçen akşam Mudanya’da.   Biz ikimiz hariç, masadaki ahbaplarımızın hepsi akıllı ve “kendi hakikatlerinin” esiriydiler!   İşte onun için de isimlerini yazmıyorum!   Yan masadaysa Yalçın Sünnetçioğlu, Celal Sönmez ve Erol Türkün yemek yemekteydi.   Nüktedan ve renkli kişiliğiyle bir dönem Bursa siyasetine olağanüstü bir renk katmıştı Bener Özcan.   Sonra bundan yıllar önce bir gün kalp krizi geçirmiş, kaldırıldığı Bursa Tıp Fakültesi Acil Servisi’nde “öldü” denilerek üzerindeki kıyafetleri poşet içerisinde eşi İffet Hanıma teslim edilmişti.   Tesadüf o ki, bir hasta ziyaretine giden dönemin Milletvekilleri Ertuğrul Yalçınbayır ve Hayati Korkmaz görüyorlar onu ve hekimlerden tekrar müdahale etmeleri için ricacı oluyorlar.   Yine çalıştırılıyor kalbi ve yaşama geri dönüyor Bener Özcan.   O gün bu gündür de politikadan uzak durup hantır hantır dünyayı geziyor.   “Kalbi durduktan sonra bir şey görüp görmediğini” sordum?   Ölüm deneyimi bu boru mu?!.   Oradan bahçeye varılan, pencereleri açık bir demir kapı görmüş önünde; sağlı sollu başka oda kapılarının da bulunduğu holden ilerleyip, tam dışarıya çıkmaya hazırlanıyormuş ki, kalbi tekrar çalışmaya başlayınca kendine gelmiş!   Bundan tam 18 yıl önce yaşandı o olay.   Sonra Dikili’den yazlık bir yazlık almış Özcan Çifti.   “Bi baktım” diyor, “ölünce gördüğüm kapının aynısı orada var! Ulan “yoksa ben burada mı ölücem” deyip derhal başkasıyla değiştirdim evin kapısını!..”   Dedim ya “delidir” Bener Özcan da.   İşte onun için de korkusuz ve özgürdür!   “Yazayım mı bazı anıları” diye sordum o akşam, “yaaz” dedi kayıtsızca.   ANAP’ın devr-i iktidarında partiye üye yapması ricasıyla bir “hanım” getirirler kendisine.   Oturulur, çay kahve, sohbet filan derken…   “İsminiz” diye sorar Bener Özcan?   “Funda” der kadın.   -Çok güzel isminiz varmış, çok severim Funda adını.   İşte tam bu noktada Bener Beyin nüktedan yanını bilmeyen o hanım büyük bir hata yaparak Özcan’a öyle bir pas atıyor ki, karşı tarafın dayanabilmesi artık hiç mümkün değildir!   Şöyle yanıt veriyor Bener Özcan’a:   “Evet efendim, ne demişler? Arabanın Honda’sı, kadının Funda’sı!..”   Allaahh!   Bunun üzerine şu karşılık geliyor ANAP Osmangazi İlçe Başkanından:   “Vallahi hanımefendiciğim, ben bu güne dek arabanın Honda’sına çok bindim ama ne yazık ki kadının Funda’sına henüz binemedim doğrusu!..”   İşte deli, adam deli; bu lafları normal, kendi hakikatlerinin peşindeki bir adam söyleyebilir mi hiç?!.   Yine başka bir gün, başka bir hatun daha getiriyorlar ona partiye üye yapsın diye…   Bu arada ne alakaysa, birileri habire kadın üye adayı taşımış meğerse Bener Özcan’a!..   Getiren kişi kefil olduğu hanım için “Bener bey inanın kendisi çok yeteneklidir” diyor; “tuttuğunu koparır, tuttuğunu koparır!..”   Bener Özcan “aman başka bir partiye götür kardeşim istemez” yanıtını veriyor bu laf üzerine, “benimki bana daha çok lazım, koparılmasına şu anda izin veremem!..”   Deli, adam deli, bunları normal, kendi hakikatlerinin peşindeki bir insan  söyler mi hiç?!.   Bu arada normal başka bir yazarın da anlattıklarımı kaleme almayacağını hususiyetle belirtmek isterim!   Siz siz olun kaçırmayın yaşamda hiçbir şeyi, arada sırada da olsa işi deliliğe vurdurun, yaşayın yaşayabildiğiniz kadar.   Ha bir de gülerek anlatın insanlara çoklukla benim de yapmaya çalıştığım gibi gerçekleri…   Gerçi benim takipçilerim arasında pek yoktur ama bir de şu ana dek okumadıysanız eğer, Umberto Eco’nun “Gülün Adı” isimli romanını okuyun bu hafta sonu ve “gülmenin insanı nasıl özgürleştirdiğini, din adamlarının insanın gülmesine niye karşı çıktıklarını ve bundan nasıl fayda sağladıklarını” anımsayın bir kez daha!     NOT:  1- Rönesans ressamlarından Hans Holbein, Erasmus’un pek çok portresini yaptığı gibi, Deliliğe Övgü’yü de resimlemiştir. Bu yapıtların bir kısmı Basel, bir kısmı da Paris’teki Louvre Müzesi'ndedir.                2- Holding binasında masraf olmasın diye kaloriferleri çalıştırtmayıp ısınmak için UFO yaktıran Celal Bey’in (Sönmez) eli yine cebine gitmedi ve gecenin sonunda yan masadaki hesabı Yalçın Sünnetçioğlu ödedi!              3- Bener Bey asıl mesleği olan Eczacılığa geri dönüyor ve Gemlik’te kendisinin başında duracağı bir eczane açıyor haberiniz olsun; muhabbetçilerine duyurulur.                

Diğer Haberler