Türkiye Komünist Partisi'nin leventleri Panayır Mahallesi sakinleriyle bir araya gelip, "tarikatsız, mafyasız, patronsuz" bir düzen istemişler!..
Oldu...
Ne güzel İstanbul be!
Patron matron olmayacak ama düzen bu kez "proleterya diktatörlüğü" olacak!
Bu sefer sendikacılar, polit büro üyeleri, işçiler düzecek milleti!..
Oldu..
Gençken inanırdım bu masala...
Yanımdaki bir kişi öldü, bir kişi dokuz kurşunla yaşadı, ben de mermi sıyrıklarıyla kurtuldum bu milletin bizim tarafımızdan kurtarılmasını istemeyen faşist katillerin düzenlediği suikastten lakin...
Önümüzdeki Çarşamba memlekette devrim olacağını sanırdık o yıllarda!
TKP Merkez Komite Üyesi Alpaslan Savaş hızını alamamış, "işçi sınıfının çıkarları" konusuna da girmiş toplantıda...
Oysa bu delikanlı henüz bilmiyor ki en nankör, fırsatını bulduğunda adamı bir dakikada satan bir sınıftır işçi kesimi!..
Burada yıllarca çalışır, yandaki fabrika elli lira fazla versin, kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda çeker oraya gider...
Hatır gönül tanımaz...
Korkaktır, hakkını hep başkaları arasın ister...
Köle düzeninde çalışır da çıkıp isyan etmez mesela!
Tamamen grevlerin işlevsizleştirilmesi amacıyla 12 Eylül onbaşılarının çıkarttığı Sendika Kanunu'na yıllar yılı itiraz da etmez asla...
Bizim Yaman Divandelen (Kaya) yazmış geçen gün, "işçi hakları" filan diye bir şeyler...
"Yaman" dedim, "oğlum, zengine sürtün de geç, fakirden ürk de geç"!..
Hiçbir şey olmasa fakir borç ister çünkü!
Çok uzun zaman önce bir kere anlatmıştım...
Yeni nesil okurlarım için bir daha paylaşayım:
Bundan seneler evvel...
Olay Gazetesi'nde yazıyorum o sıra...
Dönemin Yıldırım Belediye Başkanı Ramazan Altunöz'le de müthiş kavgalıyız...
Ben neredeyse her gün eleştiriyorum, O da "gazete binası kaçak" diye her gün dozer gönderiyor sözde yıkmak için medyaya!
Ramazan'la yollarımız geçmişte siyasetten ötürü kesişmişti...
Bir hukukumuz var kendisiyle ama ruhunun bazı incelikleri henüz hala yontulamadığı için sorun yaşıyoruz sık sık...
Bir gün Güllük Mahallesi'nden, DSP Yıldırım İlçe Üyesi "Y.E sizi ziyarete geldi" diye haber verdiler kapıdan...
Alt katında bir birahane olan, birahanenin tuvaleti de iki katlı kagir binanın arkasındaki merdivenin altında bulunan, sidik kokulu bir parti merkezimiz vardı o yıllarda Tayyareci Mehmet Ali Caddesi'nde...
Y.E. sık sık uğrar, etrafın tozunu toprağını süpürürdü...
Ecevit hayranı bu insan tıknaz bedeni, kel kafasıyla Koca Yusuf Pehlivana benzerdi epeyce...
Çayını söyledim...
Ağlamaklı bir ses tonuyla başladı anlatmaya...
Oğlu Tofaş'ta mı yoksa Reno'da mı çalışıyormuş ne...
İşten çıkarmışlar...
İki çocuğu varmış...
Güllük'te yaptığı iki katlı kaçak binanın üst katına oğlanı yerleştirmiş lakin, ailenin yiyecek ekmekleri dahi yokmuş...
Çok zor durumdalarmış sizin anlayacağınız...
Acaba Ramazan Altunöz'ü arasam, çocuğu işe alır mıymış?
N'apsam ki acaba?
Adama daha yeni geçirmişim önceki yazımda!
Çok sürmedi düşünmem, hemen santrali arayıp, bağlamalarını istedim...
"Tak" diye çıktı telefona...
"Buyrun başkanım" dedi, Allah'ı var...
Anlattım durumu, "sen tanırsın" dedim, "parti emekçisi bir adamdır Y."...
"Tanıyorum başkanım" dedi, "oğlu saat 2'ye kadar belediyeye gelebilir mi"?
"Gelir, gelir" dedim, "ben gönderiyorum sana çocuğu"...
"Gönder başkanım" dedi...
Ve bu meseleyi unuttum gitti...
Aradan yıllar geçti...
Dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Emin Özler'le ilgili bir yazımdan ötürü Olay Yönetimi iş akdimi feshetti!..
Kapının önüne koydular yazarınızı...
Gazeteden 670 bin lira maaş alıyordum o sıra...
Müessesedeki düzen bozulmasın diye Cavit Çağlar da Ahmet Emin Yılmaz'la bana her ay 200 bin lira ilave, kendi özel muhasebesinden çıkma yapıyordu...
Merde namerde muhtaç olmadan da geçinip gidiyorduk işte...
Ee şimdi napcaz?
Macır pazarından makaralı otomatik ucuz bir olta aldım kendime...
Bir ay boyunca Bursa'daki tüm göl ve göletleri dolaşıp balık tutarak, kafa dağıtmaya çalıştım...
Sonra Nuri abi (Kolaylı) aradı...
Gazeteciler Cemiyeti'nin Heykel'deki yerinde görüştük...
Kaç yıl oldu Nuri Kolaylı'nın Cemiyet'in başına gelişi, seneler ne çabuk geçti, şu hale bak be!..
Celal Bayar ya da Safiye Ayla gibi, Nuri abinin de yakında yaşarken fosili oluşacak bu dünyada valla!..
Olsun...
Güzel işler yaptı, hala da yapıyor...
Yine aday olsa, oyumu ben yine O'na veririm...
"Bursa Hakimiyet Gazetesi'nde yazmanı istiyoruz" dedi Kolaylı, "bizimle çalışır mısın"?
Çalışmıycam da ne yapıcam, bu saatten sonra belediye pazarında limon mu satıcam?!.
"Ne vereceksiniz abi" dedim, bir basın emekçisi olarak?
-Bizde en yüksek alan köşe yazarının maaşı 400 bin lira. Ancak sana 450 bin lira verebilirim.
"Abi" dedim, "ben bu paraya geçinemem"!..
"Diğerleri gibi ek iş yap o zaman" dedi!..
Hala idealistim o vakit, bir gazetecinin hem yazıp, hem de başka bir kuruluşta çalışması ters geliyor bana...
Bunları yazarken bir yandan da içimden Celal Sönmez'e söyleniyorum şu an...
Paraları yıllar sonra Fetö'ye yedireceğine, çalışanlarına adam gibi ücretler verseydi de Bursa basınının ayarı bozulmasaydı böyle!
Ee hadi bakalım, bi başlayalım madem, "göç yolda düzülür" demiş atalarımız...
Derken...
Marmara Birlik Genel Müdürü Avukat Şevket Tamaç aradı bir gün...
Kurumun yeri henüz Heykel'de, Sönmez İş Sarayı'nın hemen altında o sıralar...
"Bi uğrayabilir misin" dedi Şevket abi...
Gittim, Yönetim Kurulu Başkanı Kamuran Yılanlı'nın ofisinde ağırladılar beni...
"Bize bir basın danışmanı lazım" diye başladı Şevket Tamaç, "Kamuran beyle birlikte bu işe en uygun kişinin sen olduğunu düşünüyoruz ancak, uzun süre bizi tersleyeceğinden çekindik, söyleyemedik"!..
Allaah!!!
Kör istemiş bir göz, yaradan vermiş iki göz!..
Devam etti:
"Amma velakin çok para verme imkanımız da yok..."
-Peki, ne ödeyebilirsiniz?
"Şimdilik, ayda 400 bin lira..."
Gazeteden aldığım 450'nin üstüne bunu koyunca, eski hayat standardımı yakalıyorum resmen...
Ajda Pekkan'ın 9 günlük evliliği gibi, yaklaşık 3 ay sürdü Marmara Birlik'te ki çalışma hayatım!..
Üç ay sonra yapılan kongrede adamları devirdiler iyi mi!
Yeni Yönetim Kurulu Başkanı Refi Taviloğlu görüşmek istedi bir gün...
Lafa, "Biliyorsunuz, Kamuran beyler bizim rakibimiz" diye başlayınca hemen anladım sonunu...
"Benim vefa duygum çok güçlüdür... Kamuran beylerin aleyhinde olan hiçbir işe imza atmam" diye yanıtladım kendisini!..
O da anladı durumu zaten...
Ertesi gün işime son verdiler!..
Ardından karşı taraf mahkemeye gitti...
Hakim, Birlik'in başına kayyum atadı...
Genel Müdür de Cengaver Yetim oldu...
Cengaver abiyi ta Bursa'da İntam 101'de, Grolier'in temsilciliğini yaptığı yıllardan tanırım...
"Ya" dedim, "bu adamlar beni işten çıkardı; ihtiyacım da var, yeniden alsana"?..
Kırmadı, tekrar başladım Marmara Birlik'e...
Yine üç vakit geçti, itiraz üzerine bu kez mahkeme kayyım heyetine el çektirip, Refi Taviloğlu ve arkadaşlarına vermesin mi yönetimi!..
Hasstirr!..
Kaldım mı dım dızlak ortada yine?!.
Gelir gelmez paketlediler beni tekrar...
Çaresiz Nuri abinin verdiği 450 bin liraya talim edeceğiz...
Evde masraflar kısıldı filan...
Bursa Hakimiyet'te 1 yılımı doldurmak üzereyim...
Sendikacılar aradı bir gün; randevu istediler...
Sonra da 5-6 kişi gelip, karşıma oturdular sıra sıra...
-Evet beyler, buyurun?
"Hakkımızı arıyoruz biz; sizden destek istemeye geldik..."
-N'erden geliyorsunuz?
"Yıldırım Belediyesi'nden..."
-Ne hakkı arıyorsunuz?
"Maaşlarımız az geliyor, yükseltilmesini istiyoruz..."
-Tamam, ne maaş alıyorsunuz her ay?
Karşımdaki kişi "2 milyon 650 bin lira elimize geçiyor" deyince yutkundum bir an...
İnsanlığımdan, mesleğimden utandım!
Ulen ben bir ömür vereceğim, üniversite bitirip, binlerce kitap, binlerce dergi, gazete okuyarak beynime yatırım yapacağım, park-bahçelerde çalışan ilkokul mezunu bir işçi 2 milyon 650 bin lira alacak, üstelik bunu da beğenmeyecek, yazarınızsa 450 bin liraya "basın kölesi" olarak yaşamını sürdürecek ve bunların hakkını arayacak!..
Celaal, Celaal, iki cihanda ellerim yakandadır Celal!..
Zaten tam sigortalı da göstermemişsin beni!
-Peki, gözüm nedir sizin istediğiniz maaş?
"Valla en az 3 milyon lira olursa şimdilik yeter!.."
Celaal, Celaal, gözün kör olmasın Celal!
Derken, aralarından biri demesin mi "Mehmet Ali bey, ben sizi tanıyorum" diye?
-N'erden tanıyorsun sen beni gülüm?
"Ben Yıldırım Belediyesi'nde çalışıyorum, beni işe siz soktunuz. Y.E'nin oğluyum ben!.."
Hasss!..
Acaba o gün, "Ramazan O'nu alma, beni al" mı deseydim, n'apsaydım?!.
Üstelik herif arabasını evini, her şeyini almış, ben işe minibüsle gidip geliyorum, bu gün bile hala da arabam yok!
Çocuk bir dilim ekmeğe muhtaçken işe girmiş, aradan yıllar geçmiş, şimdi aldığı parayı beğenmiyor, sendikacı olmuş, hak arıyor!..
Ulan ben bu dünyanın adaletini seveyim be!
Şimdilerde basın çalışanlarının durumu farklı mı sanıyorsunuz?
Herkesin hakkını arayan, milletin derdine ses olan lakin, bırakın kendi hakkının peşine düşmeyi, sefalet ücretlerine mahkum olan başka bir meslek daha yoktur memlekette!..
(Kantar, biraz zam yap artık be!..)
İşçi sınıfı kadar da dönek, kaypak, menfaatçi bir kesim yoktur benim gözümde!..
12 Eylül'deki omurgasız duruşlarından sonra sıtkım sıyrıldı benim onlardan...
Hülasa, sonra ne mi oldu?
Aradan geçen 1 yılın ardından Nuri Kolaylı da koydu yazarınızı kapının önüne!..
Peki, neyden ötürü?
Neyden olacak, yazılarımdan ötürü yazılarımdan ötürü!..