Rahmetli “Derviş amcam” çaresiz yoksulluğu, çile çekmeyi benimsemiş, bilge bir insandı.
Annemin annesinin, annesinin, annesinin kocası “Ömer dedenin” yegane kardeşiydi.
“Deli Ömer” dedeyi hiç tanımadım, uzun yıllar önce ölmüş.
Eşi “Tevhide yengeyle” beraber Keles’in aşağı mahallesinde zamanında ataerkil yapıya göre inşa edilmiş ancak, çocukları olmayınca da bir ömür boyu ıssız ve boynu bükük kalmış, birkaç göz odalı yıkık dökük evde otururlar, kıt kanaat geçinip giderlerdi.
Ne onlar var şimdi dünyada, ne de artık bir kerpiç yığını halini almış evleri.
Yaz ayında hasat ettiği nohutları evin altındaki ocakta leblebi haline getiren Derviş amcam (İsmail İnhal), Cuma günleri ilçe pazarında onları satar, yanına gelen her çocuğun ceplerini de kırık leblebiyle doldururdu.
“Gün gelecek, bir yumurta 20 kuruş olacak” dediğinde herkes onun yüzüne inanmaz gözlerle ve şaşkınlıkla bakmıştı!
Bırakın parayı pulu, ikinci dünya savaşı yıllarında kadınların Polonya’da çocuklarına bir tek yumurta yedirebilmek için bedenlerini sattıklarını biliyor musunuz örneğin?
“Arz-talep” belirler insanların ödedikleri bedelleri.
Karl Marks “Das Kapital’i” yazmadan binlerce yıl önce de vardı aynı gerçeklik…
Arz, talep ve fiyat ilişkisi!
“Ye kürküm ye” vecizesi Nasrettin Hoca’nın değil, Kapadokyalı Homo Sapiens Kazım’ın lafıdır aslında!
İnsana dair bir diğer büyük gerçeklikse, gerçekleşmiş olanların değil, beklentilerin prim yapmasıdır!
Ne bekliyor bizim “hem fakir, hem de tiki büyük” beleşçi toplum?
“Korona aşısının Türkler tarafından bulunmasını ve bunun tüm dünyaya satılarak zengin olunmasını değil mi?..”
Sadece böyle bir haberi aldığı vakit parmakları tetikte, kısa namlu av tüfeklerini, Karadeniz işi 9 milimetre silahları patlatmak üzere balkonlara koşmayı bekliyor kanımcabugün pek çok insan.
“Şimdiye kadar kaç virüse karşı aşı geliştirdik de bunun patentini alıp, kaç ülkeye sattık” diye düşünen yok mesela?!.
Örneğin bunu çözümünü üretmek, geçen yıl yapılan patates soğan baskınlarının ardından bu sene de sentetik elyaf yüz maskesi stokçularına operasyonlar düzenleyen, sokakta ceza kesmek için yaşlı adam arayan, kolonya depolarına limon çiçeği kıvamında el koyan, yüzümüze bakıp yardımcı olması, Diyanet’i duyması için camilerden, minare hoporlörlerinden Allah’a sabah akşam mesajlar gönderen bizim devlete mi yakışır yoksa, neredeyse 50 yıldır canlıların genetiğine dair pek çok sırrı çözmüş, bunların dizilimini değiştirip, patatesten soğan, salamdan öküz üretecek kadar bilimde kendini aşmış İsrail’e mi?
Biz ancak sıtma için üretilmiş ateş düşürücü kinin haplarını leblebi gibi yutarak, yediğimiz her yemeğe bolca sumak, acı pul biber katarak dünya tıp tarihine katkıda bulunabiliriz ki, bunun en doğal sonucu da baharat fiyatlarının katlanması olur gördüğünüz gibi!
(Bu arada, nefis bir kıymalı kuru bamya yapmışım ki geçen gün, yeme de karantinada yat! Yeşim, tarifin için çok teşekkür ederim arkadaşım…)
Dere kıyısında namaz için yıkanıp temizlenmeden önceküçük abdestini bulabildiği her çalı dibinde halleden Derviş amcam, Bursa’ya gidiş gelişlerinde ezelden beri bedava olan tuvaletlerden artık para alındığını görür!
(MHP’li Cemil Aydın sağ olsun, korona günlerinde ara caddelere park etmiş mahalleliden ücret alınmamasını sağladı. Ben de halktan yana yapıcı muhalefetimin bir ön çalışması olarak, korona günlerinde umumi helalardan para alınmasın; gaz zaten bedava, büyük 1lira, küçük 50 kuruş olmak üzere bu iş bir standarda kavuşturulsun diyorum. Heykel, Vakıflar Bankası’nın oradaki alt geçitte hepsi bir buçuk lira! Fiş, fatura, İSO belgesi, hiçbir şey yok üstelik.)
O da bir şey mi?
Yazın mahalle çeşmelerinden kana kana içtiğiniz su da şişeye girmiş, kasa kasa parayla satılmaktadır artık.
Bunlar daha henüz işin masum yanları!
Bilgisayarların her yere girmesiyle birlikte “virüs” programları satmaya giriştiler yazılım firmaları ancak, virüsleri yapıp bunları yayan bizzat kendileridir gerçekte!
Otoyol kenarına dükkan açmış bir lastik tamircisi nasıl az geriye bolca çivi atarak yolunu bulmaya çalışırsa,bunlarınki de aynı hesap!
Arz, talep oluşturma ve fiyat!
Ancak en savunmasız ve çaresiz durumda bulunan “hasta insanlar” elinde avucunda ne varsa olduğu gibi vermeye hazırdır.
Bunu fırsat bilen ilaç kartelleri aynen bilgisayarcılar gibi her sene mutasyona uğrayıp, şekil değiştiren mikroplar için “anti virüs” aşıları geliştirirler ve ürünlerini yaygın bir şekilde pazarlarlar.
Bendeniz 6-7 senedir her bahar düzenli olarak yaptırdığım ve o yılki virüslere karşı antikorlar içeren aşılar sayesinde grip olmuyorum!
Ver parayı, al karoyu!
Koruma programı bulunmayan laptop nasıl günün birinde mutlaka çökerse, organlarından herhangi birinde zafiyet bulunan bir insan bedeni de küçücük bir mikrop yüzünden “güm” diye çöker!
İzleyin bakın, koronanınçözümü yine bu kartellerden gelecektir!
Bu günkü yazının kalanını da “akıl fikir sahibi her insanın” mutlaka takip etmesi gereken Psikiyatrist Kaan Arslanoğlu’nun, insanbu.com’da yayınlanan “Tıp bu değil-Hekimler Kürtçülüğü ve parayı çok seviyor/Salgının komplo teorisi” başlıklı yazılarından bazı bölümler paylaşarak taçlandırmak istiyorum:
“Tıp bilimini MEDİKAL KARTEL diyeceğimiz büyük ilaç ve tıbbi araç gereç firmaları yönlendiriyor.
Bunu nasıl yapıyorlar?
Burada bin beş yüz kere yinelesek de yine çoğunluk okumayacak, bilmeyecek, duymayacaktır.
Hatta okusa bile iki gün sonra unutacak, “bana TTB’nin bu işlerin içinde olduğunu nasıl söyleyebilirsin?” diyecektir “iyi niyetli” bir saflıkla.
Gel içinde bizimle birlikte eleştir, diyecektir.
Sen git mafyayı içinden eleştir.
Olsun, biz yine özetleyelim.
Tıp bilimi, bilimsel disiplin ve kurallar çerçevesinde yürütülen araştırmalar ve bu kanıtlara dayalı yayınlarla ilerler, diyeceğini de böyle der.
Ama araştırmalar maliyetlidir.
Büyük araştırmalar büyük maliyetlidir.
Bu maliyetleri karşılayan büyük ölçüde MEDİKAL KARTELDİR.
Bu yüzden ne kadar bağımsız araştırma yapsanız, ne kadar kıçınızı yırtsanız MEDİKAL KARTEL sponsorluğundaki araştırmaların yayın ve kanıt denizinde bir ağırlık oluşturamazsınız.
Akademisyenler ve hekimler en önce bilimsellikte satın alınır, bu sponsorluklarla satın alınır, daha bilim suyunun başında.
Ayrıca kongreler yapılır.
Bilimsel kongreler.
Türkiye’de akademisyen hekimlerin ve uzman hekimlerin çok büyük çoğunluğu beş yıldızlı otellerde yapılan yılda üç-dört yurt içi, üç-dört yurt dışı kongreye katılır.
Maliyet şirketlerce karşılanır.
Türkiye’de 50 binin üstünde hekim, gezi, otel, yemek ücretleri adı altında yılda ortalama 25 bin TL kadar yasal rüşvet alır…
Bu virüs öteki virüs türlerine göre çok daha hızlı yayılıyor” deniyor.
Çok daha ne kadar?
Karşılaştırmalı ciddi bir çalışmaya rastlamadım daha.
Karşılaştırma ve rakam kullanma gereği duyulmadan şehir efsanesi yayılıyor.
İlk kaynak olan Çin'den gelen bilgiler ciddi tutarsızlıklar içeriyor.
Bilgiler çarpıtma ve propaganda kokuyor.
Madem bu kadar hızlı yayılıyor Çin'de nasıl bu kadar çabuk önü alındı?
“Sıkı karantina ve tek tek yüksek teknolojili takip sonucunda” deniyor.
Nasıl bir başarılı karantina ve takipmiş bu?
İtalya'dan ABD'ye, Umre'den, Avustralya'ya her yere yayılmış?
Covidli Çinli'leri başka ülkelere kasten salmışlar, kendi ülkelerinde hapse mi atmışlar???
Yüz binlerce sosyal medya, medya sapığı da maddi ve manevi kazanımları için korkuyu büyütüyor.
Normal diyebileceğimiz insanların hastalıklı kem haber paylaşma ve en kara senaryoları çizme davranışlarının psikolojik düzeneği ise şudur:
Her şeyden önce ezelden mutsuzlar...
Mutsuzluklarının suçunu Covid'e, Covid’in de ötesinde kimi düşman görüyorlarsa ona atacaklar...
Bu salgında yaşamlarının iyice sarpa sardığını düşünüyorlar, korku içindeler ya...
Bunun son derece haklı bir gerekçeye dayandığını düşünebilmek için her olumsuzluğu abartarak bir ölçüde rahatlayacaklar.
Kara haber bağımlılığı…
"İstanbul'da vakaların en yoğun bölgesi, Bağcılar. Bağcılar'da dünyaya gelen her iki bebekten biri Suriyeli. E bu durumda… Her beş kişiden biri Suriyeli olan, iki milyon nüfuslu Şanlıurfa'da vaka sayısının sadece 18 olma ihtimali var mı?" Bu sözler dünkü yazısından Yılmaz Özdil’e ait.
Bu akıl düzeyinde yazılar yazıp, her gün sürekli televizyonlarda konuşup, durmadan tivit bilmem ne atıp… Muhalefeti güden kafalar bunlar.
Fatih Portakal.. Barış Yarkadaş.. İsmail Saymaz.. Can Ataklı..vb.
Sağlık raporu almak için bir psikiyatristin karşısına geçse, sorulara böyle tutarsız ve mantıksız cevaplar verse…
Belgeye düşülecek karar şu olur: “Sorumluluk gerektirmeyen basit beden işlerinde çalışabilir.”
Peki ya onları sürekli okuyup, inananlar için ne demeli?
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden!