Yazarlar

İçimdeki çocuk

post-img
Bir insanın bu devirde kendisine “kitap hediye eden” hele hele kapağının içine de “Dostluğundan duyduğum büyük onurla… Hatıram olsun” diye yazan arkadaşları olması ne kadar özel ve de güzel bir durum, ne kadar büyük bir şans, sizce de öyle değil mi?   “N’apıyosun” dedim Can’a geçen gün (Ertan)?   Dışarıda bir yerde oturmuş, yalnız başına kendine bir kahve siparişi vermeye hazırlanıyormuş.   “Hadi kalk bana gel” diye ısrar edince de “sabah kahvesiyle” başlayan günün büyük bölümünü birlikte geçirdik.   “Evini açmak” deyimi 60 ve 70’li yıllarda sıkça kullanılan ve “yatılı misafirlerin” evde ağırlanmasını ifade eden bir tanımlamaydı.   O dönemde çekilen Türk filmlerinde de sık sık işitirsiniz, insanlar birbirlerine derler,“aman efendim, medyun-u şükranız, bize evinizi açtınız” diye.   Bu “evinizi açmak” deyimini kullanmasından dolayı da  ayrıca pek severim meslektaşım Can’ı, “gönlüm ve evimin kapısı senin için her daim açıktır Can’ım” diye seslenirim ona sık sık.   Yüzüne geniş ve derin bir gülümseme yayılır, göz kenarlarında oluşan üçgenimsi kırışıklıklar mutluluğuna daha da bir anlam katarak sizin de paylaşmanıza neden olur o an yaşadığı sevinci.   Ne de olsa acı paylaşılarak azalır, mutluluksa paylaşılarak çoğalır, öyle değil mi?   “Dur” diyorum, yine “sen kitabını okurken ben odama geçip yazımı hazırlayayım, tamam mı?”   “Tamam Memedim Ali’m” diye yanıtlıyor sorumu Can Ertan.   İşimi bitirip de yanına gittikten sonra önüne koyduğum demli, bir bardak tavşan kanı çayın ilk yudumunu çektikten sonra çantasından çıkarıp uzatıyor Ercan Kesal’ın kaleme aldığı “Peri Gazozu” isimli kitabı.   Ayyy! Can’ım bana kitap almış yine.   “Babam gazozcu Mevlüt’ün aziz hatırasına” diyor, yaşamına ilişkin gözlem ve öyküleri derleyen Doktor Ercan Kesal kitabın en başında:   “Babam ilk gazozhaneyi arkadaşı Hafi’nin Orta Mahalle’deki kahvesinin yanına açmış. Hafi abi bir gün kahvede kalp krizi geçirip, babamın kucağında ölünce de Aşağı Mahalle’deki çeşmenin yanına taşımış dükkanı…”   Cemil Kavukçu’nun, İnegöl’deki çocukluk yıllarını anlattığı “Angelacoma'nın Duvarları”tadında çok şeker, çok sıcak, çok canlı ve içten öyküler bunlar.   Sanal alemden çıkartıp insanı, yaşadığını hatırlatıyor adeta.   “Peri Gazozu…”   Ne kadar da güzel bir ismi varmış “Baba Kesal’ın” yıllarca yapıp satarak geliriyle binbir zahmetle çocuklarını büyütüp okuttuğu gazozunun.   Tabii, kitap okuyarak büyüdüğümüz gerçeğini bir yana koyarsanız eğer, diğer taraftan:   İçi buzlu suyla dolu galvaniz kovalarda yazın gazoz satmış, sokak arasında çocuklara “kader kısmet” çektirmiş, Pınarbaşı’nda bayramlarda “sallanan sandalyeye” binip, “içinde gerçek bir deniz kızı olduğu” duyurulan gizemli sirk çadırlarına girerek büyümüş, her para bulduğumuzda yine oradan mobilet kiralayan bir neslin artık son temsilcileriyiz biz.    Peki, “gazozcu arkadaşınız” var mı sizin?   Benim var!   Herkesin içinde bir aslan yatar!   Orhan Holding’in kurucusu İbrahim Orhan onca işin, onca varlığın arasında yıllarca Yalova Yolu’ndaki “Kumluk Restoran’ı” işletip, yaşatmak için didindi durdu!   “Lokantacılıkmış” demek ki gönlünde beslediği şey aslında.   Tekstildi, bankaydı, televizyondu derken, önce İstanbul’da bir otel satın aldı Cavit Çağlar.   Sonra bir gördü ki, gönlünde yatan asıl aslan “otelcilikmiş” aslında!   Sonra Çelikpalas’ın yanında bir diğerini kurdu.   Pek yakında üç ya da dördüncüsüne de girişirse hiç şaşırmayın derim!   Bizim Safa’nın gönlü geniş, öyle tek meslekle doymayacak kadar de büyüktür hem.   Çocukluğunun o sıcak yaz günlerinde, pazar yerlerinde sattığı gazozların anısına “gozozcum.com” adresinde bir site yaptı Safa geçmişte.   Ankara’sından, Niğde’sine, Bade’sinden, Uludağ’ına kadar hâlâ üretilmekte olan tam 27 yerel markayı birden online alışverişle sundu oradan insanlara.   Çatır çatır da iş yapıyordu aslında ama diğer uğraşılarındaki yoğunluktan ötürü ilgilenemedi, bırakıverdi siteyi öylece kendi haline.   Bir parça kendimden de bilirim, asıl önemli olan şey ne kadar büyürse büyüsün, “insanın içindeki çocuğu hiç öldürmemiş” olmasıdır bence hayatında.   “Çocuğu yaşat ki, insanlık da yaşasın bir yerlerde, ölmesin!..”   Gazozculuğun ardından bu kez de “kayıkçılığa” başladı bizim Safa iyi mi?!.   Adına ister “Mihraplı” deyin, ister “Hüdavendigar”, isterseniz “Odunluk”…   Recep Altepe bir kültür park daha kazandırdı ki Bursa’ya arkadaş, içindeki göletleri, tam ortasından geçen Nilüfer Çayı, yemyeşil dokusu ve çevre düzenlemesiyle sanki Hasan Sabbah’ın “yapay cennetinde” hissediyorsunuz kendinizi inanın!   Gündüz bir başka güzel, akşam üstü bir başka, şavkları suların yüzeyine yansıyan binbir renkli neon ışıklarıyla geceleri çok daha bir başka güzel.   Adam sadece “gönül adamı” değil ki, bir “proje adamı” aynı zamanda.   “Su akar, Türk bakar” diye görmemiş meseleyi, gitmiş BURFAŞ Müdürü Muhammet Gümüşsoy’a bir teklif götürmüş; Başkan Recep Altepe de bu işe “olur” verince “saltanat kayıklarının” yapımına başlanmış.   Tabii orada “saltanatı” yaşayanlar kral ya da padişahlar değil artık, devir “halk devri”, sade vatandaş üç otuz paraya dolaşıp geziyor kayıklarla Nilüfer Çayı’nı.   Elektrikli hepsi, çevre dostu, ne doğayı pisletiyor ne de Gölyazı’dakiler gibi “Caaarrrr” diye gürültü kirliliği yapıyorlar ortalık yerde!   “Safahat İskelesi’nin” kafeteryasındaysa ayrı lezzetler bulacaksınız, çok da güzel dostluklar.   Bir “tost” yaptı geçen gün salamlı ve sucuklu ve kaşarlı bana son derece de özel bir sunumla, dedim ki kendi kendime “daha önce yediklerim tostsa eğer, bu ne be arkadaş”?!.   Üstelik sadece 8 lira fiyatı, “Oğlum” dedim “deli misin sen? Bunu seyyar tezgahlarda bile 15 liradan aşağı vermezler, ne yapıyorsun böyle”?   “Olsun abi” dedi, “gene de kazanıyorum ben, Allah bin bereket versin!..”   Dedim ya “Adam manyak” diye, demedim mi yoksa daha önce?   Demediysem eğer şimdi söylüyorum, “sıra dışı insanların” son temsilcilerinden tam bir “Kel Aynak Kuşu” Safa Gönen!   Tatlı menüsü hazırlamış bir de…   İçinde ne var?   Tahinli pide…   İncecik, çıtır çıtır rulolar halinde susamlı helva!   Kütahya’da bir ustaya toz şekerden imal ettiriyormuş onu da.   Peki ya başka ne var?   Hani biz küçükken dondurma külahlarının dibine leblebi tozu koyarlar, üstüne de ondan ilave ederlerdi ya?   Bildiniz, bembeyaz köpük helva!..   Ve elma şeker!   Ve gazozz…   Buz gibi gazozz…   Soğuk soğuk gazozz…   Birlikte gidelim mi Can ilk fırsatta oraya da?   Hem Keles’te henüz küçük bir çocukken sermayesini rahmetli anneannemden istediğim, sonra da ilçeye pazarın kurulduğu bir cuma günü gidip “Hacı Goyun’dan” aldığım bir kasa Uludağ gazozun satış hikayesini de anlatırım sana.   Akşama kadar dayanamayıp pek çoğunu ben içmiş, hayli de zarar etmiştim o gün!  

Diğer Haberler