Bu sene pek öyle dışarıda yapılan iftar davetlerine itibar etmedim.
Ya canım istemedi, ya da kısa soluklu kaçışlarıma denk geldi şehirden.
Validemin aile üyelerine verdiği iftar günü bile Zülfikar-Beate Yüksel çiftiyle birlikte mobilya bakıyorduk İnegöl’de.
Buna rağmen Nilüfer teyzem ve Esat eniştemin yine aile üyelerini davet ettiği iftar programına katıldım.
Güzel teyzem kadar “Nilüfer” ismini de çok severim.
Çamurun, bazen de batağın içinde olmasına rağmen o özel bitkinin çiçekleri ve yaprakları hiç kir tutmaz.
Nilüfer bitkisinin gözenek ve dokuları esas alınarak nano teknolojiyle bir kumaş üretildiğini ve bu kumaşın da üzerinde hiç çamur ya da toz barındırmadığını biliyor muydunuz?
Yemyeşil ormanların çevrelediği küçücük göletlerde suyun üzerinde, gelinliklerini giymiş saf, tertemiz ve bembeyaz kıyafetleri içinde her biri ayrı güzellikte birer prensestir benim gözümde Nilüfer çiçekleri.
Ve Esat eniştem…
Bir erkek, bir ömür boyunca nasıl bu kadar sakin, dingin, olgun, sabırlı olabilir, eşini şu kadarcık hiç kırmadan bir yastıkta nasıl koca bir ömür geçirebilir, insan onu görünce şaşırıp kalıyor doğrusu.
Maşallah, Allah evlatlarıyla birlikte uzun ve sağlıklı bir ömür versin, mutluluk ve huzurlarını daim kılsın.
Çok keyifli bir akşam geçirdik sayelerinde, Allah kabul etsin.
Ve dışarıda ikinci iftarımı Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Yönetimi’nin yine sanayi bölgesinde kurduğu dev iftar çadırının yanındaki çimenlerin üzerinde yaptım.
Dosab’lılar daha önce iftar için yeterli olan paraları kendi aralarında toplayıp, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’na veriyorlarmış ve oradan organize ediliyormuş Ramazan ayında düzenlenen toplu iftar yemekleri.
Bu sefer biz kendimiz yapalım demişler.
Benim de ahbabımdır, kendisini ben de çok severim ama onların tanışıklıkları daha eski;Gazozcu Safa’nın (Gönen) yakın arkadaşı, Vemteks Tekstil fabrikasının sahibi Vedat Kantar aradı geçen hafta, “o gün sıra bende, toplu iftarı ben vereceğim, seni de mutlaka bekliyorum” diye.
“Gazozcu da gelecek mi” diye sordum?
“Yok abi” dedi, “onun zaten şehir dışında işi varmış.”
“Tamam o zaman, Gazozcuyu görünce benim midem gaz yapıyor” diye yanıt verince bastı Vedat yine kahkahayı!
Tam 1.200 kişiyi ağırladı Vedat Kantar o akşam.
Çok güzel, limonata tadında bir akşam vaktiydi.
İçişleri Eski Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun oğlu Akbank Bölge Müdürü Orkun Gazioğlu’nu da davet etmiş Vedat.
Orkun da iki müdürünü almış gelmiş.
Pırlanta gibi bir insandır Orkun, vesileyle görüşmüş olduk.
Bundan yıllar önce onun Almira Otel’deki düğün yemeğinde Mehmet, Osman, Abdi ve Şakir Gazioğlu kardeşlerin ellerindeki tahta kaşıkları şıkırdata şakırdata büyük bir heybet ve ihtişam içinde sahnede dönerek Keles yöresi halk oyunlarını sergiledikleri an daha dün gibi aklımda.
(Keles-Orhaneli aynı şey aslında ama bir parça Kelesli’lik damarım kabardı!..)
Her birini ayrı ayrı severim “Gazioğlu” kardeşlerin, çok anı biriktirmişliğimiz var, adam gibi adamdırlar.
Az önce dedim ya “Vedat’ı da severim” diye?
Onun sadece kendisini değil, onun “soyadını” da severim.
Yine seneler önce her hafta “o gün gelsin de siyah-beyaz televizyon ekranının başına geçip yine izleyelim” dediğimiz bir dizi vardı, Kaynanalar!..
Oradaki damadın annesi sinirlendiği vakit “niiiii” diyerek, aldığı şan dersinden aklında kalan tek nağmenin ilk hecesini çığıran aristokrat özentisi, halkı avam bulup tepeden bakan bir kadın olanTijen hanımdı.
Gelinin babasıysa daha halktan, esprili, kalender bir adam olan Nöri Kantar’dı.
Hepimiz Nöri ve Nöriye Kantar’ın tarafını tutar, gelişen olaylar sırasında onlardan yana tavır alırdık.
İşte kantar soyadını da o günlerden beri, Nöri Kantar’dan dolayı çok severim.
Bir de özellikle son yıllarında daha iyi tanıyıp, fikirlerini öğrendikçe sevdiğim bir adam daha var, o da rahmetli Necmettin Erbakan.
Nedense hep gülüp geçtiğimiz, “mercimeğin altı, kadayıfın üstü” diyerek siyaset yaptığı için pek ciddiye almadığım Erbakan’ı ki, o yıllarda sigara da içiyordum, yine böyle bir Ramazan günü, Küçük Sanayi’deki BESOB’un salonunda tam iki buçuk saat boyunca bir kere bile dışarı çıkmadan büyük bir dikkatle dinlemiştim.
Siyonizm ve kapitalizme dair o ana dek hiç bilmediğim yeni yeni bilgiler öğrenmiş, doğru olduklarını da araştırıp teyit ettikten sonra daha da bir sempatiyle bakar olmuştum o iftarın ardından Erbakan hocaya.
Sonra sağ olsun, iyi ki de götürmüş dönemin Saadet Partisi İl Gençlik Kolu Başkanı Ali Molla Salih’le birlikte gitmiştik bir yaz günü Altınoluk’taki evine.
Yasaklı olduğu dönemdi.
Deniz kıyısındaki o geniş bahçede göğe uzanan kavakların altına Türkiye’nin dört bir yanından gelip bağdaş kurarak oturan yüzlerce partilisine hitaben uzun bir seminer vermiş, kendi deyimiyle onların kafalarına birer “çivi” çakmış, anlattıkları akıllarından artık hiç çıkmasın diye bilinçlendirmişti onları.
Sonunda da kalabalığın arasından bazılarını seçerek tek tek kaldırıp imtihana girişmesin mi?
Maazallah misafir olduğumu bilmez, ya beni de işaret ederek kaldırırsa diye kalın bir ağacın arkasına saklanmıştım usulca!
Çiviler hala aklımda ama!
“Haftalık toplantı” çivisi, “Milli Gazete okuyup okutma” çivisi ve “cihat” çivisi!
İşte geçen hafta merhum Erbakan’ın oğlu Muhammed Ali Fatih Erbakan geldi Bursa’ya, Erbakan Vakfı Bursa Şubesi’nin davetlisi olarak.
Can (Ertan) konuşmasındaki ayrıntıları yazıp paylaştı sizlerle ancak Fatih Erbakan’ı bir önceki gelişine göre liderliğe çok daha yakın ve donanımlı bulduğumu söylemeliyim.
Erbakan Vakfı’nın Bursa Şubesi Başkan Yardımcısı Hasan Armağan’aysa özellikle bir kez daha teşekkür ediyorum bizimle yakından ilgilenip ağırladığı için.
Bu arada ilk defa o akşamki iftar programı nedeniyle gittim, yakın doğu çevre yolunun hemen yanına “Tacmahal” isimli çok maksatlı kullanılabilen yeni bir bina yapılmış ki, sadece iki yıldır faaliyet gösteren o direksiz kocaman salona resmen hayran kaldım doğrusu!
Ses ışık sistemi mükemmel, havalandırma, aydınlatma harika, kendi mutfağında hazırlanıp sunulan yemekleri de çok lezzetli olan Tacmahal’in kurucusu Rahmi Mane’yi özellikle kutluyorum.
İçeride 1000 kişiden fazla insan vardı.
Aynen adam olacak çocuk gibi, ben bir siyasi oluşumun “ruhuna” bakarım var mı yok mu diye?
Eğer o ruh varsa bilin ki, ileride büyük bir oluşuma dönüşmesi için gerekli temeller sağlam atılmış demektir.
Ve bir siyasi yapının her hangi bir toplantısında gelir elde etmek amacıyla kalem, çakmak, kitap ya da armalı hediyelik eşyalar satılıyorsa kesinlikle o çocuk adam olacak demektir!
Geçmişte Ecevitlerin partisi DSP öyleydi, Erbakan’ın Milli Nizam, Milli Selamet Partisi öyleydi mesela.
Mitinglerde Ecevit konuşmak üzere otobüsün üzerine çıkarken, Rahşan yenge de kız kardeşiyle birlikte aşağıda yerde otobüsün yanında, üzerlerinde güvercin amblemi bulunan kalem ve çakmaklarla, Bülent beyin kitaplarından oluşan seyyar sergisini açıverirdi hemencecik.
Fatih Erbakan’ın yoluna emin adımlarla ilerlediğini gördüm o gün.
Ancak bir şey daha gördüm ki yine, salon her zaman olduğu gibi haremlik-selamlıktı!
Onlar bizim analarımız bacılarımız.
Bilin ki, biz erkek milleti olarak başkalarına karşı değil, kendi kendimize olan güvensizliğimizden ötürü onları kapalı, uzakta, başka bir yerde tutuyoruz!
Erbakan’ı ve oğlunu sevenler ne zaman ki bu gerçeği anlayıp farkına varırlar, ne zaman ki kadın ve erkeğin yan yana, sırt sırta, omuz omuza yürüdüğü hedeflere çok daha hızlı ve kolay varıldığını öğrenirler, işte o zaman her şey çok daha başka olur!
Düşünsenize, Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları önce sadece “yenilikçiyiz” söylemiyle aldılar geniş kesimlerin oylarını!
Erbakan Vakfı’nı yönetenlerin de şu an Saadet Partisi’nin başına konbaba gibi kurulmuş ihtiyarlardan biraz farklarının olması lazım artık azıcık değil mi?