Yazarlar

İki lezzet durağı daha

post-img
Can’ımız Ertan’ımız yazmış geçen gün Yeni Marmara Gazetesi’ndeki köşesinde, “İzzet kardeşimin yaptığı 250 gramlık bir büyük köftesi var ki, ünlü gurmemiz, haz üstadımız Mehmedim Alim görmesin; kokusundan, rayihasından şakkadanak bayılır, ayılınca da bir çırpıda dört tanesini indiriverir ham diye mideye” diye.   Can’ımız Ertan’ımız, 250 gramlık 4 köfteyi “ham” diye bu dünyada senden başka mideye bir çırpıda kim indirebilir len?!.   Bir kilo köfte bu, dile kolay, Suna Soydaş bile yiyemez o kadarını bir oturuşta.   Valide sultanın “Derhal geliyosun, beni alıyosun, yemeğe çıkarıyorsun, tam 10 gündür sen anneni niye, nasıl oluyor da görmüyosun” mesajı üzerine ki, hatun kendini aştı, torunu junior Mürüvvet hanımın kendisine yurt dışından getirdiği İPhone 7’yi bir çırpıda çözerek, “Siri”uygulaması vasıtasıyla sağa sola gönderdiği mesajlarla yönetmeye başladı hayatı…   Hiç vakit yitirmeden yol aldım kendisine doğru.   Nereye gidelim?   Günümüz şöyle güzel bir akşam yemeğiyle nerede taçlansın?   Derken…   Can’ın bahsettiği “Cevizz Restoran” düştü aklıma.   Güzin Değişmez’i bilir misiniz?   Eğer tanımıyorsanız, bu güne dek ondan bir Türk Sanat Müziği parçası dinlememişseniz eğer, şimdiye dek hiç yaşamamışsınız demektir!   Açın hemen You Tube’u.   Yazın oraya “Güzin Değişmez, Akşam yine gölgen, yine akşam” diye…   O dupduru, billur gibi sesin şevkiyle dalın maziye, inin ne kadar derine inebilirseniz, inin…   Yakamozlar sarsın dört bir yanı, yıldızlar toplayın aysız akşamlarda kendi ellerinizle sevdiceğinize gökyüzünden, ateş böcekleri aydınlatsın gecenizi, papatyalar, gelincikler açmış kırlarda yürüyün düşlerinizde onunla el ele…   Bursalı Arap Şükrü’nün torunlarından Güzin Hanım…   Arap Şükrü Sokağı, Reşat Şükrü olduktan sonra kardeşlerine Orhaneli yolunda açmıştı “Balıklı Bahçe’yi” bundan çok uzun yıllar önce.   Ve arkadaşı rahmetli kanun üstadı Halil Karaduman’ın katıldığı bir gecede bulunarak iştirak etmiştik açılış gününe.   Yürütemediler.   Şöyle tarif edeyim:   Misi’ye doğru bayırdan aşağı iniyorsunuz…   Düze vardığınızda solda, karşı taraftan geliş yönünde  kalıyor Cevizz.   Az ileriden sağda yan yola yönelip, Misi Kavşağından tekrar Bursa istikametine  dönmeniz gerek oraya ulaşabilmek için.   “Değişmez Kardeşlerden” sonra birkaç el değiştirdi ilkin “Balıklı Bahçe” olarak açılan mekan.   Bir-iki uğradım geçmişte, oturulacak gibi değildi!   Can’ın anlattığı yer işte tam da orasıydı biliyor musunuz?   “Tavlanı da al” dedim yanına valide sultana, “hem yemek yeriz, hem de eğer müsaade ederlerse bir-iki el atarız şeftali ve zeytin ağaçlarına asılı Japon fenerleriyle bezenmiş yemyeşil bahçede.”   Kolay kolay her tavla tablasında oynayamaz hatun!   Evindekilerin sık sık pullarını, zarlarını, köpüklü ılık suyla yıkayıp temizler, özenle kurular; başka bir el değince mümkünü yok, hijyen kaygısından ötürü hiç içine sinmez!   Yeni telefon numarasını bilmediğim için Can’ı arayıp yer ayırttım Cevizz’den.   Çay…   Önce çay ikram etti mekanın yeni işletmecileri Muazzez hanımla, İzzet kardeşim.   Nasıl yani?   Nasıl lezzetli, nasıl lezzetli anlatamam; yaşamım boyunca hiçbir restoran işletmesinde gelen çayı bu kadar keyifle içmedim!   “İşin sırrı suyunda” dedi İzzet, “az ilerideki yamacın altında Roma döneminden kalan ve dağdan kemerle gelen bir kaynak var, suyu oradan alıyoruz.”   Bundan yüzlerce yıl önce Misi’nin evlilik çağına gelmiş genç kızları gelip, o kaynaktan yıkanırlarmış.   Çirkini güzel, güzeli daha da bir güzel yaparmış oradan gelen su.   Çayı bu kadar lezzetli kıldığına göre doğrudur inan olsun!   Bilin ki hiç abartmıyorum…   Hem zaten gittiğinizde siz de durumu görecek ve bana hak vereceksiniz…   Nasıl da hakkını, kıvamını vererek yapmışlar, ben yine son yıllarda bu kadar lezzetli mezeler yediğimi de hatırlamıyorum!   Özensiz, öylesine uyduruverilen, içine sevgiden kaynaklanan lezzet katılmamış uyduruk yiyeceklerdi hepsi!   O humusu Halep’te yiyemezsiniz böylesine keyifle.   Cevizz’in, “cevizli spesiyali” bir nefaset abidesi.   Patlıcan ezmesi, boranisi, Muazzez hanımın annesinden öğrendiği otlu meze, şakşuka, acılı ezme…   Rengiyle, kokusu, dokusu ve lezzetiyle de benim o akşam Cevizz’de yediğim “acılı ezmeyse”eğer, şimdiye dek karşıma çıkanlar neydi acaba, şimdi bunu sorgulamaya başladım doğrusu?   Maydanoz, biber, kekik, nane, kimyon, biber ve domates salçası, kuru soğan ve eser miktarda sarımsak hep birlikte öyle bir raks etmişler ki acılı ezmenin içinde, kendinizi sahnede Kuğu Gölü Balesini izlerken buluyorsunuz adeta!   İzzet kardeşim kendisini bildi bileli hizmet sektörünün içindeymiş.   Eşi Muazzez hanımsa en son tam 14 sene Turhan Gençoğlu’nun ailesinin yanında çalışmış.   “Turhan bey ve eşi Nilgün hanımın iyiliklerini” anlata anlata bitiremiyor, oğulları “Alihan” diyor da başka bir şey demiyor Muazzez.   Bahçede çalınan müzikleriyse çok güzel seçmişler.   Ses son derece kısık ve hiç rahatsız edici değil.   Can’ımız Ertan’ımızın o çok övdüğü köfteler gelinceye değin yan masalarda tavlalar oynandı.   Tabii, bizim valide “çat çat” beş dakkada haşladı Muazzez hanımı!     Can’ın sözünü ettiği maydanozlu köfteyse hakkını öylesine veriyor ki, bir “köfte cenneti” olan Bursa’ya yeni bir anlam katıyor adeta.   Dostluk, sevgi ve muhabbet vardı o akşam Cevizz’de.   Etin haricinde gelenek bozulmamış, yan taraftaki mutfakta bir birinden lezzetli balık ve balık mezeleri de sunuluyor misafirlere.   Fiyatlarsa abartısız, gayet makul.   Sabah kahvaltı da veriyorlarmış, tüm yemeklerin yanında getirilen  “kızarmış ekmeğin dahi Misili hanımlar tarafından özel olarak yapıldığını” söylersem, Muazzez-İzzet çiftinin işlerine gösterdikleri özeni daha iyi anlatabilirim sanırım.   Kadınların arasında kalmış, iyi terbiye edilip eğitilmiş bir oğlan çocuğu olarak bu kez de kızımın siparişini yerine getirmem gerekti saat 24’00’e doğru.   Profiterol istemiş hatunun o saatte canı!   Bursa’da nereye gidilir eğer o sıra açıksa?   Elbette ki “Ülkü Pastanesi’ne”!   Bembeyaz bir kıyafet almıştı rahmetli babam kapalı çarşıdan, “maşallahı” ve şapkası da pek afilliydi sünnet elbisemin canım!   Sonra da gidip Ülkü Pastanesi’nin, Nalbantoğlu’ndaki ilk yerinden üç gün önce sipariş edilmiş “üzümlü kekleri” ve bidonlar içinde limonataları yüklemiştik arabaya.   O üzümlü keklerin ve limonatanın lezzeti hala olduğu gibi duruyor biliyor musunuz!   Kafkas ve Ulus gibi artık Bursa’nın önemli markalarından biri haline geldi Ülkü Pastanesi.   Tesadüfen Nilüfer’deki şubedeymiş o gece, Mustafa (Büyükyanbolu) karşıladı beni, sağ olsun profiteroller paketlenirken bir bardak da soğuk limonata ikram etti.   Eve de şişelemelerini rica ettim aynısından.   Limon kabuğunun sarı kısımları rendelenip, hazırlanan cürufa katılarak yapılır gerçek limonata ve o rayihanın içeceğe geçmesi için de demlendirilir; sadece toz şeker kullanılır, başka da bir şey katılmaz içine.   Bence Ülkü Pastanesi bu formülü bozmadan üretimini arttırıp limonatasını da şişeleyerek marka haline getirmeli.   Seviyorum ben okurlarımla güzel şeyleri de paylaşmayı.   Alın çoluk çocuğu bu haftasonu, Orhaneli-Keles yolu üzerindeki Cevizz’e mutlaka gidin…   Yeni ve güzel bir yer keşfedeceksiniz.   Benim selamımı da söyleyin, indirim yapsınlar hesapta biraz.   Ve ertesi gün ille de Ülkü Pastanesi’nin buz gibi limonatası…   Yanındaysa tercihe göre profiterol veya üzümlü kek.    Hadi afiyet olsun size.   Bu sene beni fazla yordu, biraz dinleneyim, biraz da gezip dolaşıp öyle geleyim yanınıza tekrar, olur mu?

Diğer Haberler