Yazarlar

İkiz

post-img
Çocukluğumda, eskiden oturduğumuz mahallede benden birkaç yaş daha küçük ikiz kızlar vardı; Ayşegül ve Hatice. Pek şekerlerdi doğrusu. Sokakta oynarken oğlanlardan birisi, ikisinden birinin canını mı yaktı? Daha sonra birlikte giderlerdi o çocuğu dövmeye! Bir pundunu bekleyip önce bir köşede sıkıştırırlar… Oğlanı pataklayıp yolmadan önce şu tekerlemeyi söylerlerdi: “Toros, Toros, Toros, gel yanıma? Napıcaksın beni? Seviyorum seni!..” Bursa eski milletvekili ve CHP Parti Meclis Üyesi Sena Kaleli’nin de bir ikiz kardeşi var: Sema Gülez Sema Gülez, Sena Kaleli’nin eli biraz kalem tutan versiyonudur. Kamil Koç’un otobüs dergilerinde, İnternet’te bazı bloglarda filan yazardı. Aslına bakarsanız yazıya başlamasına ben vesile oldum da denilebilir. Bir rica üzerine hatır için 2002 yılında Yenibursa Gazetesi’ni haftalık olarak çıkarırken yazılarının yayınlanmasına onay vererek desteklemiştim kendisini. Birkaç kez de gazete personeli, yazarları ve belediye başkanlarıyla, dönemin milletvekillerini İbrahim abinin orada, Canlı Balık Lokantası’nda ağırlamıştım. Sema Gülez de oradaydı. Taklit yeteneği vardı. Kafayı bulunca sahneye fırlayıp kaşığı mikrofon gibi kullanarak Neşe Karaböcek, Ajda Pekkan taklitleri filan yapmıştı. İyi bir kızdı aslında ama o da bozmuş kendisini sonradan! Karındaşı CHP’den Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı yapıldığı vakit yine bir blogta yayınladığı o derin siyasi değerlendirme ve bilgilendirme içeren yazısında hiç unutmuyorum “Sena'ya belediye başkan adaylığı sadece CHP’den değil, MHP’ ve DYP’den de geldi. Ancak biz aile meclisi olarak toplanıp bu konuyu görüştük ve Sena’nın CHP’den aday olması yönünde karar verdik” demişti. Yani Sema ve ailesine göre CHP ya da MHP arasında hiç fark yoktu; amaçlarına hizmet esinler yeterliydi! Bir de bu Sema Gülez’i kardeşinin yerine Geçit’e götürdüklerini duymuştum o vakitler CHP’li yöneticilerden! İkiz oldukları için birbirlerine çok benziyorlar ya? Sena Kaleli programa yetişemeyince Geçit’te yaşayan taşralı köylülere(!) “işte bu Sena Kaleli” diye yutturup oy istemişler. Kavga ettiklerine birlikte dalan bizim eski mahalledeki ikiz kızların çok sevimli yanları vardı ancak, gelin görün ki bu yakadaki ikizler yazarınıza karşı beraberce  öylesine büyük bir kin ve öfke biriktirmişler ki, meğerse bir fırsat gelene dek aylardan beri morarıp dururlarmış oturdukları yerlerde. Hele bu Sema’nın kendini düşürdüğü duruma güleyim mi ağlayayım mı bir türlü karar veremedim?!. Ancak elektronik postayla gelen iletideki yazı dosyasını açmadan önce, hızını alamayıp da bilgi ekranına yazdığı “Mail adresi bile Nuh Nebi’den kalma” notuna çok güldüm doğrusu. Yazdığı eserin tamamını buradan yayımlamayacağım, çoluk çocuğun eline geçebilir ama sizlere bir fikir versin diye bazı bölümlerini paylaşacağım sadece. Örneğin şöyle diyor yolladığı mektupta Sema Gülez: “Ha, editörümken "siz" diyordum. Lan mı, desem? Len mi? Yatkınlık bu yönde de... Olmaz ki, böyle de yazılmaz ki... Kapa çeneni! En azından susma erdemini göster!” Sema’cım bak gel orta yolda anlaşalım, madem çok istiyorsun, hadi kırmayayım seni, sadece “la” de bana, “la” demen yeterli?!. Ancak ne zaman konuşup ne zaman susacağımı söylemen çok ayıp bir şey. Senin gibi aile terbiyesi almış bir hanımefendinin ağzına hiç yakışmıyor. Bir kere her şeyden önce basın özgürlüğüne aykırı bu talebin. Anlıyo musun beni? “Bugüne kadar yalnızca izledim. Aslında, Senayla uğraşanın tam olarak kim olduğunu da anlamamıştım, doğrusu. Taşralı bir gazeteci, kendince, iş edinmiş, eğleniyor, demiştim. Malûm, bazılarının entelektüel sermayeleri, konu kıtlığı çekmelerine sebep oluyor.” Evet, biz taşralıyız Sema. Tunalı Hilmi’nin ya da Şişli’nin lüks restoranlarında oturup da her gün suşi, havyar filan yiyemiyoruz. Tarhana çorbası, bulgur pilavı ve soğanın cücüğünü severiz biz, haklısın! Sema sen ne içiyorsun, nerede yaşıyorsun Allah aşkına kuzum? Senin deden de bu taşradan çıkmadı mı? Sermayesini burada yapmadı mı? Servetini burada kazanmadı mı? Senin kardeşin bu taşralıların oylarıyla milletvekili olmadı mı? Sen yoksa Kinder sürpriz yumurtadan mı çıktın Sema da insanları taşralı maşralı diye küçümsemeye kalkıyorsun bakiim? Hem bak sana başka bir şey daha diyeyim mi? CHP sizin gibi seçkinci zenginler yüzünden halktan kopuyor, geniş toplum kesimleriyle arasında diyalog kuramıyor biliyor musun? Nedir bu sizdeki kel kibir böyle? Bursalı olmaktan hep gurur duydum ben; Bursa’da gazeteci olmaktan da. Hatta bir de Bursa’nın dağındanım ben, dağlıyım yani. Sizin gibi varsıllar malımıza mülkümüze zarar gelmesin diye Yunan’ı şehrin altın anahtarıyla karşılarken, bizimkiler elde mavzer cenge çıkmışlar haberin var mı senin Semacık? Bak biraz ufkun açılsın, dünyan genlesin: Yaşar Kemal de mesela taşralı bir gazeteciydi. Onu uluslararası ölçekte ünlü yapan romanlarında hep taşrayı, köylüleri, Çukurova’yı anlattı. Avrupa yakasını değil! Bilmem okudun mu Sema? Bir William Faulkner vardır ki mesela, Nobelli bir yazardır kendisi, hep Amerika’nın güneyini yani, taşrasını anlatmıştır. Faulkner’in, Ses ve Öfkesi’ni okumanı öneririm, öfke ve kibirden kararmış ruhuna biraz olsun ferahlık verir. Mesnevi’yi yazan Mevlana da Konya’da taşralı bir hümanizm savunucusudur. Hacı Bektaş-ı Veli de taşralıdır. Yani senin anlayacağın yerel olmadan, kök saldığın toprağa, onun insanına, kültürüne yaslanmadan evrensel olunamaz Sema’cım. Bu arada unutmadan, senin sermayenin ne olduğunu, nereden geldiğini hepimiz biliyoruz da bir yazarın sermayesi vicdanı, cesareti, gerçeğe duyduğu tutku ve halkına beslediği sevgidir. Seninkinden biraz farklı benimkisi. Bizler bu sermayeyi hiç kimsenin emeğini sömürmeden, artı değerine el koymadan yaptık. Bu gün Kemal Kılıçdaroğlu bile “asgari ücret net en az bin beş yüz lira olmalıdır” diyor. Sen Yahudilere satmadan önce en az alan çalışanına kaç para veriyordun bakalım? Seni Das Kapital seni! Her şeye sizin hakkınız var değil mi? Parayı basıp milletvekili de siz olacaksınız, belediye başkanı da. Hep sizin hakkınız. Uğraşıp emek verenler gidip bulgur pilavı yemeye devam etsin! Sizler de aile meclislerinde toplanıp, kimin nereden aday olacağına karar verin. Her türlü gafı yapıp, siyasi cahillik ve görgüsüzlüklerin dik alasını sergileyin, İki eleştiri yüzü gördüğünüz vakit de bunu yapana “kapa çeneni, taşralı gazeteci” deyin?!. Alıntı yapmaya devam edelim Sema’nın er mektubundan: “…Yerelliğin tuzaklarına düşecekler elbette. Sena da, bunlara nasıl izin veriyor, diyordum… Doğrusu, yazılar okunacak gibi değil. Tutturulan dil, anlatım biçimi, biçemi, terminoloji yerlerde sürünüyor. Ne diyelim buna, jargon mu, racon mu kesiliyor? Kıraathane ağzı. Çok sınırlı bir kelime imbiğinden fışkıran "kusmuk" tadında… … Birilerinin siyasî rakiplerine, üstelik kadın olanlarına saldırma amaçlı bir şey… …Bunlar arkaik, histerik, sekter bir yapıdan beklenen şeyler olabilir ancak… Şükür ki, iyi bir terbiyeden geçtik. Ha, sokak ağzı mı, bak buna ben çok yatkınımdır. Dümdüz gittiğim de olmuştur. …Gammazcıların, ispiyoncuların, yalancıların, iftiracıların, çamur atanların, bokçuların, dedikoducuların önü açılır. Gazetecilik, özellikle oralarda PR'cılık oynuyor…” Sema, senin şu terbiye meselen konusunda cidden kaygılanmaya başladım artık. Ağzına bir iki kere acı biber sürselerdi büyürken, hiç olmazsa bu kadar ayarı bozuk olmazdı. Bir kadının ağzına hiç yakışıyor mu böyle laflar? Çok ayıp! Yazarın cinsiyeti yoktur, yaşamım boyunca kadın erkek ayırımı yapmadım ben Sema’cık. Hatta kadınların bizden çok daha akıllı ve üstün özelliklere sahip olduklarını öğreneli de çok oldu. Kelimelerin, cümlelerin de cinsiyeti yoktur. Yazarken beni sadece gerçeğe sadakat ilgilendirir. Gerçeklerse çırılçıplak ortadadır ve cinsiyetsizdir. Aynen senin şu ruh halin gibi. Kahvehane kültürüm de hiç yoktur. Ama senin ettiğin şu lafları otobüs muavinleri bile kullanmıyorlar artık! Günümüzde her biri en azından bir açık öğretim fakültesi olsun bitirmiş durumda çünkü. Amatör psikanalist denemelerine de hiç girmeyeyim, onları sen git, kendinle ilgili kendi doktorunla konuş. Kullandığım dil ve metin çözümlemelerine gelince, sana bir savunma yapmak durumunda değilim. Eskiden tanıdığım Sema gibi kızgınca da olsa edebince yazıp yanıt isteseydin eğer, bunun her türlüsünü memnuniyetle yerine getirirdim. Hepsini sıkı takip ettiğin zaten çok belli oluyor ama niteliksiz buluyorsan eğer bundan böyle yazdıklarımı okumaz, gelir geçersin. Onca yıldır kalem oynatan bir yazı emekçisi olarak okurlarımın ilgisi, övgüsü, desteği bana yeter. Sana gelince… Süleyman Demirel’in geçmişte “petrol vardı da biz mi içtik” dediği gibi, Sema hanım retoriği, cin eriği, polemiği, ideolojisi, biçemi, kültürü, edebi değeri bakımından zengin yazılar kaleme aldı da biz mi okumadık? Ancak yolladığı mektuptaki anlam dağınıklığına, içerikteki tutarsızlığa, üslubundaki kabızlığa, polemik düzeyindeki güya kendine aristokrat havaları katmaya çalışan halktan uzak görgüsüzlüğe bakınca açıkçası pek de umutlanamıyor insan. Sema, sen kaç kuşaktır burjuvasın bakalım? Sen de benim gibi Gökdere’de ağaçlara tırmanarak büyümedin mi kız? Ha bir de demişsin ki orada, “birilerinin danışman seçimi milleti ne kadar ilgilendirecek hiç anlayamadım?” Belli ki senin bu işlere kafan hiç basmıyor Sema. Sen otur boğaza karşı, kahvenin yanında Martell konyağını yudumla. “Birileri” dediğin milletvekili, “danışman” dediğin, kamu kaynaklarından para ödenen ve devletin görevlendirdiği kişiler. Bursalı 5 CHP’li milletvekilinin danışman ve yardımcılarına her ay yaklaşık 50 bin lira ödeniyor. Bu paralar bizden toplanan vergilerden gidiyor. Kaldı ki hatır için eş, dost, akraba değil de gerçekte alanında uzman danışmanlar istihdam edilse oralarda, hiç olmazsa akıllı proje ve çalışmalar havada uçuşur. Seni belki değil ama bu durum herkesi çok ilgilendirir Sema. İlgilendirmeli. Hele hele CHP’ye emek vermiş insanları fazlasıyla ilgilendirmeli. Ve elbette haber değeri taşır. Mesela CHP’li Bursa eski Milletvekili Kemal Demirel’in tam 8 sene boyunca baldızını danışman gösterip devlete para ödetmesi skandal ötesi bir durumdur. Senden gelen bir eleştiri değil ama zaman zaman yazılarımı “kişiselleştirdiğim” konusu doğru. Bunu bilerek özellikle yapıyorum. İki nedeni var. Birincisi, siyasette karşılaştığım “yanlış insanları” teşhir edip tanıtmayı kendime mesleki bir görev olarak kabul ediyorum. İkincisi de, yazı aynı zamanda kişisel gözlem ve deneyimler değil midir? Hiçbir sakınca görmüyorum yaşadıklarımı, yediğim kazıkları, ihanetleri, şapşallıkları, dolayısıyla bunların aktörlerini yazmakta. Yeter ki doğru olsunlar. Nitekim “yalan” diyen hiç kimse çıkmadı şimdiye kadar. Evet, terbiyeli Sema… Mektubun sonundaki Tophaneli bıçkın delikanlı öykünmesine bayıldım. Hatırladığım kadarıyla eskiden de komiktin böyle sen. Haydi yap bir Ajda Pekkan taklidi de abilerin ablaların gülsünler; azıcık ilgiye ihtiyacın var şu aralar  sanırım senin? Peki, “kapa çeneni demokrasisi” anlayışına ne demeli? Sermaye buyurganlığıyla el ele tutuşmuşlar Bağdat Caddesi’nde birlikte yürüyorlar. Egonun da azıcık cazibesi olmalı, di mi ama Sema’cığım, böyle de yapılmaz ki, bu kadar da rüküş olunmaz ki!      

Diğer Haberler