Kutsal kitapların tümünde Allah’ın önce dünyayı, sonra da evreni 6 günde yarattığı, 7’nci gün de dinlendiği aktarılır.
Dinlerin hepsi bu son günü kutsarlar ve inanan insanlar o gün çalışmazlar.
Museviler için bu gün Cumartesidir.
Kışın ateş bile yaktıramazsınız Yahudilere; çalışmak zinhar haramdır.
Hristiyanlar Pazarı tatil etmişlerdir; o günü ibadetle geçirirler.
Müslümanlar içinse 7’nci gün Cumadır.
Tevrat’ın Tekvin (Çıkış) suresinde pek güzel anlatılır “yaradılış” söylencesi.
Önce oradan bir bölümünü okuyalım:
“1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.
3 Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.
4 Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
5 Işığa “Gündüz”, karanlığa “Gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
6 Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu.
7 Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
8 Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
9 Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu.
10 Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
11 Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin” diye buyurdu ve öyle oldu.
12 Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
13 Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
14-15 Tanrı şöyle buyurdu: “Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu.
16 Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.
17-18 Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
19 Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
20 Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun” diye buyurdu.
21 Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
22 Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın” diyerek onları kutsadı.
23 Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
24 Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu.
25 Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
26 Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
27 Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.
28 Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.
29 İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak.
30 Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu.
31 Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
İKİNCİ BAB
1Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı.
2 Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
3 Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
Şimdi yine size alıntılayıp sunacağım metin, “Müslümanlığı bu coğrafya pekiştirip olgunlaştırdı ve dahi güzelleştirdi” tezine o kadar iyi bir örnek teşkil ediyor ki, ne demek istediğimi hemen ilk satırlarda anlayacaksınız.
İnsanın ve kainatın yaratılışı Türk müziğinin makamlarıyla süslenip, Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Neyzen İbrahim Dede Efendi bu kadar güzel betimlenebilir mi, sonrasında siz söyleyin?
İhsan Oktay Anar’ın, “Suskunlar” isimli kitabının sayfaları arasında geziyoruz şimdi de:
“Başlangıçta sukût var idi. Ve her yer karanlık idi.
Ve yaradan Yegâh makamından terennüm eyledi.
Ve bu ışıltılı nağmeyle etraf nûr oldu.
Ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü.
Ve yaradan, bu Yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü.
Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün…
Ve yaradan Dügâh makamında terennüm etti.
Ve suların ortasında bir azîm kubbe peydâ oldu.
Ve kubbe ta arşa kadar yükseldi.
Ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü.
Ve Yaradan bu Dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün…
Ve yaradan Segâh makamında terennüm etti.
Nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri döndü.
Ve Yaradan bu Segâh nağmenin güzel olduğunu gördü.
Ve terennüme devam etti.
Nağme ile mest olan toprak, ot ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hasıl etti. Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün…
Ve Yaradan Çargâh makamında terennüm etti.
Ve bu nağme, vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, Yaradan’ın hem gündüze hakim olduğu Güneş ve hem de geceye hakim olduğu Kamer’in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü.
Ve Yaradan, bu Çargâh nağmenin güzel olduğunu gördü.
Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün…
Ve Yaradan Pençgâh makamında terennüm etti.
Ve bu nağme envai çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlûkatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semâda yankılanıp geri döndü.
Ve Yaradan bu Pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü.
Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün…
Ve Yaradan Şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı.
Ancak, bu kez nağme yankılanmadı.
Bununla birlikte Yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir âvâz gelir, hemen tanıdı:
Cins cins canlı mahlukatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, göklerdeki kuşların ve her şeyin hâkimi ilan edip mübârek kıldığı insanın sesiydi bu.
Yaradan bu sesin pek o kadar da çirkin olmadığını gördü.
Ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün…
Ve yaradan Heftgâh makamında es eyleyip sustu.
Çünkü sesini yer ile gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu.
Ve Yaradan yedinci günü mübarek kılıp takdîs eyledi ve dinlendi.
Ve Yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna makamı gizli bir nağme üfledi.
Adam bu nağmenin güzel olduğunu gördü.
Çünkü adam artık yaşıyordu ve onu yaşatan da bu nefes idi.
Ancak adam ve onun sol kaburga kemiği, meyveyi ısırıp, yasağı çiğneyince, kendilerini diri kılan bu nağmeyi unuttular ve Aden’den kovuldular.
Ne var ki ademoğulları; Hâbil ve Kâbil’den Hazreti İdris’e, Hûd Peygamber’den Firâvun Kâbus bin Muslap’a, Süleyman Aleyhisselâm’dan İskender Zülkarneyn’e, Melik Tubâ Rıdvanüllahi Aleyh’ten Âhirzaman Peygamberi Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Selem Efendimiz’e kadar bütün devirlerde; tamburdan santırdan yongardan, davula kavala miskala kadar türlü türlü musikî aletiyle; bu nağmeyi keşif ya da peydâ etmek için didindiler.
Hatta Sokrat ve Bukrat, bu esrarengiz nağmenin bir güftesi olduğunu da söylemişti.
Bu alimlere göre güfte, “Lazare, deuro ekso!” idi.
İbn-i Uzluk ise bu nağmenin hem makamının hem de güftesinin Kürdî olduğunu söyledi: “Lazar, were devre!”
İbn-i Uzluk aynı zamanda, makamı Kürdî olduğuna göre, nağmenin karar perdesinin Dügâh olması gerektiğini de ileri sürmüştü.
Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı.
Çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum, gördüğü anda O’nu tanıyabilirdi.
Bunun için de belki de, ölmeden önce ölmek gerekiyordu.
Ölmek aslında, içindeki şarabı tamamen döküp billur kadehi boşaltmak gibi, her şeyi ebediyen unutmak ve artık hiçbir şey bilmemek demekti.
Nasıl ki ancak boş bir kadeh İsa’nın kanıyla doluyorsa, aynı şekilde, sadece her şeyi unutan bir gönül ilahi esintiyle dolardı.
İşte “Galata Mevlevihanesi’nin Şeyhi” olarak tanımaktan ziyade, “ney” denilen o muhteşem, derin ve bir o kadar da yalın sazı, hazâkatle ve ustalıkla üfleyip gönülleri açmasıyla bilinen Neyzen İbrahim Dede Efendi, bu esin dolu insanlardan biriydi…”
……………………
Nasıl?
Nerede “Allahuekber” deyip kafa kesenler, nerede başkalarının Tanrı anlayışı, nerede bu topraklarda gelişen, sevgi, hoşgörü, müzik ve duygusal estetikle süslü sevecen Yaradan algısı?
Daha çok yolumuz ve çok acılarımız var önümüzde.
Ve dahi geride bıraktığımız güzelliklerimiz.