O yıllarda henüz İnternet minternet yok.
Bir bilgiye ihtiyaç duyduğun zaman açıyorsun kitabı okuyorsun, ya da kütüphane gezip arşivleri tarıyorsun.
Yazarın kıymeti işin öncesinde okuyup biriktirdikleriyle ölçülüyor, öyle şimdiki gibi ipini sallasan “yazarım” diye geçinenlere çarpmıyordu o vakitler, çok ciddi bir ağırlığı ve kıymeti vardı kalem erbabı olmanın.
Her türlü eleştiri bir yana Allah’ı var, çok şey kattı Cavit Çağlar Bursa basınına, bir kere her şeyden önce çalışanlarına hakkıyla ve hiç geciktirmeksizin zamanında ödedi paralarını, öyle Cüneyt Dizdar’lar gibi aylarca süründürüp per perişan etmedi gazetecileri hiçbir vakit.
Mesela Olay Gazetesi’nin muhteşem bir fotoğraf ve yüzbinlerce belgeden oluşan çok önemli bir arşivi vardır.
Keza, Bursa’da hiçbir gazetede olmayan bir de kütüphanesi.
Mehmet Ali İnan masraftan çekinmeyerek yıllarca en kıymetli kitap ve belgelerle doldurdu orayı.
Yazıya hazırlanırken çıkıp saatlerce okumalar yapardım Olay’ın kütüphanesinde, oradan ve arşivden sorumlu kardeşimden fotoğraf ve bilgiler de rica ederdim çoğu zaman.
Olanca titizliğiyle arşivlediği evrakları büyük bir özenle teslim eder, bazen iade etmeyi unutunca da birkaç gün sonra mutlaka arayıp, takibini yapardı.
Her karşılaşmamızda “nasılsın” diye sorduğumda “çok şükür, siz nasılsınız Mehmet Ali Bey” diye yanıt verirdi büyük bir nezaketle Olay’ın kütüphane ve arşiv sorumlusu genç kadın?
İstisnasız hep “çok şükür” olurdu cevabı.
Bir gün sormuştum, “sen dini yanı ağır basan bir insan değilsin gördüğüm kadarıyla; o halde niye sürekli dinsel bir ifade barındıran bu ‘çok şükür’ lafını kullanıyorsun” diye?
“Mehmet Ali bey” dedi gülerek, “günümüzde insanlar birbirlerine ‘nasılsın’ diye sorduklarında karşı taraftan gelen yanıtlar genellikle ‘iyidir, fena değil, eh idare eder, iç güveyinden hallice’ gibi memnuniyetsizlik hali içeren pesimist ifadelerden oluşuyor. Oysa bu ‘çok şükür’ lafının bünyesinde memnuniyet var, geleceğe dair umut var ve daha da önemlisi karşı tarafa verilen pozitif bir enerjisi de mevcut. Ben bu lafı işte bu nedenlerle çok seviyorum ve kullanmayı tercih ediyorum.”
Kelimelerin gücüne her zaman çok inanmışımdır.
İşte o gün bu gündür biri bana “nasılsın” diye soracak olsa benim de yanıtım her zaman “çok şükür” oluyor; sağ olsun Meşkure sayesinde bu konuda da zenginleşip daha da geliştim.
İstanbul’da yaşayan arkadaşım İncifer, WhatsApp’tan bir video göndermiş.
Görme engelli bir adam heybetli bir binanın önündeki kaldırıma serdiği kartonun üzerine oturmuş dileniyor…
Yine yanına koyduğu kartondan bir parça kâğıdın üzerindeyse şunlar yazıyor:
“Görmüyorum, lütfen yardım edin.”
İnsanlar tek tük para atıyorlar adamın önüne.
Derken güneş gözlüklü genç bir kadın duruyor önünde ve mesajın yazılı olduğu kâğıdı alıp arkasına bir şeyler yazarak yine yerine koyuyor.
Ayakkabılarını elleyerek tanımaya çalışıyor kadını kör adam.
Daha önce tek tük verirlerken az sonra insanlar yağmur gibi paralar atmaya başlıyorlar önüne!
Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemiyor.
Bir süre sonra yine gelip önünde duran kadını ayakkabılarından tanıdıktan sonra soruyor:
“Tabelama ne yazdın?..”
“Hiç” diyor kadın, “aynı şeyleri yazdım ama farklı kelimelerle yazdım!..”
İfade aynen şöyle:
“İt’s a beautiful day and I can’t see it!..”
Yani, “güzel bir gün ve ben bunu göremiyorum!..”
İşte size kelimelerin gücü!
Bu gün güzel bir gün ve ben de“çok şükür” sağlığı, sıhhati yerinde, sevdikleri hayatta ve uzakta da olsalar aslında daima yanında bulunan biri olarak sizlerle iki satır sohbet etmekten dolayı son derece mutluyum.
Çoğu kez sahip olduklarının kıymetini bilemiyor insan.
Sahip olamadıklarından yakınarak pesimist duygularla tüketip gidiyor hayatı.
Acının paylaşıldıkça azaldığını, sevgi ve dostluğunsa paylaşıldıkça arttığını anlayamıyor.
Kötümserlik ve olumsuzluk hali bir “veba salgını” gibi yayılıp gidiyor bazen toplumda.
Bazı insanlar birbirlerine Meşkure gibi olumlu ve iyimser mesajlar vereceklerine adeta felaket tellallığı yapıp, sürekli olarak bir şeylerden yakınıyorlar.
Ve bunu bir histeri halinde alışkanlığa dönüştürmüş kimileri.
Daha da kötüsü, içinde bulundukları durumun farkında da değiller.
Hiç mi iyi yanları yok, her şeyiyle mi kötü bu AKP?
Onlara göre öyle, yaptığı her iş kötü ve yanlış iktidar partisinin!
İşte onun için de sürekli “hayır”, sürekli “hayır” oradan gelecek her şeye!
Oysa, “Hayır’ın” zıttı olan“evet” sözcüğü ne kadar sıcak ve dostça mesajlar barındıran bir ifade baksanıza!
Ben “hayır” kelimesinin “hayırsızlık” yarattığına, “evet’inse” insana paylaşımcı duygular yaşattığına inananlardanım.
En başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere şu anda Ankara’da CHP’yi yönetenlerin aslında bir “proje” olduğunu ve yaptıkları her hareketin Soros’cuların ekmeğine yağ sürdüğünü “çok şükür” çok iyi görenlerdenim artık!
Bu gün CHP’nin kaymak tabakası bir işe “hayır” mı diyor?
Bilin ki en doğrusu “evet”tir!..
Yok, tam tersi “evet” diyorsa eğer, işte o zaman da “hayırda” hayır vardır!
Eksik ve yanlış bilgilerle yine çok kötü bir toplum mühendisliği yürütüyor CHP.
Yeni sisteme göre söyledikleri gibi“demokrasi mi gidiyor” elden?
Yoo!
Meclisi de halk seçiyor, başkanı da halk seçiyor.
Cumhuriyet rejimi mi yok oluyor?
Yoo!
Anayasanın ilk maddelerine ilişen hiç kimse yok ki?
Efendim, yüksek yargının üyelerini önemli ölçüde başkan belirleyecekmiş…
Kardeşim, zaten öyle, şimdi de cumhurbaşkanı belirlemiyor mu onları?
Meclis yok ediliyormuş…
Yoo!
Başkanı düşürme yetkisi de olacak Meclisin, ülkeyi seçimlere götürme yetkisi de…
Bunun için gerekli 400 rakamı çokmuş…
Neye göre çok, bırakın da çok önemli bir hatasından dolayı başkanı düşürüp de ülkeyi seçime götürmek için Mecliste 3’te 2 çoğunluk aransın artık!..
Yok, bunu sağlayamıyorsa eğer milletvekilleri, milletin kendisi ayaklanıp gereğini yapar zaten ülkede.
Asıl dertleri ne biliyor musunuz “hayırcı” hazretlerin?
Bu gün devletten aldıkları yüzlerce milyon lira paranın üzerinde oturuyorlar.
Şu anda CHP’ye bayrak satan firmaya bile bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatı üzerine verildi o iş biliyor musunuz?!.
Yani dışarıdan bir yabancının daha ucuza teklif verip partiye bayraklarını satması hiç mümkün değil!
Dahası, her seçim döneminde kendileri de dahil bir sürü insanı “milletvekili yapma makinesi” işlevi görüyor en tepede partiyi yönetenler!
Yarın seçmen sormayacak mı onlara, “madem yüzde 50’yi bulma iddia ve kapasitesine sahip değilsin, niye hala orada oturuyorsun” diye?!.
Halk hepsini kovalayacak yarın, işte asıl bundan korkuları!
İşin en güzel yanlarından biri de başkanlık sistemiyle birlikte mecburen muhalefetin de kendisine çeki düzen verecek olması.
Ben ülkemde benim siyasi düşünceme uygun olmasalar da artık büyük bir çoğunluğun desteğini alan güçlü hükümetler ve istikrar istiyorum.
Hainlik yapmak yerine adam gibi, ülkesi yararına yapıcı ve olumlu muhalefet eden siyasi partiler bekliyorum.
Çakma Gandi, yalancı çoban çarkçı Kemal’e bak sen, bir taraftan “demokrasi elden gidiyor” diye bağıracak, diğer taraftan da milletvekillerinin tamamına yakınıyla, CHP üst yönetimi yıllardan beri kendisinin iki dudağı arasından çıkacak!
Bu kadar mı saf, salak yerine konur bir genel başkan tarafından parti üyeleri ve seçmen?!.
Bu güne dek şu anda mevcut bulunan son derece adaletsiz seçim sistemine karşı tek bir laf işittiniz mi çakma Gandi’den?
İşitemezsiniz, onun gerçek derdi demokrasi değildir çünkü, kendisine verilen vazifeyi yapar sadece.
Enseyi karartmayın…
Zorlu da geçecek olsa ülkeyi çok daha müreffeh, çok daha güzel günler bekliyor.
AKP’lilerin bazı yanlışlarına “hayır” demekle birlikte halkoyuna sunacakları “başkanlık sistemini” destekliyor, aksini düşünenlerin karar gününe kadar iyice okuyarak meseleyi özümsemelerini öneriyorum.
Ne zaman ki devlet bakanlıklarını kendi aralarında paylaşıp oralardaki rantı yandaşlarına peşkeş çekme arzusundaki küçük partilerin oluşturduğu koalisyon hükümetleri tarafından yönetildik, sonuçta bedelini hep bizler ödedik.
Ne zaman ki tek parti ya da güçlü yönetimler hâkim oldu ülkeye, işte o dönemlerde daha hızlı kalkınıp çokça gelişti memleket.
Başkanlık sistemi AKP’nin icat ettiği bir model değildir; Demirel’den, Özal’a dek pek çok siyasetçinin dile getirdiği ve bu devletin çok uzun yıllardan beri ihtiyacı olan bir yönetim şeklidir.
Özellikle iki kesim hiç istemez bu sistemi; birincisi, Kürt milliyetçiliği yapıp bundan geçinenler, ikincisi de Atatürkçü geçinip, Atatürk’ten geçinenler!
Bugün artık toplumda bunu görüp anlayacak insan sayısı yüzde 50’nin çok üzerinde çok şükür!
Vakit de geldi de geçiyor üstelik.