Önce bir “hakkı” teslim ederek başlayalım bu günkü yazımıza.
Bursa’da haftalık periyotta yayımlanan Şehir Gazetesi çok uzun zamandır gerçekten de gazetecilik mesleğinin yüz akı oldu.
Geçen Pazar değil, ondan bir önceki Pazar günü Şehir’in “Tofaş-Renault işçileri, global haramilere karşı” başlığıyla verdiği manşet haberinden öğrendi Türkiye’de ilk kez pek çok insan Bursa’da yaşanan sıra dışı, alışılmadık olayları.
Madeni Eşya İşverenleri Sendikası yani MESS’le, Türk Metal İşçi Sendikası arasında yapılan toplu sözleşme sonucu direnen Bosch işçilerine yüzde 60 oranında zam alınırken, Tofaş ve Renault işçilerineyse sadece yüzde 10 artış istenmesi bardağı artık taşırmış, bu haberin öğrenilmesinin ardından binlerce işçi Türk Metal’den istifa ederek iş bırakma eylemine başlamıştı.
Bırakın aynı sendika çatısı altında örgütlü bulunmayı, Bosch çalışanı da metal işçisiydi, Renault ve Tofaş çalışanları da.
İyi ama aradaki bu korkunç fark nereden kaynaklanmaktaydı?
Bizim camiada “kültür mantarı” olarak anılan Şehir Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Canan Güleç’in de hakkını teslim etmek lazım.
Meslekte pek çok kişi ki yanağından birinin üzerine kaykılmış vaziyette koltuğunu ısıtırken, bizzat koşturup bu haberleri kendisi derliyor Canan, çok da güzel keyifli sonuçlar alıyor.
Dediğim gibi önce Tofaş’tan yani, Koç Holding’ten ötürü yaygın medya görmezden geldi bu eylemleri, daha sonra da Bursa basını.
Cavit Çağlar’a ait Sifaş’ta da benzer bir eylem var. Orada da işçiler tazminatlarını alana kadar fabrikadan çıkmama kararı aldılar. Şifaş’ı zaten yazamayan Olay Gazetesi sizce Tofaş’ı yazar mı?
Bursa Hakimiyet Gazetesi de ilkin “bulaşmayalım şu patronları kıllandıracak haberlere” yaklaşımını tercih etti ama sonra olayların ayyuka çıkması üzerine hepsi seve seve yayınlamak zorunda kaldılar!
Hasılı, sol çizgide yayın yapanlar da dahil olmak üzere insanlar evvela Bursa Şehir Gazetesi’nden öğrendiler daha en baştan sapsarı doğmuş Türk Metal gerçeğini.
Bu esnada Cumhuriyet Halk Partisi de Sarılık hastalığına yakalanmış vaziyette nöbet geçiriyordu.
Gerçi yanlarına basın mensubu almadan birkaç milletvekili adayı sessizce gidip “yanlarında olduklarını” söylemişlerdi işçilere ama CHP Bursa İl Başkanı Zafer Yıldız’a “niye İl yönetimi olarak topluca gidip destek vermiyoruz” sorusunu soranlar şu yanıtı almaktaydı:
“Genel merkezin talimatı var. Bu olay sendikalar arası bir yarıştan ibaret! Biz parti olarak müdahil olmayacağız!..”
Sizin anlayacağınız kendisini “sosyal demokrat-demokratik sol” olarak tanımlayan “Yeni CHP” direkt olarak açıkça Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu yani DİSK’e bağlı Birleşik Metal Sendikası’nı destekleyeceğine, kurulduğu günden beri MESS’in ayağına papas olmuş Türk Metal’i kırmama derdine düşmüştü!
Gazete Bursa’nın, Yeni CHP’nin bu tavrını teşhir eden “Alkışlıyoruz” başlıklı manşeti üzerine münferit ziyaretleri bırakıp, soluğu topluca orada aldılar parti yöneticileri.
İlk jesti Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey yaptı.
Önce güneşin altında bekleyen işçilere şapka gönderdi, ardından da sıcak çorba.
Bozbey’den sonra ikinci hareket CHP Osmangazi İlçe Başkanı Recep Çohan’dan geldi.
Bin beş yüz simit ve ayran götürüp dağıttı Çohan ve arkadaşları oralarda.
Ve hak arama mücadelesinin sağcılık, solculuk ya da dincilikle değil, insanlıkla ilgili bir konu olduğunu anlayan sağ partiler de akın etti ardından fabrikalara.
AKP’lilerin yönetimindeki Büyükşehir, Osmangazi ve Yıldırım Belediyeleri yiyecek içecek stantları kurdu.
Bu esnada işçiler eylemleri kendi siyasi görüşlerine çekip, kullanmak isteyenlere de prim vermediler.
Mesela İstanbul’dan kalkıp gelen Grup Yorum üyeleri Reno’ya sokulmadı, daha doğrusu açıkça kovuldular oradan!
Arabuluculuk için kentimize gelen Koç Grubu’nun has adamı Mustafa Sarıgül de hiç yüz bulamadı işçilerden.
Bursa’daki manzara 15-16 Haziran olaylarının ardından Türkiye’de yaşanan ikinci köle ayaklanmasıdır!
Üç kuruş paraya öylesine acımasızca çalıştırılıp sömürülüyorlar ki bu çocuklar, pek çoğu mesailerini bitirip de evlerine dönerlerken yolda yorgunluktan dolayı uyuyakalıyorlar.
Ortalama bin dört yüz lira paraya çalıştırılan ve yine çoğunun eşinin çalışmadığı bu kitle Recep Tayyip Erdoğan’ın en az 3 çocuk istediği insanlardan oluşuyor işte.
Her birinin en az 3 çocuğu yoksa bile cebinde limitleri çoktan dolup, artık icra takibine geçilmiş en az 3 kredi kartı vardır mutlaka!
Girişilen eylem bu yönüyle de sadece sarı sendika ya da patronlara değil, AKP Hükümeti’nin uyguladığı ekonomik politikalara da karşıdır.
Ülke geneline yayılabilir. Eğer yayılırsa da Gezi Parkı olayları yanında solda sıfır kalır!
Şu yukarıda sözünü ettiğim MESS, 14 Ekim 1959’da kuruldu.
Kuruluş amaçlarından biri de artık sayısı artmaya başlayan ve haklarını mücadele ederek almaya girişen işçiler karşısında patronların birliğini sağlamaktı.
Patronlar gelişecek işçi hareketini örgütlü bir şekilde bastırmak istiyorlardı. Kuruluş bildirgesinde bir yandan adil bir ücret sisteminden, iyi bir çalışma ortamından, çalışma barışını korumaktan dem vuran MESS, öte yandan başlangıçta işçi ücretlerinin arttırılması, sosyal hakların geliştirilmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, iş güvencesinin sağlanması gibi talepleri toplu sözleşme masasında müzakere etmeye bile yanaşmıyordu.
1970’li yıllarda, metal işçilerinin ezici çoğunluğu, sınıf sendikacılığı anlayışını benimseyen ve daha sonra o sıra sermayenin güdümündeki faşist katiller tarafından katledilecek Kemal Türkler başkanlığındaki DİSK/Maden-İş’te örgütlüydü.
Bugün en büyük metal sendikası olan Türk Metal, bu tarihlerde ağırlıkla devlet fabrikalarında örgütlüydü.
MESS, önce 15-16 Haziran 1970 direnişinde, sonra da 1976’daki DGM direnişlerinde mücadeleci yanıyla öne çıkan ve DİSK’in kuruluşuna öncülük eden Maden-İş’i yenilgiye uğratmak, sınıf sendikacılığına darbe vurmak için elinden geleni yaptı.
MESS’in işçi düşmanı tavrı 1977’de doruğuna çıktı. Toplu sözleşme tıkanmış ve süreç grev aşamasına gelmişti. İşçilerin grevde uzun süre dayanamayacağını sanan MESS, uzlaşmaz bir tutum takındı. Greve çıkılacak işyerlerinde lokavt ilan ederek birçok işçiyi işten çıkardı. Bu saldırı işçilerin grev kararlılığını kıramadı. Çünkü işçiler her işyerinde bölümlere varıncaya değin komitelerde örgütlenmiş ve grev kararını ortak almışlardı. Sendikalarına sahip çıktılar. Metal işçileri kurdukları grev çadırlarında, sendikalarının sınırlı maddi olanaklarına rağmen, 8 ay boyunca sürdürdükleri grevi kazanımla sonuçlandırdılar. Askeri darbenin gerçekleştiği 1980’e kadar toplu sözleşmeler, benzer şekilde işçilerin taleplerinin büyük oranda kabul edilmesiyle sonuçlandı.
Ekonomideki büyük tıkanıklık, 1979 yılında Ecevit hükümeti döneminde de sürüp gidiyor, birçok malı bulmak mümkün olmuyor, enflasyon hiç durmadan yükseliyordu.
MESS gibi işveren kuruluşları, bu ortamda ısrarla şu görüşü savunuyorlardı:
“Enflasyon yükseliyor, çünkü işçilere çok para veriliyor. Çok para alan işçiler de, ayrıca verimli çalışmıyor. Türkiye'de aslında ücretleri değil, verimliliği arttırmak zorundayız. Bu nedenle, sendikaların istediği paraları vermek mümkün değildir.”
1979 yılı Mayıs ayında yapılan MESS genel kurulunda, yeni bir yönetim kurulu seçilir. Patronlar, bu kez anlaşmışlardır. MESS'in başına onlar için son derece güvenilir, dirayetli ve işveren haklarını işçilere karşı sonuna kadar savunacak bir adam getirilecektir.
Genel kurul öncesinde yoğun kulisler yapılır ve patronlar karar verirler.
Bir kişinin ismi üzerinde anlaşmaya varırlar.
Bu şahıs, Turgut Özal’dan başkası değildir. Özal, MESS başkanı olur. Kendisi gerçekten de “İşveren davasına” son derece inanmış bir insandır.
İşveren her zaman haklıdır. Bir sürü azılı komünist sendikacı, ortaya “İşçi hakları” diye, bir hikaye atmışlar ve artık iyice de baş ağrıtmaya başlamışlardır.
MESS başkanı Turgut Özal kolları sıvar ve hemen demeçler patlatmaya başlar.
İlk demeciyse şöyledir:
“Türklük şuuru, başarımızın en büyük dayanağı olacaktır.”
Nitekim Özal uzun yıllardan sonra Cumhurbaşkanı seçilip de Çankaya’ya çıktığında, eylemler sırasında işçiler şu sloganı atacaklardır:
“Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı!..”
İşçi sınıfının örgütlülüğüne en ağır darbeyi 12 Eylül generalleri vurmuştur.
DİSK ve Maden-İş darbeyle birlikte onlar tarafından kapatılmıştı.
Ama Türk-İş’e bağlı işbirlikçi Türk Metal’e asla dokunulmamıştı.
MESS, 1983’te yasalarda yapılan değişikliklerden hemen sonra, Maden-İş üyesi bütün işçilerin kayıtlarını işbirlikçi Türk Metal’e verdi ve habersiz bir şekilde tüm çalışanlar Türk-İş’e bağlı Türk Metal’e üye yapıldılar.
O günden beri toplu sözleşme görüşmeleri esas olarak çoğunluğu elinde tutan Türk Metal ile MESS arasında yürütülüyor.
Türk Metal yönetimi daha en baştan beri MESS’in her dediğine boyun eğiyor ve işçilere “uslu olmalarını, maaşlarını alıp seslerini çıkarmamalarını” nasihat ediyor.
Asıl amaçları da elbette işçilerinin yeniden mücadeleci bir çizgiye dönmelerine engel olmak ve onları kontrol altında tutmaktır.
Metal işçileri daha önce MESS’in saldırılarını nasıl geri püskürttülerse bugün de aynı şeyi başarabilirler. Geçmişlerinde şanlı mücadeleler var çünkü.
Bize düşen de her zaman yaptığımız gibi yanlarında olmak.
Sağcısı, solcusu ve dahi orta yolcusu, toplumun her kesiminden herkesi bu mücadeleyi desteklemeye, Reno ve Tofaş işçilerinin yanında olmaya davet ediyorum.