Yazarlar

Kooki’de tiramisu yemek

post-img
Bizim gazetenin genel müdürü Mustafa Efe, “abi” dedi geçen gün telefonda, “özledim, beraber bir öğle yemeği yiyelim?” -Yiyelim Mustafa’m da nerede ne yiyelim? “Dobruca’da, Osmangazi Belediyesi’nin ‘Değirmen’ diye bir tesisi var, pidelerini çok başarılı buluyorum, ne dersin?” -Olmaz Mustafa’m, eski beden ölçüme yeniden kavuşabilmek için unlu mamullerden uzak duruyorum bu ara. “Proteine ne dersin abi?” -Az olmak kaydıyla, yanında bir miktar sebzeyle olabilir, neden olmasın? “O zaman seni bir yere götüreceğim abi, bir bonfile ikram edeceğim sana, mönüdeki adı zaten “Lokum” ama yiyince göreceksin, kendi de lokum ama ne lokum!..” -Tamam Mustafa’m, gel beni al ancak Can Ertan’ı da alalım, o da yememiştir öğle yemeğini daha. Aldık Can’ı da evden. Sanki bizden haber bekliyormuş gibi “pırt” çıkıverdi yola. Gittik Nilüfer’deki Podyumpark’ta bulunan “Kooki” diye bir mekana… Abi, bir bonfile getirdiler kendine has dökümden servis kabının içinde, yanında taze Akdeniz kekiğinin yaprakları ve hususi o çok hoş domates sosuyla birlikte masaya… “Lokum” lafı tanımlamak için yanında hafif kalır, nefis, nefis, nefis yani!.. Baktım Can bir çırpıda önündekilerin hepsini birden öğütüvermiş! Benim üçüncü parçayı da koydum önüne, “fazla geldi” diyerek. Ama aslında bu gün size sadece o nefis bonfileden değil, kaşığın ucuyla bir parça ağzınıza attığınızda sizi alıp uzak diyarların yasemin kokulu gül bahçelerine götüren, oralarda esen ılık meltemlerin rayihasıyla ruhunuzu anında sarhoş eden o ender lezzetten, Kooki’de yediğim sihirli “tiramisudan” da bahsedeceğim elbette! Bir tatlı bu kadar mı güzel hazırlanır, kıvamı, sunumu bu kadar mı başarılı olur be arkadaş! Bayıldım ben bu Kooki’ye. Doyamadım, daha sonra dün akşam misafir de götürdüm. Çok sıcak bir dekorasyon uygulanmış içeride. Klasik tarzıyla güneş ışığı veren led ampullerle ortam çok iyi ısıtılmış. O geniş, yüksek salonda aralara konmuş üzerlerinde çeşitli hoş objeler bulunan   kitaplıklarmekanda ev ortamının rahatlığını hissettiriyor insana. Oturduktan kısa bir süre sonra Kooki’nin sahibi Raşit Mehmet’i de davet etti Mustafa Efe masamıza. Raşit Mehmet adı ve soyadından tahmin edebileceğiniz gibi Kırcaali doğumlu bir soydaş kardeşimiz. Londra’da bilgisayar mühendisliği okuduktan sonra üzerine bir de İşletme mastırı yapmış. Şivesi nasıl biliyor musunuz? Tam da Gıprıs Türkleri’nin aksanıyla konuşuyor Raşit Mehmet; bir o kadar da doğal ve sevimli bir insan. Kendine has o yöresel melodisiyle konuşanlara oldum olası bayılırım. Oturt garşına, sabaha kadar dinle onu! “Aslında yapmayacağıdım bu işi ama girdik bir kere” diyor. Sektördeki haksız rekabetten yakınıyor. Kendisi her işini en doğru ve hilesiz yaptığı, vergisini de tam ödediği halde tüm bunları uygulamayanların sağladığı ekonomik avantajları dile getiriyor. Şikayeti yatırımından değil, “Türk usulü yaklaşımdan” daha çok! Podyumpark’ta yer kiralayacağı zaman sahibi yüksek kiralar isteyince “siz bana ne veriyorsunuz bunun karşılığında” diye sormuş o da? Boş boş bakılmış yüzüne; “dükkan veriyoruz ya” yanıtı gelmiş karşıdan! Oysa onun sorduğu, “bu alışveriş merkezine ayda ortalama kaç kişi gelir, ziyaretçilerin gelir durumları nedir, kaçı kuracağı kendi mekanını tercih eder, kaçı ikinci kata çıkar” gibi önceden araştırılıp ölçülmüş istatistik verileriymiş? “Ben bile Bursa’da dükkan açmadan önce gidip parasını ödeyerek Türkiye İstatistik Kurumu’ndan ‘hangi bölgeden ne kadar araç, ne kadar insan geçer’ gibi verileri alıp değerlendirdim, ona göre karar verdim” diyor Raşit Mehmet. Çok haklı, bizde pek çok iş çalakalem yürüyor hala. Tesadüf, az sonra Kooki’nin mimarı Nesin Yılmaz da katıldı aramıza. Onunla da iki satır sohbet ettik biraz. Baktım, tercih ettikleri bıçağın üzerinde “Pirge” yazıyor. Sordum Raşit Mehmet’e “neden” diye? “Hem yerli, hem de Bursa firması, üstelik de son derece kaliteli. Mutfakta kullanılan profesyonel bıçakları da oradan seçtim” dedi genç adam. Bunun üzerine daha da bir sevdim hem Kooki’yi, hem de Raşit Mehmet’i; ürettikleri tiramisuya da bayıldım, bayıldım. Akdeniz mutfağının yanı sıra Meksika ve Çin’den de lezzetli esintiler sunuluyor orada. Kalk ayağa Raşit Mehmet, görgü, genel kültür, dekorasyon, işletmecilik ve lezzet derslerinden 10 verdim sana, “geçti pekiyi”, hadi otur şimdi! Nefis bir öğle yemeği ve güzel bir sohbetin ardından Mustafa’ya “madem bu tarafa geldik, bir de CHP’nin yeni Nilüfer ilçe binasına uğrayalım bakalım, nasılmış” dedim? Gazi ve Nilüfer Hatun caddelerinin kesiştiği köşede harika, muhteşem bir yer kiralamış CHP Nilüfer İlçe Başkanı Mehmet Turan Tansal. Ve daha önceki ilçe merkeziyle kumda koşan partiyi, yeni dönemde çimde koşar hale getirmiş böylece! Aydınlık, geniş, ferah, koskocaman bir terası da olan üstelik de bulunduğu nokta itibariyle şerefiyesi çok yüksek bir binası var artık CHP’nin orada. Mehmet Turan Tansal göreve geldiğinden bu yana 100 bin liraya yakın para topladı ve ilk işi de partiyi daha iyi bir yere taşıyarak yeni bir de araç almak oldu. Geçen gün açılış töreni, akşamına da dayanışma yemeği vardı Nilüfer’de bu partinin. Bilet satışından gelenin haricinde o gece yapılan açık arttırmadan 35 bin lira da kadın kolunun kasasına girdi. Tansal bu işi biliyor. CHP’de kadınların gönlüne giren rahatça her yere girer. Selam bırakarak ayrıldık binadan. Ve dönüşte yolda arkamızda yardıra yardıra gelip yol isteyen bir ambulans… İçinde kim bilir kimlerin acıları, dağlanan yürekleri saklı. Bir sabah daha kuşluk vakti gelmeden evladımıza sarılarak sireni açık bir ambulansın arkasında acıyla Tıp Fakültesi’ne bizim de gitmişliğimiz var. Zamana karşı yapılan o yarışı yaşamayanlar bilemezler. Ve Milliyetçi Hareket Partisi Osmangazi Belediye Meclis Üyesi Cemil Aydın… Cemil Aydın’a da 10 üzerinden 10 ve yıldızlı pekiyi!.. O olmasa Osmangazi’de neredeyse muhalefet olmayacak. Bırakın Osmangazi’yi, çoğu kez Büyükşehir’e de yetişiyor. Sözünü ettiğim günün bir öncesinde bir telefon görüşmesi yapmışız Cemil Aydın’la. Şöyle demişti bana: “Neredeyse artık dakika geçmiyor ki, Kent Meydanı ya da Haşim İşcan Caddesi’nden Fomara Meydanı’na doğru ulaşmaya çalışan bir ambülansın içler acıtan sesi duyulmasın. Araçlar oradan Muradiye Devlet Hastanesi’ne yetişmeye çalışıyorlar. Demiryolu altında yaşayan yüzbinlerce insanın yaşlı anasını, kalp krizi geçiren babasını, doğum vakti gelmiş eşini veya kaza geçirmiş dostunu hastaneye yetiştirebileceği tek geçit Santral Garaj kavşağı. Dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz ama bizdeki kent yöneticileri o kavşağa minibüs durakları yaparak trafik akışını daha o noktada boğmuşlar!.. Kavşaktaki sürekli tıkanıklığı aşabilen ambulanslar bu kez de Fomara Meydanı’na çıkarken o yoğun trafiğe saplanıp kalıyorlar. Büyükşehir’e ait binayı da Alman Hastanesi satın aldı zaten, yakında hizmet vermeye başlayacak. Böylece o bölge tam bir hastaneler merkezi haline geldi. Orta refüjdeki palmiyeleri başka bir yere nakledip, kazanılacak alana bir ambulans yolu yapalım. Aşağıdaki minibüs duraklarını da kaldıralım oradan. İnsanlarımız bir an önce acil servislere ulaşabilsinler.” Şimdi ben bu adamı ne yaparım? Hemen başını tutup kendime doğru çekerek alnının ta orta yerinden “şaap” diye öperim! Abi, kenti düşünmek, kent için üretmek, insan sevmek tam da böyle olur işte. Bir yerinden tutulup “yürü ya üyem” denilerek belediye meclis üyesi yapılanlar ya da sırf kendisini destekledi diye “at hırsızı” kıvamındaki adamları listelere yazanlar, partisini berbat edenler nerede… Cemil Aydın gibi göreve geldiği ilk andan itibaren üretip çalışan, soy ismi gibi kendisi de aydın olan insanlar nerede?!. Cemil beyi de davet ediyorum buradan Kooki’ye, tiramisu yemeye, çoktan hak etti kendisi o güzel tatlıyı. Ama ben bu sefer suflenin tadına da bakacağım.

Diğer Haberler