O gün yatağımda şöyle bir döndüm; sanki bir bayram sabahına uyanıyordum…
Somyanın altındaki yeni potinlerimi, akşamdan ütülenmiş pantolonumu aradı gözlerim.
Mis gibi kızarmış ekmek koktu içerisi.
Biraz sonra halis tereyağına kavuşacak olan somunların kokusuydu bu.
Döküm maşinga sobanın üzerine kuru soğan da koymuş olmalı annem.
Piştikten sonra nasıl da lezzetli olurdu…
Babam bayram namazı için abdest almaya gitmiş olmalı…
Gelir az sonra…
Kahvaltı ettikten sonra camiye birlikte gideriz…
O yıllarda Keles merkez camisi yeniden yapılıyor…
İbadet yeri olarak Beylik’teki uzun bir dükkan kullanılıyordu…
Babamın babası rahmetli Ethem dedemin kırk mevlidi okunuyordu orada…
Çocuklarla beraber dizlerimizin üzerinde oturup, öyle dinliyorduk hocayı…
Biraz sonra kağıttan külahların içinde lokumlar dağıtıldı…
Güldanlıklardan gül suyu döküldü herkesin ellerine ki, o kokuyu hala dün gibi hatırlarım.
Sonra çocuklardan biri “pırt” diye osurdu!
Gökten melekler saf saf inerken o ince ses sanki tavana yapışıp kalmıştı…
Sonra ona nazire yaparcasına bir diğer velet de salıverdi bağırsaklarında biriken gazı:
“Zartt!..”
Ee bi de buna “zurt” lazımdı, o ses de benden geldi tabii!..
Babamın o gece oturduğu yerden kalkıp, kolumdan tutarak dışarı çıkarması geldi aklıma…
Adamın babası ölmüş, biz çocuk aklımızla yellenerek gırgır yapıyoruz!..
Hıçkırarak varmıştım eve…
Çok gücüme gitmişti…
O olaydan sonra bayram namazı için birlikte ilk kez gidecektik camiye…
Bütün aile yer sofrasının etrafında toplandı…
Kor gibi kızaran sobanın sıcaklığı yüzüme vurunca açıldı gözlerim…
Kalorifer biraz fazla ısıtmış olmalı içerisini…
Sucuk gibi terlemişim…
Ortada ne ana var ne de baba…
Lakin, bir bayram sabahına uyanıyor olmanın duygusuyla yüreğim hala pır pır ediyor…
Evet, gerçekten de bayram gibiydi bizim için o Pazar sabahı…
Bursa’dan yola çıkacak, daha önce düşü bile kurulamayan Osmangazi Köprüsü’nden geçerek İstanbul’a varacaktık…
Sonra Tekirdağ’da köfte molası ve ver elini yeni yapılan Çanakkale Şehitler Köprüsü…
Nasıl gururlandım, nasıl gururlandım anlatamam doğrusu…
Aynı sevinci yaşayıp şehitlerimizin ruhlarına Fatiha okumak isteyen onbinlerce insan arabalarına atlayıp, Samsun’dan, Konya’dan, Iğdır’dan, kısacası ülkenin dört bir yanından Çanakkale’ye gelmişti…
Haini kadar vatanseveri de çok bu yurdun!..
Ardından Bandırma’nın, Misakça Köyü’nde, Ayçin ustanın pişirdiği “sütlü balık” ziyafeti ve geri dönüş…
Bazı insanlar doğuştan “mal”!..
Bir türlü kafa basmıyor kimilerinde!
“Geçmediği köprünün bedelini ödüyormuş!..”
Farz edin ki Artvin’e 10 kilometrelik bir tünel yapıldı…
Geçicen mi ordan hayatında bir kere?
“Geçmiycen!..”
Ama parası hazine tarafından ödenecek…
Yani hepimizin ortak birikimlerinden harcanacak kaynak…
“Köprüler” gibi dev yatırımlar için finansal kaynak bulmak şart…
Kim kime bedavaya ne veriyor?
Senin ekonomini güçlü görmesi, senin bu parayı ödeyebileceğini bilmesi bile şu devirde büyük nimet el oğlunun!..
O eserler sonuçta çok daha makul geçiş ücretleriyle hepimizin ortak değeri haline gelecek önümüzdeki yıllarda…
Çanakkale Boğazı inci gerdanlığına kavuşmuş…
Yapana, getirene, götürene gönülden duacıyım.
Da, bu muhalefet ne zaman adam gibi doğru dürüst muhalefet yapmayı başaracak acaba?
Kendileri milletin parasıyla lüks içinde saltanatlarına saltanat katarken, millete hizmet için çalışanların kullandıkları yapılara “saray” demeyi ne zaman bırakacak?
Düş kurmak, geçmişi anmak parayla değil ya…
Evin bahçesinde maskotumuz bir av köpeği cinsi olan “Ton” karşılıyor beni…
Boynundaki tasmasına asılı duran çıngırağı sallayarak geliyor yanıma…
Çağırmak için seslendiğin zaman “Ton Ton” diye ünlüyorsun.
Kümesteki çilli kız “gıt gıt” diye bağırarak sanki dünyadaki en önemli işi başarmış gibi yumurtladığını haber veriyor.
Gidip kapağı açıyorum, yumurta sıcacık…
Oysa dışarıda diz boyu kar var…
Evlerin saçaklarından buz sarkıtları adeta yerlere kadar uzanmış…
Bir parça koparıp, yalamaya başlıyorum…
Dondurma yok ilçede o vakitler, içine leblebi tozu doldurulmuş külahlardan alıp yiyoruz…
Dondurma yok ama huzur var o yıllarda, beyaz hala kar gibi bembeyaz, gökyüzü gökkuşağı dolu…
Yine Cahit’le tamamlayayım bu günkü sözü:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.