Kovulmadım sevgili okurlar. Gazete Bursa’da yazmayı hala sürdürüyorum. Sevgili Hamza (Eren) sağ olsun, gelen onca baskıyı aslanlar gibi göğüsleyerek yazarınızı istihdam etmeyi hala sürdürüyor.
Şimdi bu gün hiçbir şey yazmasam biliyorum, ertesi gün bana ve gazeteye bir sürü telefon gelecek “Ne oldu” diye; kovuldum sanacaksınız, işte o yüzden birkaç satırcık olsun karalıyorum buradan!
Bilin ki kovulmadım, hala buradayım.
Üstünüze afiyet, üzerimde bir uyuşuk hal var ve canım da hiç yazı yazmak istemiyor.
Şöyle evde kalorifer peteğinin yanındaki sallanan sandalyeme oturup, salondaki tüm ışıkları da kapatarak, kırmızı bir mumdan yayılan loş bir ışık eşliğinde, Boğazkere üzümlerinden imal edilmiş bir kadeh de kırmızı şarap içerek, gelinliğini giymiş Bursa’yı seyretmek istiyor canım.
Caddelerini aydınlatan uzaklardaki sarı ışıklı sıra sıra sokak lambaları cam gibi kırılgan, narin bir kadının boynundaki incecik 24 ayar altın bir zincir gibi ışıldıyor güzel Bursa’mın.
Muradiye Külliyesi’ndeki şeyhzade mezarlarını barındıran türbelerin karla kaplı kurşun kubbeleri yüzyıllar önce yaşanan dramların da ağırlığıyla daha da bir önemli kılıyor, daha çok mesuliyet yüklüyor bu kentte yaşamayı seçenlere.
Beyazlara bürünmüş Koza Han’a da uğradım bu gün.
Cümle kapısından girişte hemen soldaki asırlık çay ocağından fincanımı seçip, bir orta kahve içtim, güvercinleri de kar üstünde simitle gönülleyerek.
Yeşil’de sayıları gittikçe azalan antikacıları gezdim.
Bir de şehrin doğu yakasına göz attım oradaki çay bahçesinden.
Kar nasıl da güzel kapatıp örtmüş beton kirliliğini.
Mimarı Hacı İvaz Paşa’nın kuzey cephe ortasındaki taç kapının iki yanındaki haznelere sağlı sollu yerleştirdiği mermer silindirleri çevirmeye çalışıyorum Yeşil Camii’nin; artık dönmüyorlar!
Hacı İvaz, binanın terazisinin bozulup bozulmadığını anlatabilmek için miras bırakmış gelecek nesillere ve demiş ki, “Ne zaman bu silindirler dönmezse biline ki yapı tehlike altında” peki ya, şimdi kim bunun farkında?!.
Bu gün Yeşil Türbede yatan, Timur’un darmadağın etmesiyle 11 yıl süren fetret devrinin ardından Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu sayılan Çelebi Mehmet’in emriyle yapılıyor Yeşil Camii.
Ters T planlı bir mimariye sahip.
Aynı planla inşa edilen Orhangazi ve Yıldırım camilerinden sonra üçüncüsü.
Bu caminin o devirde aynı zamanda bir “hükümet konağı” olarak da inşa edildiğini bu gün pek kimse bilmez mesela.
İbadet alanının iki yanındaki simetrik odalar sancaklardan gelen meselelerin görüşüldüğü alanlar olarak kullanılıyormuş geçmişte.
Doğu yakasındaki oda Anadolu’dan, batı tarafındakiyse Rumeli Beylerbeyliği’nden gelenler için ayrılmış.
Daha sonraları bu odalar mahkeme salonu olarak da kullanılmış.
Orhangazi’den itibaren Osmanlı padişahlarının Tophane ve şimdiki orduevinden, Muradiye Devlet Hastanesi’nde dek uzanan Bitinya Sarayı’na yerleşip oturdukları sanılır.
Oysa hiç biri orayı kullanmamıştır.
Geyikli Baba’nın Uludağ eteklerinden sırtında sürükleyerek getirdiği kavağı (çınarı) diktiği yer, kale içinde bulunan Kavaklı Camisi’nin önüdür ve dahi o vakit işte orası Orhangazi’nin de yaşadığı “Bey sarayıdır”!
Oradaki mütevazı evlerde yaşam sürmüştür önceleri Osmanlı hanedanının ilk mensupları.
Yine pek çok kimse bilmez, Yeşil Camii aynı zamanda bir “saray “olarak da inşa edilmiştir; hatta oraya Osmanlı’nın ilk sarayıdır diyebiliriz.
Girişin iki yanındaki merdivenlerinden yukarıya çıktığınız vakit yapının üst katında hünkar mahfili ve iki tarafında saray dairelerini görürsünüz.
Bursa’daki Sultan Han’la, Fidan Han’ın, Yeşil Camii’nin inşasından sonra Sultan Çelebi Mehmet’in isteğiyle oraya sürekli gelir getirsin diye yine Hacı İvaz Paşa tarafından inşa edildiğini de bilmez bu gün pek çok insan Bursa’da, farkında bile değildir.
Ne çok iz var, ne çok anı, ne çok yaşanmışlık var bu kadim kentte.
Bu gün canım hiç yazı yazmak istemiyor.
Elimde şarap kadehim, hava karardıktan sonra beyazlara bürünmüş Bursa’yı seyretmek istiyorum mum ışığında.
La Vie En Rose’dan başlayarak Edith Piaf dinleyerek üstelik.