Sakarya üzerinden Karadeniz’e çıkıp, Zonguldak’a yöneliyoruz önce.
Zonguldak’la ilgili fikrimiz hala aynı, değişmiyor.
Uzun yıllar CHP’liler tarafından yönetilen işçi kenti bu ilimizde başta binalar, her şey, her yer köhnemiş gibi sanki.
Amacımız olabildiğince yol alabilmek.
Amasra’yı daha önce defalarca görmüşüz.
Geceyi Rıfat Ilgaz’ın memleketi Cide’de geçirmek niyetimiz.
Ve Karadeniz’in engin sularına bakarak o gün yakalanmış taptaze mezgit balıklarından yemek.
Rıfat Ilgaz, kitabını yazdığı Hababam Sınıfı filmlerini hiç izlememiş biliyor musunuz?
Bursa Kastamonulular Derneği Başkanı İsmail Tiftik’in davetiyle geçmişte gittiğimiz bir Cide Sarı Yazma Festivali’nde oğlu Aydın Ilgaz’la yaptığımız bir sohbet sırasında dinlemiştik bunu.
Kitabında gerçekte taşradan okumak üzere kente gelmiş yoksul ailelere mensup gençlerin sıkıntıları anlatan Ilgaz, tüm bu sahnelerin yok sayıldığı, sadece zevzekliğe ve gülmeceye dayandıran senaryoların varlığını işitince bir kez bile dönüp bakmamış filmlere!
İnebolu, Abana, Türkeli, Ayancık ve Sinop…
Bir öğle yemeği yiyecek kadar oyalanıyoruz Sinop’ta da.
Sabahattin Ali’nin hapis yattığı zindanı da daha önce gezmişiz çünkü.
O Sabahattin Ali ki, Cumhuriyet’in ilk döneminin zulmünden nasibini fazlasıyla almış bir Türk aydını.
Samsun’u da geçip, gecenin geç vaktinde konaklama için hedef seçtiğimiz Fatsa’ya ulaşıyoruz.
Tabii, yine daha önce gezip dolaştığımız Samsun’un güzelliğinden, Ak Partili belediye başkanları tarafından ihya edilmiş imarından bahsetmemek haksızlık olur.
Padişah Vahdettin tarafından yanına verdiği 22 subay, 25 asker ve 8 yönetim personeliyle beraber, üç otomobil ve bol miktarda parayla batılı devletlerin olası dayatmalarına karşı Anadolu’da nümayiş hareketlerini organize etmesi için gönderilen Mustafa Kemal’in bindiği Bandırma vapuru ne yazık ki jilet yapılmış!
Fakat aynı geminin bir benzeri Samsun sahilinde ziyaretçilerini bekliyor.
Ünye ve Fatsa…
1980 öncesi sosyalist solun kalesi sayılan bu beldeler artık bolca turist ağırlıyor.
Karadeniz’in yeşil dokusuysa insanı büyülüyor elbette.
Ordu, Giresun üzerinden daha önce ziyaret ettiğimiz Trabzon Kalesi’ni, Ayasofya Kilisesi’ni, Sümela Manastırı’nı, Uzungöl’ü, bıçaklarıyla ünlü Sürmene’yi geride bırakıp Rize’de konaklıyoruz.
Yollar muhteşem.
Her üst geçide bir şehidimizin adı verilmiş; keşke aynı uygulama buralarda da yapılabilse.
Hopa-Artvin ve Artvin-Şavşat arasındaki yol bir gidiş, bir dönüş odaklı sadece, geriye kalan tüm güzergahlar cillop gibi bölünmüş yol.
Açılan tünellerinse haddi hesabı yok.
Geceyi Çıldır Gölü’nün kıyısında, özel idare tarafından yapılıp, işletmeciye verilen bir tesiste geçiriyoruz; amacımız ertesi gün Kars’a ulaşıp kaleyi, müzeyi ve Ani Harabelerini gezmek.
İnstagram paylaşımlarımızdan görüp Mustafa Işıksoy arıyor Kars’tayken, oradaki bir tanıdığının restoranını önerip bizi yönlendiriyor.
İçtiğim safranla taçlandırılmış yöresel sebze çorbasının tadı hala damağımda.
Daha önce en güzelini Erzurum’da yediğimizi sanırken, “çağ kebabının” şahıyla Iğdır’da karşılaşıyoruz mesela; yörenin etleri muhteşem.
Mevsimi değilmiş, meşhur kaz etiyle de tanışamıyoruz ne yazık ki!
Doğubeyazıt’a doğru Ağrı Dağı’nın beyaz börklü yüce başı selamlıyor bizi.
Orhanelili aktivist dostumuz Yüksel Esen daha yeni zirve çıkışını tamamlamış, Bursa’ya yol almaya başlamış çoktan; sosyal medyadan takip ediyoruz onu da.
İshak Paşa Sarayı muhteşem.
Yıllar önce Ağrılı işadamı Bekir Öner’in konuğu olarak gezmiştim orayı.
Restorasyonu yapılmış, her yer bakımlı ve muhteşem.
Oraya kadar varıp da 17’nci yüzyılda yaşamış Kürt edip, şair, tarihçi ve mutasavvıf, Kurmanci lehçesiyle kaleme aldığı "Mem û Zîn’in" yazarı Ahmed-i Hani’nin türbesine uğramamak olur mu hiç?
Yöre halkı çoluk çocuk, akın akın geliyor Türbeye.
Geçmişte bulabildikleri her şeye büyük bir aidiyet duygusuyla tutunmaya çalışıyor yöre halkı.
Yavaş yavaş dönüşe geçelim mi artık?
Hayır!
Sultan Alparslan’ın Bizans ordusunu dize getirdiği Malazgirt’le, Yavuz Sultan Selim’in hallaç pamuğu gibi attığı Şah İsmail’in kuyruğu kıstırıp yine sırra kadem bastığı Çaldıran’ı da görmemek olmaz ta buralara kadar gelmişken elbette.
Sırada Van Gölü ve Akdamar Adası’yla, oradaki Ermeni kilisesi var.
Kilis de Türk hükümeti tarafından restore edilip düzenlenmiş.
Tatvan’da konakladıktan sonra ertesi gün daha önce sevgili Namık Göz’ün önerdiği o meşhur ciğerinden yemek üzere Diyarbakır’da mola veriyoruz.
Daha önce surları ve Diyarbakır müzelerini de gezmişiz…
Serinliğiyle insanı hayret içerisinde bırakan Ulucamiye uğrayıp, Hasan Paşa Hanı’nda da kahvelerimizi içtikten sonra ver elini Urfa, Göbekli Tepe.
Orası da yeniden düzenlenmiş, yeni müze binaları yapılmış.
Balıklı göl her zaman olduğu gibi son derece büyüleyici ve serinletici.
Ama artık zaman doluyor.
Marmaris’te bir dostumuz teknesiyle birlikte bizi bekliyor.
Programa birkaç gün de “deniz” eklemişiz.
Ege’nin serin suları tüm yorgunluğumuzu alıyor.
Serde özlem de var!
Evde “Şermin hanım” hasretle bizi bekliyor.
Aydın’dan otobana giriyoruz.
Gülcemal’de Manisa kebabı yemek için verdiğimiz kısa bir molanın ardından da yeni yol kaymak gibi akıp gidiyor önümüzde.
Tek kelimeyle muhteşem!
Bursa’ya kadar ödediğimiz rakam sadece 110 lira ki, bazı pesimistlerin iddialarının aksine, büyük bir nimet.
Yapanların, emeği geçenlerin elleri kolları dert görmesin.
Dönüşte Şermin hanım bir söyleniyor, bir söyleniyor ki hiç sormayın!
Bir daha kolay kolay onu arkadaşlara emanet edip de gidemeyeceğiz her halde.