Yazarlar

Nezahat Öğretmen

post-img
Ne güzel anılarla doludur özellikle ilkokul yıllarımın o ilk üç senesi. Her karesi hala gün gibi aklımda. Keles’te yaşadığımız o dönemde I’nci Murat İlköğretim Okulu evimizin hemen karşısındaydı. Önü vişne ve dut ağaçlarıyla bezeli evimizden çıkınca arada, sağa giderseniz sizi ilçe merkezine, sola giderseniz de -daha sonraki yıllarda çocuklarla hemen üstünde topluca ilk sigaralarımızı (Üçüncü) içeceğimiz- Saffet’in Çeşmesine götüren bir yol vardı sadece. Açarken parmaklarımızın ucunda yükselmek zorunda kaldığımız koca koca ahşap kapıları olan tek katlı o büyük bina, dişimiz yerinden çıktığında -çalışkan olabilmek için- üzerine fırlattığımız alaturka kiremitlerle döşeli geniş çatısıyla, arka tarafında zemini toprak kocaman bir bahçesiyle ve yine hemen alt tarafındaki ders aralarında dallarına tırmandığımız elma ağaçlarıyla adeta bir saraydı bizler için. Övünmek gibi olmasın ama okulumuzun müdürü bizzat Cumhuriyet tarafından yetiştirilmiş olan sıkı öğretmenlerden rahmetli Recep Bodur’du. Her sabah dersten önce tüm sınıflar arka bahçede sıraya dizilir, çift merdivenden çıkılan yüksek taraçada hazır bekleyen Recep Bodur’un talimatları sonucu kol mesafeleriyle aralar açıldıktan sonra önce kültür fizik hareketleri yapılırdı. Yıllar sonra öğrenecektim kültür-fizik hareketi yapma alışkanlığı kazanmanın önemini çünkü, hareket etmeyen kaslar oksijen alamıyor ve insanoğlu çok daha erken ölüyordu! Sonra andımız… Hafta sonları bayrak törenlerinde topluca söylenen istiklal marşına bizzat elindeki mandoliniyle eşlik ederdi Recep Bodur tabii, o aleti çalmayı çoktan öğrenmiş üst sınıf öğrencileriyle birlikte. Herkesin en az bir müzik aleti çalması esastı çünkü. İkinci teneffüsler biraz uzunca tutulur, o arada öğrencilere tereyağlı ekmekle birer bardak da süt dağıtılırdı. Kimse zehirlenmezdi o yıllarda sütten, o yıllar başka yıllardı, o yılların adamları da başka birer adamdı! ………………………… Henüz beş yaşındaydım. Kayıt için yaşım tutmuyordu. Herkes dersteyken doğruca okula gidip, kapısı aralık duran her sınıfa girerek bir yere kedi gibi iliştiğimi hayal meyal anımsıyorum. Öğretmenler durumu müdüre iletmişler. Recep Bodur da annem ve babamla konuşup, “Madem öyle, istediği zaman gelip gitsin” diyerek bana Nezahat öğretmenin okuttuğu sınıfın kapısını göstermişti, “Bundan sonra sadece buraya gireceksin” talimatıyla!.. İtekleyince zaten hemen açılıveriyordu ardına kadar koca kapı. İçindeki çam ağaçlarının gürül gürül yandığı saç sobanın hemen yanındaki kim bilir, belki de geçmişte babamın da oturduğu eskiyip kararmış tahta sıra her zaman iyiydi benim için!.. Ne güzel bir öğretmendin sen, Nezahat öğretmenim? Kıvır kıvır saçları, o dupduru güzel mi güzel yüzü, pembecik yanakları, sevecen, fedakar tavırlarıyla Anadolu’da görev yapan “Çalıkuşları”ndan sadece biriydi Nezahat öğretmen. İtiraf etmeliyim kendi kendime, “büyüdüğüm vakit Nezahat öğretmenle ben evlenmeliyim, onun için bir an önce büyüyüp okulumu da bitirmeliyim” dediğim zamanlar çok olmuştur! Okulunu bitirip mezun olduktan sonra ilk görev yeri olan Keles’e annesiyle birlikte gelmişlerdi, yine bizim evin hemen karşısındaki tek göz odalı iki lojmandan birinde kalırlardı. Rengarenk çiçekli patiska kumaşlardan annesinin diktiği diz üstü elbiseler giyerdi Nezahat öğretmen, sırtına hırkasını da almayı ihmal etmezdi. Ve o yıllarda hiç kimse hiç kimseye “diz üstü giydin, diz altı giydin” diye karışmazdı. O yıllar başka yıllardı. ………………………………… Rahmetli Recep Bodur’un, “Canı istediği zaman gelsin” sözünü emir telakki eden ben, bilmem eğitim, bilmem Nezahat öğretmenin aşkıyla, annemin kumaştan dikip boynuma astığı, babamın da içine çizgili bir defterle birkaç kurşun kalem koyduğu okul çantamla birlikte hiç aksatmadan her gün düzenli olarak o sınıfın, 1-C’nin yolunu tuttum. Yaşımın küçük olmasına rağmen daha sonra, “Madem geliyor” denilerek okula kaydımın yapıldığını da ikinci dönemin bitiminde -bizzat Nezahat öğretmen tarafından- bana da verilen karnenin sonuç bölümünü okuyunca anladım: “Geçti Pekiyi” …………………………………. Daha neleri mi anladım? İlk önce… Üç yıl sonra tayini çıkınca annesiyle birlikte ilçeden vedalaşarak ayrılan Nezahat öğretmenin bana yar olamayacağını elbette! O bana çok geç, ben ona çok erkendim! Ayrı dünyaların insanlarıydık. Sonra… Yaşamımda anladıklarım da çok oldu, anlayamadıklarım da… Anladım sanıp, hiçbir şey anlayamadığımı gördüklerim de… Aslında bu yazıya, resmi gazetede de yayımlanan, AKP’nin şu milli eğitimdeki yeni kılık kıyafet yönetmeliğine ilişkin birkaç laf söylemek amacıyla oturmuştum ama… Şu anda anladığım, hissettiğim bir tek şey var: İçimden bile gelmiyor biliyor musunuz?!. Çünkü, her şey o kadar açık seçik, gerçekte yapılmak istenenler o kadar belli ki… Mesele tek tip kıyafetten vazgeçilmesi filan değil, mesele düşünüp sorgulamayan, önüne ne konursa onu gerçek sanıp, tüm ömrünü o gerçeklikte yaşayacak “tek tip” insanlar yaratılmak istenmesi meselesi!.. Mesela eminim, bundan sonraki nesillerin okul anılarında ablasının elbiselerini giymek zorunda kalan kız çocuklarının, yanındaki varsıl bir ailenin çocuğuna karşı hissedeceği ezik duygular yer alacak. Bundan sonraki nesillerin okul anılarında gerek aile, gerekse yollandığı okuldaki psikolojik baskılar sonucu hiç istemediği halde başını örtmek zorunda kalacak çocukların yaşanmamışlıkları kalacak. Ne içlerinden geldiği gibi dupduru bakabilecek ne de görebilecekler. İster örtülerle, ister duvarlarla kadını erkekten, erkeği kadından ayırdığınızda başlar yobazlık. Ahlaksızlık, edepsizlik asıl o vakit alır başını yürür de gider. Okullarda tek tip kalkıyormuş? Asıl tek tip şimdi başlıyor farkında mısınız? ……………………………… Oysa, renklerdedir güzellik, farklılıklardadır zenginlik. Beş yaşındayken öğretmenine aşık olmakta, bu gün bunu sevgiyle, sevinçle anabilmektedir; okuldaki bir arkadaşına şiir ya da mektup yazabilmektedir hiçbir taassuba kapılmaksızın. Korku, tabu köreltir insanı. İnsanlığından eder, robotlaştırır, köleleştirir. Tanrıya değil, “kula kulluktur” bunun gerçek adı. İşte tüm bunlar yaşamım boyunca hiç değişmeksizin anladıklarım… Ve yaşadıklarımdan anladığım bir şey daha var: O da bu kafayla bu ülkenin, bu insanlığın hiç bir zaman  hiçbir yere gitmeyeceği gerçeği!

Diğer Haberler