Yazarlar

Orhan, bu yazıyı sana yazdım!

post-img
Yazıhanesinin arkasındaki bir zamanlar, kurduğu Gutenberg Matbaası’nın bulunduğu bölümdeki çeşmenin önünde akşamdan tömbekilerini ıslatırdı rahmetli İsmail dedem (Ekmekçi). Ertesi gün oldu mu onları güzelce sıkar, bir güzel sarardı nargilesinin üzerine. Aynı sıra bodur meşe odunundan yapılma kömürlerin tutuşturulduğu ahşap saplı metal kabın içindekiler de kıvamını bulmuş olurdu yavaş yavaş. Ardından öğleden sonra orası gölge olduğu için yazıhanesinin karşısındaki “Gara Çavış’ın” dükkanının önündeki kaldırıma sandalyesini koyar, artık kor haline gelmiş olan kömürlerden birini de küçük bir maşayla tömbekinin üzerine yerleştirerek başlardı nargilesini fokurdatmaya. Kız torunlarını kucağına alıp hoplatarak, “Tömbülü kızlar töm töm töm” diye severdi dedem. Sigarayı bıraktıktan sonra, ömrünün son dönemlerinde nargileyi yoldaş bildi. Gelen geçen “İsmail abi nasılsın” diye otururdu yanına Keles’te. Sonra çaylar söylenir, tiryaki olan birkaç kişi daha içeriye geçerek nargilelerini hazırlar, onlar da başlarlardı fokurdatmaya. Bursa’ya geldiğindeyse dünürü emekli savcı rahmetli İsmail Topkaya, arkadaşı Avukat Şükrü Akmansoy’la beraber “nargile kahvesine” giderlerdi. Ulucami’nin hemen yan tarafındaki dönercilerin bulunduğu dükkanlar Bursa’daki tek nargile kahvesiydi o zamanlar. Bir de Kültürpark’taki çay bahçelerinde sunulurdu nargile. Hayatımda bir kere denedim gençken Özgen’de, içmesini beceremedim, midem alt üst oldu, bir daha da teşebbüs etmedim! Ancak, hep ilgimi çekti nargile, her fırsatta hakkında okudum. İnsanoğlu milattan önceki yıllarda keşfetmiş tütünü. Önceleri ibadet amacıyla kullanılmış. Kızılderililer “barış çubuğu” olarak tüttürmüşler. Tarih boyunca pipo olmuş, puro olmuş, sigara olmuş, ağızlarda çiğnenmiş ama hiçbir form tütünle, nargile kadar bütünleşememiş. Hindistancevizinin dışındaki tütün benzeri tabakayı yakan ve cevizin içine soktukları kamışla keyif yapan Hintliler, asırlar sürecek olan nargile geleneğini ilk başlatan halk. Doğu kültürünün önemli bir parçası olan nargilenin ismi Farsçada ‘Hindistancevizi' anlamındaki “nargil” kelimesinden geliyor. Araplarca “Şisa”, İranlılar tarafından da “Kalyan” olarak adlandırılıyor. Hindistancevizi yerini zamanla su kabağına bırakıyor. Gitgide yaygınlaşmasının arından porselen, bronz ve gümüş cam gövdeli türevleri üretiliyor. Önce İranlılar, sonra da Araplar tarafından seviliyor nargile. Osmanlıya da 16’ncı yüzyıldan sonra giriyor. Tek başına nargile içmenin hiçbir anlamı yok çünkü en koyu sohbetlerin vesilesi nargile. Tiryakileri arasında bir deyim var, ”Bu meret zamansızların işi” diye. En az 2 saati gözden çıkarmak gerek. Rahmetli Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi Eski Üyesi Semih Hısımcıl’ı analım bir de… Semih abi de çok severdi nargileyi. Nargile içmek ne kadar lezzetli ise hazırlanışı da bir o kadar zahmetli. Dışarıdan çok basit bir olaymış gibi görülen nargilenin içilecek duruma gelmesi için bin bir türlü işlem gerçekleştiriliyor. Nargile, “lüle, Ser, Marpuç ve Şişeden” oluşuyor. Tütünün konulduğu bölüme lüle, nargilenin uzun gövdesine Ser, içinde dumanı filtre eden suyun olduğu ve meşhur fokurdamaların geldiği bölüme Şişe, dumanı şişeden alan ve ağıza ulaştıran hortuma da Marpuç ismi veriliyor. Nargilenin en önemli öğesi tütün. Tömbeki ismi verilen tütün, kıyıldıktan sonra geceden ıslamaya bırakılıyor. Üzerine nemli havlu örtülüp bir süre bekletiliyor. Nargilenin iyi olmasının sırrı da bu tavının iyi olmasında yatıyor. Tömbeki suyun içinde belirli bir süre bekletildikten sonra özenle lüleye sarılıyor ve servisten önce suyu sıkılarak lülelere, yani tütünün konduğu delikli tablaya yerleştiriliyor ve tütün çelik şişlerin yardımıyla tam ortadan deliniyor. Lüleye yerleştirilen tömbeki, yine ıslatılmış ancak ikiye bölünmüş ve kalın damarları alınmış bir tütün yaprağıyla sarılıyor. Daha sonra sere yerleştirilerek kısa boylu bir meşe ağacı türü olan pırnal kömüründen elde edilmiş köz ile yakılıyor. Bu klasik yani birkaç yıl öncesine kadar Osmanlı ve geçmişte bağlı milletler tarafından kullanılan tömbeki türü. Bir de bunun yanı sıra günümüzde Mısır'dan getirtilen ve adına bahri veya Arap tömbekisi denilen bir türü daha var. Bunlar fermente edilmiş meyvelerden elde ediliyor ve özellikle gençler rağbet ediyor. Bu tür tömbekiler, Elma, nane, kayısı, çilek, muz, limon, ananas gibi keskin kokulu meyve veya bitkilerden yapılıyor. Son dönemde Suudi Arabistan'dan getirilen ve en pahalı tömbeki türü olarak nitelenenlerse ballı, güllü ve capuccinolu olanlar. Şişe bölümüne konulan Suysa zaman zaman içilen tütün çeşidine göre değişebiliyor. Örneğin capuccinolu ya da muz aromalı tütün içmek isteyenler, dilerlerse şişeye su yerine süt doldurtuyorlar. Öncelikle sigara gibi değil pipo gibi içiliyor. Yani, havayı nefes alır gibi çekmelisiniz ki şişedeki su fokurdasın ve tütün yansın. Bu arada iki içim tekniği var: Göbekten ve göğüsten. Göğüsten içim yorucu olduğu için göbekten içim tercih ediliyor genellikle. Bu yöntemde dumanı diyaframınızı kullanarak midenize çekiyor ve üflüyorsunuz. Nargileyi sigaradan ayıran en büyük farksa dumanın suyun içinde soğuması ve bu aşamada tütünün içindeki zararlı maddelerin filtre edilmesi. Tarihteki en meşhur nargile içicisi Mimar Sinan. Hem Edirne’deki Selimiye Camii için anlatılır, hem de Süleymaniye için. Osmanlı'nın en parlak döneminde birbirinden muhteşem eserlere imza atan Mimar Sinan'ın da nargile kullandığı bilinir. Ancak Mimar Sinan'ın kullanım amacı keyiften öte tamamen mesleği ile ilgiliymiş. Süleymaniye Camii'nin yapımı için Kanuni Sultan Süleyman'dan emir alan Mimar Sinan, caminin tam ortasında nargile içer bir gün. Denetlemeye gelen Kanuni, bu durum karşısında köpürür ve Sinan'a, “Bre Sinan bu ne rezilliktir. Bu mübarek çatı altında nargileyle  keyif çatıyorsun sen” der. Ancak Sinan'ın nargilesi keyif nargilesi değil, bizzat Sinan'a mahsus ince bir zekanın bir sonucudur. Çünkü cemaatle kılınan namazlarda, insan nefesleri ve cami içinde yanan yağ kandilleri, havayı kirletebilir; böylece süslemelerin, tavanların, üzerlerinde is birikimine neden olabilir. Bunun için Sinan caminin giriş kapısının üzerine bir hava tahliye aralığı yapmıştır. İşte, Sinan o anda nargilesiyle bu tahliye aralığını deniyordur. Her ortamın gelenekselleşmiş görgü kuralları olduğu gibi, nargilenin de kendine göre bir raconu ve geleneği var. Nargile havadar ve sakin mekanlarda içilmelidir. Yüksek sesle konuşmak ve etrafın huzurunu bozmak raconu da bozar. Asla nargile ateşinden sigara yakılmamalıdır. Mecbur kalındığında kömür közü maşa ile tutulmalı ve öyle yakılmalıdır. Nargile hiçbir zaman kendinizden ve çevredeki nargilelerden yüksek bir yere konulmamalıdır. Bu büyük bir görgüsüzlük olarak kabul edilir. Eğer nargile başka bir arkadaş ile ortak içiliyorsa sipsi kullanılmalıdır. Nargilenin marpucu ise asla direkt arkadaşın eline verilmemeli, masaya bırakılmalı ve diğer içecek olan kişi oradan almalıdır. Yazarınızın geçmişte günde 4 pakete yakın içtiği sigarayı bırakalı neredeyse 10 yıl olacak. Bu saatten sonra da nargileyle, pipoyla da işim olmaz. Ancak, bizim gazetenin yönetim kurulu başkanı Orhan Efe de büyük bir tütün tiryakisi. Bu yazıyı biraz da O’nun için yazdım. Dedem gibi hiç olmazsa sigarayı bırakıp nargileye başlasa! Yeni Marmara’nın yeni taşındığı Bademli’deki tesislerinin bahçesindeki havuzun kenarına çok yakışır vallahi Orhan ve nargilesi! Fokur fokur fokurdarlar birlikte! Neden olmasın?

Diğer Haberler