Yaşamı boyunca hiç kahvehane kültürüne sahip olmamış bendeniz, Osmangazi Belediye Meclisi’nin eski üyelerinden Zülfikar Yüksel sayesinde haftada bir kez kaportacıların, egzozcuların, tamirhanelerin bulunduğu Gaziakdemir Mahallesi’ndeki Tulumbalı Kahve’de pişti oynamaya başladığımdan beri yaşamın bir de bu yönüyle tanıştım.
Meğerse yıllardan beri akşam olup da işini bitiren çevredeki esnaf yine Osmangazi’nin eski meclis üyelerinden Osman Güleç’in atölyesinde toplanıyor, ikişer kişiden oluşan 2 takım az ilerideki Tulumbalı Kahve’de son derece iddialı bir pişti oyununa başlarken diğerleri de masanın etrafında“yancı” olarak kümeleniyormuş.
Efendim bu pişti oyunlarında yenilen taraf rakip ve de oyunu izleyen yancılara iddianın durumuna göre bira, kokoreç, çorba ya da mükellef yemek gibi baştan kararlaştırılan ödülleri ısmarlamak durumundaymış.
Garibim Zülfikar bey meğerse bendeniz “pişti dünyasında” bir yıldız gibi parlayana dek kimi eş seçerse seçsin mütemadiyen yenilen, dolayısıyla da habire ütülen bir adem oğlu konumundaymış.
Ta ki günün birinde İstanbul’dan gelen kardeşim Şahin’i “Hadi gel seni bu akşam değişik bir ortama götüreyim” deyip, Osman Bey’in atölyesinde Zülfikar Yüksel’le “pişti ortağı” yapana kadar!
Bir yenmişlerdi ki o akşam önlerine gelen herkesi, Zülfikar Bey artık neredeyse her gün sorar oldu “Şahin bir daha ne zaman gelecek” diye?!.
Dedim ki günün birinde, “O Şahin’se ben de onun ağabeyi kartalım” ve“yancılıktan”, “pişticiliğe” geçişim, bir kahvehane masasına ilk oturuşum böyle başladı işte!
……….
Bursa’nın demiryolu altındaki mahallelerinde “Vatan bölünmez, kahveci yenilmez” diye bir laf varmış meğerse ancak, Zülfikar Bey’le birlikte Kahveci Ayhan’la, Osman Güleç’i tekel bayii Erdoğan abiye gönderdiğimiz çok olmuştur!
Kaportacı Kadir, Marangoz Hacı Murat, Pilav Naim de çok çekmiştir son 2 yıldır bu muhteşem ikilinin elinden!
Gerçi şimdilerde sahibi Zurna Ahmet çay fiyatını 50 kuruştan 75 kuruşa çıkardığı için ekip yan taraftaki Merinos Park Kahvehanesi’ne yatay geçiş yaptı ama(!) pişti maceramız bazen de Etibank Caddesi üzerindeki Marmara Kıraathanesi’nde de sürmekte.
Oradaki rakiplerimizse Sucu İbrahim, Tarak Hasan, Gıcık Osman, Dağlı Osman Hoca, Ormancı Cezmi, Arap Tuncay gibi yine çevre sakinlerinden oluşuyor.
Pişti sayesinde sadece kahvehane kültürüyle tanışmadım, aynı zamanda çevre mahallelerde “Başkan” diye bilinen eski tüfeklerden Osman Güleç’in atölyesindeki sobanın etrafında süren müthiş derinlikli siyasi sohbetlerle de tanıştım örneğin.
Yukarıda saydığım tüm isimler ve de daha fazlası o sobanın müdavimleri arasında.
Birkaç gün önce yeniden paylaştığım ünlü siyasetçilere ait sözler konuşuldu mesela orada geçen akşam ve Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan’ınsöylediği, “Ne komünist ülkeymişiz, sata sata bitiremedik” lafı!
Cumhuriyet’in ürettiği Tekel’i 17 fabrika, tüm stok ve varlıklarıyla sadece 292 milyon dolara satarsanız, alanlar kısa bir süre sonra bu kez 810 milyon dolara ABD’de kurulu bir gruba, ardından onlar da 2 milyar 100 milyon dolara İngiliz’lere satarsa “bu alışverişte rüşvet döner mi dönmez mi” sorusu sobanın etrafındaki müdavimlerin konuştuğu iki pişti arasındaki ana konulardan sadece biriydi mesela?
………….
Zülfikar beyin akrabaları Afyon Emirdağ’daki tarlalarından yetişen bir kamyon kavunu satmak Bursa’ya getirmişler. Halde satamamışlar. Pazarlarda satamamışlar. Sonra hayvanlara yem olsun diye bir yere yıkıp dönmüşler geri.
Türk çiftçisinin on yıllardır değişmeyen makus talihi budur işte!
Onca emek, onca masraf ve hep zarar ziyan…
Marketlerde Çin sarımsağı, Amerikan fasulyesi…
Avrupa Birliği’nde çiftçi orada bir üretiyorsa üzerine bir de devlet verip destekliyor. Dışarıdan gelenler rekabet edemiyor böylece. Hem refah genele yayılıyor, hem de sermaye içeride kalıyor. Peki ya bizde durum ne?
Bulgaristan’dan saman ithal edip, GDO’lu Amerikan mısırından yem ya da tatlandırıcı tüketiyoruz! Çiftçiye verilen mazotun fiyatı yatçıya verilenin beş katı!.. Suyu, güneşi, toprağı bol olan bu cennet vatanda devlet çiftçiye "üretim yapma" diye para veriyor adeta, ekse de ekmese de!
Sobanın etrafındaki herkes fikrini ortaya koyuyor:
-O beğenmediğimiz Demirel, GAP’ı yaptı, GAP’ı.
-Evet evet, keza Özal da öyle!
-Bunların hocaları bile Türk çiftçisi ürününü sulayabilsin, ucuza mal edip rekabet edebilsin diye “Pancar Motoru” kurdu be!.. Bunlar ne yaptı?
Bir gün tarım sempozyumu düzenlendiğini duyanınız var mı?
Hep inşaat, hep TOKİ moki!
Para orada var çünkü!
…………….
“Türkiye’de vergilerin yüzde 75’i dolaylı vergilerden toplanıyor” diyor biri.
Evet, çaya, elektriğe, suya, benzine, aklınıza daha ne gelirse asgari ücretli de aynı vergiyi ödüyor, milyonerler de.
“Biz yaradılanı severiz, yaradandan ötürüymüş! Böyle mi seversiniz yaradılanı?!.”
-Özal hiç olmazsa açık açık “Ben zengini severim” demişti!
-Bunlar faize karşıyız diye çıktılar. Tüm vatandaşların cebine ikişer kredi kartı koyup yıllardır sömüren tefeci bankaların önüne geçmek için kıllarını bile kıpırdatmadılar!
-Geçen gün Oda TV’de okudum. Hükümet Atatürk Barajı hariç, ülkedeki tüm su kaynaklarının kullanım ve satış hakkı için dolaylı kaynaklarla 100 milyar dolarlık teklif götürmüş Amerika’lılara!.. Belli ki bir nevi rüşvet sunuluyor son olaylardan sonra!
-Mesela BUSKİ gibi belediyelere ait su şirketlerinin satışı gündemdeydi ama ırmak ve su havzalarının altın tepside sunumu bu ülkenin felaketidir abi ya?!.
-Asabım bozuldu, bir pişti, daha yapalım mı?
-Hadi buyurun?
………….
Evet sevgili okurlar, pişti bahane sohbet şahane.
(Laf aramızda, Osman Başkan’la, Pilav Naim’i fena yendik yine geçen akşam!)
Neoliberalizmin, vahşi kapitalizmin, emperyalizmin gerçek yüzü bu!
Ülkemizde “demokrasi” lafını dilinden düşürmeyen iktidarın da politikası bu yönde.
Kaportacı Kadir’in, Marangoz Hacı Murat’ın, Pilav Naim’in, Kahveci Ayhan’ın çıkarını, çocuklarının yarınını düşünen hiç yok!
Onlar 3 çocuk yapsınlar, kapitalizmin önüne yem diye atsınlar!
Doğanın canlılara sunduğu su parayla, yakında belki “hava” da parayla olacak!
Hepsi de artık durumun farkında ama…
Acaba çok mu geç?