Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa’dan” sonra en ünlü tablosu “Son Akşam Yemeği” isimli çalışmasıdır sevgili okurlar.
Bundan tam 516 yıl önce Duke Lodovico Sforza'nın isteği üzerine yapılmış olan gizem dolu bir fresktir aynı zamanda.
Hıristiyan inanışına göre, İsa Mesih'in Romalı askerlerce tutuklanmasından bir gün evvel yani, Pesah Günü öncesi havarileriyle birlikte yediği son akşam yemeğini tasvir eder.
Da Vinci'nin şifresi kitabına göre de İsa'nın solundaki kadın Magdalalı Meryem’dir ve kalça kısımlarından birleşmişlerdir; ikisinin arasında kocaman bir “V” yani paganların “kadın sembolü” bulunmaktadır ve giysileri de birbirlerine simetriktir.
Ayrıca aralarında oluşan “V” şekli “kutsal kaseyi” tanımlamaktadır.
Okuyanlar bilirler, kitaba göre İsa öldükten sonra kutsal kase tabir edilen Magdalalı Meryem ondan bir çocuk doğurur ve o çocuğun nesli de günümüzde hala gizli eller tarafından korunarak yaşatılmaktadır.
Ben kitabı bitirip de gözlerimi kapadığımda oradaki tasvirlerden sonra zihnime Büyük Ada’da, tepede Marmara’dan İstanbul’a bakan Aya Yorgi Manastırı ve hemen onun yanındaki müştemilatta yaşayan ailenin görüntüsü düşmüştü!
Acaba İsa’nın torunları özellikle papalıktan gelecek tehlikelerden korunmak için Türkiye’de yaşıyor olabilirler miydi?!.
Düşünsenize, Hristiyanlara göre Tanrı’nın oğlu olan (!) birinin torunları bu gün Roma İmparatorluğu’nun hazineleri üzerinde oturan papalıktakileri bir saniyede yerlerinden etmezler miydi?!.
Bırakın orayı, dünya alt üst olup karışmaz mıydı?
Neyse…
Leonardo da Vinci “Son Aksam Yemeği” isimli eserini yapmaya başlamadan önce büyük bir güçlükle karşılaştı.
“İyiyi” İsa’nın bedeninde, “kötüyü” de daha sonra ona ihanet ederek kendisini Romalılara ihbar edecek 13’ncü havarisi Yahuda’nın bedeninde tasvir etmeliydi.
Bu nedenle tabloya başlamadan önce kendisine model aramaya başladı.
Daha sonra bir kilise korosunda görev yapan birinin İsa tasvirine çok uygun olduğunu fark etti ve bu kişiyi atölyesine davet ederek günlerce sayısız eskizler çizdi.
Aradan tam koskoca 3 yıl geçti.
“Son akşam Yemeği” artık tamamlanmak üzereydi.
Ancak henüz Yahuda için kullanacağı modeli henüz bulamamıştı Leonardo.
Duke Lodovico Sforza resmi bir an önce bitirmesi için onu sıkıştırmaya başlamıştı artık.
Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu.
Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına öylece yığılıp kalmıştı.
Leonardo yardımcılarından adamı hemen atölyesine taşımalarını istedi çünkü artık taslak çizecek zamanı da kalmamıştı.
İşi canlı modele bakarak tamamlamalıydı.
Oraya varınca yardımcıları adamı bir sandalyeye oturtup bağladılar.
Zavallı, başına neler geldiğini hiç anlamamıştı.
Leonardo da Vinci adamın yüzüne yansıyan inançsızlığı, günahı ve bencilliği resmetmeye başladı.
Usta ressam işini bitirdiğinde, artık içkinin etkisinden kurtulmuş olan o sarhoş gözlerini açtı ve bu harika tabloyu görünce şaşkınlıkla mırıldandı:
“Ee ben bu resmi daha önce de gördüm!..”
Merak içinde “ne zaman” diye sordu Leonardo?
O da çok şaşırmıştı.
“Üç yıl önce” dedi adam; “elimde avucumda olanı henüz kaybetmeden önce. O sıralarda kilise korosunda da şarkı söylüyordum. Pek çok hayalim, yarınlara dair umutlarım vardı. Bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere atölyesine davet etmişti. Henüz yarımdı bu resim o zaman, bitmemişti.”
“İyi” ve “kötünün” yüzü aynıdır.
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır sevgili okurlar.
Öncesinde iyi olan bir şey günü geldiğinde kötü de olabilir.
Bir vakitler şöyle görünüyordu yaşanan tablo bu ülkede:
Ve gördüğünüz gibi bir zamanların Hoca efendisi Fethullah Gülen “darbe önderi” olmuş durumda şu günlerde!
Ama kimden ötürü?
Kimden olacak, AKP’yi yönetenlerden ötürü!
Geçmişte o kadar çok yüz verip tepelerine çıkarmışlardı ki Cemaatin yetiştirdiklerini, Türk parasının üzerine bile onların organizasyonu olan “Türkçe olimpiyatlarının armasını” koymuştu Merkez Bankası:
Büyük ihtimalle Hoca bunlara büyü yapıp basiretlerini bağlamıştı.
Gerçekleri görmüyor, yapılan tüm uyarılara karşın da kulaklarını tıkamayı tercih ediyorlardı:
Tüm gücünü hükümette alan cemaat her yeri ele geçirmişti.
Adalet sistemindeki adamları vasıtasıyla her yer hallaç pamuğu gibi atılıyor, özellikle Emniyet, Ordu ve Yargıya kendi adamlarını yerleştiriyorlardı:
Sonra, “17-25 Aralık Kutlu Çalım Haftasını” yaşadı Türkiye:
Gelin görün ki halkımız kendisine muhalefetin beceriksizliği yüzünden yeni bir felsefe geliştirmişti:
Muhalefet partilerinin durumu tam anlamıyla evlere şenlikti.
Seçimleri bilmem kaçıncı kez CHP’yi eze eze kazanan AKP’liler, Ce Ha Pe Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu’yla dalga geçiyorlardı artık:
CHP’ye eski Atatürk düşmanlarını alıp üstüne bir de genel başkan yardımcısı yapan Kılıçdaroğlu gerçeği şu sözlerle açıklıyordu:
CHP sağa değil, sağ CHP’ye kayarken diğer muhalefet partisi MHP’nin başına MAYAŞ'çı ekibiyle birlikte bir kabus gibi çökmüş olan Devlet Derebahçe ikili oynuyor, öte yanda AKP’nin gönlünü hoş ederken sözde CHP’yle muhalefet nikahı kıyıyordu:
Hükümet cephesinde bir zamanların “süt kardeşliği” artık sekteye uğramış, araya kara paralar girmişti:
Ne demişti İspanyol asıllı ABD'li filozof, şair ve yazar George Santayana?
"Geçmişi hatırlayamayanlar, onu bir kere daha yaşamak zorunda kalırlar"
Yukarıdaki fotoğrafta Said Nursi, buyurun bunda da Mısırlı Mursi var:
Türkiye’de bebelerin bile kara çarşafa sokulmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyorduk:
Halkımız büyük acılar çekiyordu:
Bu arada, cemaatçilerin dediği gibi gerçekler Zaman’la ortaya çıkmaya başlamıştı artık:
Pensilvanya’da yaşayan Hocayla hükümetin arası iyice bozulmuştu:
Hoca Recep Tayyip Erdoğan’a Amerika’dan beddualar etti ve Samanyolu TV en sonunda bu haberi de yaptı!
Muhalefet partileri evde kalmış kızlar gibi fal baktırıyorlardı sık sık, “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye slogan attırıyorlardı müritlerine, ellerinden başka bir şey de gelmiyordu.
Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler:
Tüm bunlara karşın halkımız mizahı çok seviyordu ve “Odun Herif” Melih Gökçek’le dalga geçmeyi sürdürüyordu:
Ve Türkiye’de darbe girişimi yapıldı.
Generallerle selfie çeken dedeye acaba malum mu olmuştu dersiniz bu günler?
Görüntüde var 15-20 kadar paşa, geçen hafta hepsi bir güzel s.çtı taşa!
Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük paşanın Zeki Müren olduğu ortaya çıktı böylece:
Minarelerden okunan sela ve ezanlar eşliğinde girişilen “darbeye karşı darbe” mücadelesi sonrasında yeni bir döneme girdi Türkiye:
Ülkemizde bereket kadar hareket de boldu. Gelecekte dünya tarihini inceleyenler Türkiye sayfasına geldiklerinde şunları okuyacaklardı:
Oysa daha neler yaşanmış, neler gelip geçmişti bu topraklarda.
En iyisi Süleyman Demirel gibi düşünüp öyle yapmaktı.
Hepinize darbesiz, acık acılı, sancılı da olsa demokratik günler dilerim efendim.