Cumhuriyet Halk Partisi’nde “kadın kotası” diye bir şey var.
Her nereye olursa olsun bir seçim yapıldığı vakit oradaki heyetin yüzde 33’ünün kadın olması lazım.
Eğer listenizde bu oran korunmuyorsa, sizden seçilen erkek milletinin bir kısmı yönetimden düşürülüp, yerlerine kurayla da olsa kaybeden listedeki kadınlar konuyor.
Dünya kadar malın olacağına CHP’de fındık kadar kadın ol yeter.
Acayip avantajlı bir sektör CHP’deki kadın siyaseti.
Bu sayede her yere giriyor, her yere aday olabiliyorsunuz.
Hatta bir başkanlık görevine birkaç kişi aday olup da liste hazırlamaya kalktığında bu yüzde 33 kotasını doldurabilmek için kadın kıtlığı çekiliyor ortalıkta.
O yüzden de ne kadar çatlak, ne kadar kafadan kontak kadın varsa yönetim kurullarında kasım patı gibi kasım kasım kasılıp boy gösteriyor bu partide.
Deniz Baykal getirmişti bu uygulamayı geçmişte ve kendisi de sonradan çok pişman olmuştu ama kaldırabilmek mümkün değildi artık.
Adını ağzına alanı bile alimallah liğme liğme ederdi bu kadın milleti.
Oysa siyaset cinsiyetle değil, liyakatle yapılır.
Bir parti tüzüğüne kadın kotası koymak demek, cinsiyet ayırımcılığı yapmakla aynı anlamı taşır.
Beceriksiz, beş para etmeyen bir kadın mı yoksa bulunduğu yerin hakkını gerçekten veren bir erkek mi daha doğru seçim olur sizce?
Şimdi bir de bu yüzde 33 kadın kotasının üstüne bir de yüzde 10 gençlik kotasını ekleyin?
İşte geriye kalan oran da normal insan kotası oluyor!
Anlıyor musunuz şimdi CHP’nin neden bu vaziyette olduğunu?
Sadece tabanda değil, en tepede de vaziyet böyle.
Hatırlayın en son yaşanan “Atatürk posteri indirme” meselesini?
AKP’yi iktidarda tutmak için inanın sadece CHP yeter, başka bir şeye gerek bile yok.
Aslında CHP’de “Atatürk’e takık olan” ilk kadın milletvekili bizim Bursa sosyetesinin gülü Sena Kaleli’den başkası değildi.
“Ben Atatürk’ün ve devrimlerinin bekçisi değilim” diye bir konuşma yapmış, bu da basına yansıyınca yüzüne projektör çevrilmiş tavşan gibi apışıp kalakalmıştı orta yerde.
Sena Kaleli sadece zenginlik ve otobüs kontenjanından milletvekili yapılmadı CHP’de.
Sözünü ettiğim “fındık kadar kadın olma” halinin de çok büyük katkısı oldu.
Kadın olma özelliğinden ötürü parti meclisine alındı.
Kadın olma halinden ötürü genel başkan yardımcısı yapıldı.
Ne var ki gafları ve ayırt edici hiçbir özelliğinin bulunmaması sonucu genel başkan yardımcılığından apar topar uzaklaştırıldı Sena Kaleli.
Sonra bunlar dededen kalan Kamil Koç firmasını yüklü bir paraya sattılar.
Otobüs yazıhanesi işletmek de kapitalizmin, sömürünün lokal bir örneğiydi zaten.
Kendi başlarına yolcu bulamadıkları için gariban otobüs sahipleri gelip bunların kucaklarına oturmak zorunda kalıyorlar, hiçbir hizmet üretmeden kesilen biletlerin yüzde 25’ini de çaresiz bunlara bırakıyorlardı.
Yıllarca otobüsçü esnafını sömürerek zenginleşti otobüs yazıhanecileri.
Sonra da şekil “a”da görüldüğü gibi en aslan sosyal demokrat solcu kesilip CHP’den milletvekili yapıldılar.
Atası dedesi adına bir okul olsun, bir kütüphane, bir kültür merkezi olsun hiçbir şey yaptırmayan, bu memleket için çakılmış bir çivisi dahi bulunmayan Sena Kaleli halkımızı kurtarmaya girişmişti CHP sayesinde!
Aday açıklama törenlerinde 9-8’lik ölçüde göbecikler atıyor, HDP’li Sebahat Tuncel’le birlikte el kaldırıp göbeği pırtlamış vaziyette pozlar veriyordu kameralara.
Ne yaptığını kendi de bilmiyordu.
“Ben Atatürk’ün bekçisi değilim” lafından sonra en büyük gafı “kocam beni dövüyordu” şeklinde yansıdı gazetelere.
Herkes, “koskoca profesör adam, durup dururken böyle bir şey yapmaz, acaba Sena ne iş işledi de böyle bir muameleyi uygun gördü” diye de sormadan edemedi açıkçası?
Partide önseçim olunca girmeye gözü yemedi Sena’nın.
Kontenjandan tekrar milletvekili olabilmek için de atmadık takla bırakmadı.
Ondan sonra Mudanya belediye başkan adayı olabilir miyim diye kıvrandı epey bir süre?
Kamil Koç’u sattıktan sonra Yahudilerden indirdikleri yüz milyonlarca dolar da söndürememişti içindeki harareti.
Mustafa Kemal Paşa, Karacabey hattında büyük araziler almaya girişti.
Bu esnada emlakçı ve siyasetçilerden havadisler almaya çalışıyor, satın alacağı arazilerin o bölgeden geçecek yeni otobana yakın olmasına özellikle dikkat ediyordu.
Gazozcu emlakçılara ayrı bir aşinalığı vardı Sena’nın.
İçindeki harareti söndürmeye gazozcunun açtığı soğuk Çamlıca gazozları da söndürmüyordu artık.
Siyaset aşkıyla yanıp tutuşuyordu Sena Kaleli.
Bu millet mutlaka onun engin tecrübelerinden istifade etmeli, kurtarıcı olarak gelmeliydi yeniden başa.
Önceki gün akşam saatlerinde Bursalı bir milletvekilinin danışmanı buradaki bazı kadınlara cep telefonundan mesajlar çekerek “Sena Kaleli’nin bu gün yapılacak seçimde CHP Kadın Kolları Genel Başkanlığına aday olacağını” duyurdu.
Demek gözü iyice dönmüştü Sena’nın.
Oradan milletvekilliğine pırtlamayı düşünüyordu belli ki!
Bunu duyan CHP’li tüm kadınlar sosyal paylaşım sitelerinden “Biz Atatürk’ün bekçisiyiz” diye yazılar yazmaya başladılar.
Korkunç bir Sena Kaleli tepkisi oluştu birden bire.
“İçli köfte ablası” bile, “yapma kızım, etme kendini böyle deli” diye akıl verdi Sena’ya!
Sözde bizzat Kemal Kılıçdaroğlu istemişti Sena Kaleli’den aday olmasını!
Zaten genel başkan yardımcılığı sırasında adama dar etmişti siyaseti, hiç ister miydi çakma Gandi Sena’yı bir kez daha başına bela?!.
İlerleyen saatlerde Facebook’ta bir anket yapıldı.
İkisi aday olsaydı Sena Kaleli mi kazanırdı seçimi yoksa CHP’de halk kahramanı şirinlik abidesi Pelin Pelerin mi?!.
Pelin Pelerin fark atıyordu Sena’ya.
Öyle ki Sena Kaleli kadın kolları yönetimine “kadın kontenjanından” bile giremiyor, sallamıyordu hiç kimse onu artık partide!
Tüh, keşke satmasalardı.
Belki yine “otobüs kontenjanından” girerdi yönetime ama o imkan da kalmamıştı artık.
Bursa’ya dönüp, biraz daha arsa, arazi toplamalıydı.
Belki önümüzdeki yıl otoban veya viyadük kontenjanından alırlardı kendisini CHP’de yine bir yerlere.