Recep Tayyip Erdoğan hani, Ermeni göçü sırasında sırf bir çift çizme ya da üç beş kuruş para uğruna büyük bir çoğunluğu kendi bölgelerinden geçtikleri sırada Anadolu’daki yerleşik Türk ve Kürtler tarafından katledilen Ermenilere taziye mesajı yayınlamıştı ya geçenlerde?
Birazcık düşünse ya da yanındaki azıcık kafası çalışanlardan biri akıl verse, bu memleket için yapacağı en olumlu ve en doğru şeylerden birinin, Sevan Nişanyan’ı derhal Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Turizm Bakanlığını kabul etmeye ikna etmek olacağını bilir!..
Bu toprakların kendi öz evladı, devletin has vatandaşı olan Sevan Nişanyan, eşine benzerine rastlanamayacak değer ve kalitede, kendisini yetiştirmiş, özellikle turizm algısı ve olgusunda sadece Türkiye’dekileri değil, dünyadaki pek çok uzmanı da fersah fersah geçmiş bir beyindir.
Oysa şimdi kendisi Aydın, Yenipazar Kapalı Cezaevi’nde, kendi arazisi üzerine bundan 150 yıl önceki tarz ve malzemeyle inşa ettiği sadece 40 metrekarelik o köy evinin kaçak olduğu gerekçesiyle mahpusluk hayatı yaşıyor.
Örneğin sadece Bursa’daki yapıların yüzde 80’inin kaçak olduğunu, yasal olanlarının hemen hepsinde de kaçak eklenti ve çıkıntılar bulunduğunu hesap ederseniz eğer, yine nüfusun en az yarısının hapiste olması gerekeceği gerçeğini bırakın bir kenara, Sevan Nişanyan Türkiye’de “kaçak inşaat yapmaktan” dolayı cezaevinde bulunan tek kişidir aynı zamanda!
Üstelik de yaptığı şey ne kentleri iğrenç hale sokan TOKİ konutları ne de eski İstanbul’un siluetini yok eden çelik kafeslerdir.
Vesileyle hadi biraz anlatalım size kendisini, bilip tanımayanlar biraz fikir sahibi olsunlar.
Böyle başlayalım söze…
Robert mezunu Nişanyan, 1974’te Amerika’ya giderek Yale ve Columbia Üniversiteleri’nde tarih, felsefe ve Güney Amerika siyasi sistemleri üzerine eğitim görüyor.
Hani şu bizim kuşağın ilk aşkı, oyun kahramanı Süper Maryo’yu Türklerle tanıştıran Commodore 64 isimli kişisel bilgisayarlar vardı ya?
İşte o cihazları Türkiye’ye getiren firmanın kurucu ve yöneticisi aynı zamanda; bilgisayar programcılığıyla da ilgili ve bu ülkenin ilk popüler bilgisayar dergisi Commodore’un da babası.
Adamın ruhundaki yaratıcı üretkenlik bitip tükenmek bilmiyor.
Britanya ve Uzakdoğu Yayınevleri için gezi kitapları kaleme almaya başlıyor daha sonra ve Bursa, Karacabey’li olan eşi Müjde’yle birlikte tatili kitleler halinde aynı yerlere gitmek olarak algılayan Türk turizm anlayışına yeni bir yön verecek “Küçük Oteller” kitabını yayınlamaya başlıyorlar ki, bu çalışma adeta bir devrimdir yeni bir kavram yaratan.
Türkiye’deki en güzel küçük, butik otelleri tarayıp içlerinde en doğal, en temiz, en sıcak olanları, ev sahiplerine dek tanıtarak anlatıyorlar okurlarına.
Ülkedeki tüm turizm işletmeleri bu kitaba girebilmek için yanıp tutuşuyor ama ağızlarıyla kuş tutsalar nafile!
Yayına girmeye layık görülenler bile eğer anlatılan standartlardan uzaklaşıp azıcık kötüleşmişlerse ertesi yılki baskıdan derhal çıkarılıyorlar hiç tereddüt bile edilmeden.
Ardından o vakte dek unutulup kenarda kalmış eski bir Rum köyü olan İzmir’in Selçuk ilçesinin Şirince’sine yerleşiyorlar eşiyle birlikte.
Neredeyse hiç beton girmemiş Şirince’nin yıkılmaya yüz tutan muhteşem evleri ve eşsiz doğası bir daha hiç bırakmıyor onları.
Önce yıkılmak üzere olan 3 ev alarak başlıyorlar işe. Bunlar 19’ncu yüzyıldan kalma harika Rum evleridir.
Geleneksel yapım tekniklerini kullanarak hemen hemen hiç beton, plastik ya da alüminyum kullanmadan onarıyorlar hepsini.
Birini Kerevetli Ev, diğerini Cumbalı ötekini de Hamamlı Ev diye adlandırıyorlar.
İki ya da dört-beş kişiye kadar gidip evleri günlük olarak kiralayabiliyorsunuz.
Her şey o kadar doğal ve güzel ki anlatılmaz yaşanır denilecek kadar da harikulade.
Vadideki köye en tepelerden bakan Cumbalı evin sedirindeki yastıklara bezenmiş tığ işi beyaz el örgü dantellerin güzelliğini mi anlatsam size yoksa yumuşacık yataklarınızın altına konan lavanta keselerinden yayılan o mis gibi kokunun içinize verdiği huzuru mu?
Alt kattaki kalın taş duvarlı odada demir ayaklı eski mermer bir masa üzerine yanında kıracağıyla birlikte sizin için bırakılmış cevizleri mi, az ötede yine yanındaki sepette doldurulmuş bolca odunu ve tutuşturmak için çıralarıyla birlikte uzun gecelerinizi iki kadeh şarap eşliğinde ısıtmaya talip çevresi kireçle badanalanmış şömineyi ya da hemen önündeki kim bilir hangi konuşmalara, hangi itiraf ve sevdalara tanıklık etmiş üzerinde eflatun mini mini sümbüller işli kadife kaplı berjer koltukları mı?
Sabahları kapınızdan sessizce uzanan gizli bir el tarafından bırakılmış sepetin içindeki köyde yaşayan kadınlar tarafından üretilen nefis peynirleri, reçelleri, tereyağları ama ille de sepetin üzerine bırakılan bir adet kadife çiçeğini mi?
Herkesin mutlaka beğenebileceği bir kitap bulunan yukarı raftaki mini kütüphaneyi ya da her zevke hitap eden oraya sizin için bırakılmış CD koleksiyonunu mu?
Evin bahçesine çıktığınızda konuklar için ekilmiş yenilebilen bin bir çeşit kokulu otları, yeni çiçek açmış lavanta kokularını, az ötedeki gülün üzerinde şakıyan bülbülü, karşı çatının bacasında yuva kurmuş leylek ailesini, yamaçlardaki Roma’dan kalma binlerce yıllık su kaynağını, papatyaları, gelincikleri, hemen yakındaki Efes antik kentini, Selçuk Müzesi’ni, dedim ya hangi birini layıkıyla anlatabilirim bu kadar dar alanlarda; ancak gidip yaşamak gerek.
Ama yöreye has şarapları ve Müjde hanımın konukları için kendi elleriyle hazırlayıp sunduğu Mürver Çiçeği şurubunu anmadan geçmek olmaz.
Pek çok aşçı yetiştiren, TRT ve BBC’ye yemek programları yapan Müjde hanım yine kendi bahçesinde elleriyle yetiştirdiği envai çeşit sebzeleri, mis gibi kokan naneleri, fesleğenleri ve taze kekiklerini de kullanarak az yukarıdaki yamaçta bir beton yığını olarak yükselirken dayanamayıp sahibinden satın aldıktan sonra yine köy dokusuna göre inşa ettikleri otelin mutfağında harikalar yaratıyor, gelen konuklarına pişirme teknikleri de öğretiyor aynı zamanda.
Şirince’nin turizm anlayışı birden bire değişiyor.
Köyde yaşayanlar evlerini pansiyonlara çevirmeye başlıyorlar yavaş yavaş.
İnsanlar Şirince’ye akın ediyor.
Nişanyan’ların çok büyük katkı ve destekleri oluyor yöre halkına.
Ve kahraman Türk bürokrasisi giriyor devreye; yıkılıp yok olmaya yüz tutan evleri izin almadan tamir ettiği gerekçesiyle Sevan Nişanyan 2001 yılında 10 ay hapis cezası alıyor ilk olarak.
Adam yine yılmak, korkmak nedir bilmiyor.
Beton yığınıyken satın aldığı küçük otele köy dokusuna göre yeniden biçim verdikten sonra arka taraftaki sırtta 20 dönümlük bir arazi daha alarak, antik mermer yüzme havuzu, agorası, ortak mutfağı, fırını, tek katlı sadece taş, toprak ve ahşaptan inşa edilecek evleriyle küçük bir köy kurmaya girişiyor, dünyada eşi benzeri olmayan!..
Şimdilerde hayat bulmuş, arka taraftaki o muhteşem vadiye bakan bu köy, her yanda ekili lavanta tarlalarından yayılan kışkırtıcı kokular eşliğinde sizi 1000 yıl öncesine götürüp zamanı tam o noktada durduruveriyor.
Sevan Nişanyan 12 dili layıkıyla bilip kullanan bir köken bilimci aynı zamanda.
O dönemde Türkçenin etimolojisi üzerine ilk kapsamlı bilimsel çalışma olan "Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü" adlı yapıtını bitiriyor; aynı sözlüğün popüler bir özeti olan "Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı" adlı kitabını yayımlıyor.
2004'te İnsan Hakları Derneği tarafından verilen Ayşenur Zarakolu Özgür Düşünce Ödülü'ne layık görülüyor, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgeleri hakkında resmî görüşün verilerini sorgulayan "Ankara'nın Doğusundaki Türkiye" adlı gezi rehberi yayımlanıyor.
Nişanyan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemine ilişkin eleştirel görüşlere yer veren "Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru" adlı kitabı 2008'de basılıyor.
Agos gazetesindeki köşe yazarlığının yanı sıra, 29 Ekim 2008 ve 14 Aralık 2009 tarihleri arasında Taraf gazetesinde "Kelimebaz" adıyla dile ilişkin köşe yazıları yazıyor.
Bu yazıları daha sonra iki ayrı kitapta toplanarak "Kelimabaz - 1" ve "Kelimebaz - 2" isimleriyle yayımlandı.
Yetmiyor, 2009'dan itibaren Anadolu yer adlarına ilişkin geniş kapsamlı bir çalışma daha başlatıyor.
Çalışmanın ilk ürünleri 2010'da piyasaya çıkan "Adını Unutan Ülke: Türkiye'de Adı Değiştirilen Yerler Sözlüğü" adlı kitapta yayımlanıyor.
Daha pek çok eseri var Nişanyan’ın.
Ali Nesin’le birlikte kurdukları Matematik Köyü, Tiyatro Medresesi ya da kaya mezarını da anlatmak için sayfalar yetmez.
Her biri ayrı bir macera, ayrı bir direniş öyküsü.
Geçen gün, dilbilimci, mimar, turizmci ve muhalif yazar Sevan Nişanyan’ın, Şirince köyünde yaptığı yenileme çalışmalarıyla inşa etmek istediği ütopya, İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen iki günlük sergi ve bir panelle ele alındı.
Panele katılan oğlu Arsen Nişanyan, Sevan Nişanyan’ın kaleme aldığı ve kurmaya çalıştıkları yapıyı, yaşam alanlarını anlattığı mektubu okuyarak katılımcılarla paylaştı.
Gelin, bu uzun yazıyı Nişanyan’ın mektubundan bazı pasajlar aktararak biraz daha uzatalım, nasılsa buraya kadar geldiğinize göre konu ilginizi çekmiş, amaç hasıl olmuş demektir:
“Şirince’de, vaktiyle Müjde’nin satın aldığı bir köy evimiz vardı. Yaklaşık 150 yıllıktı. Duvarları çamur dolgulu taştan, yer yer bir metre kalınlığında ve biraz yamuktu. Banyonun içinde büyük kayalar vardı, yağmur yağdığında içlerinden su çıkardı. Mutfağın tavanını bir kestane tomruğu tutardı. Bahçe duvarından incir ağacı çıkmıştı, çok güzeldi. O eve aşıktık.
Dokuları gözünüzün önüne getirin. Üstünde kertenkelelerin güneşlendiği yığma taştan bahçe duvarı. Ot bürümüş kiremit çatı. Aşındıkça insan teni dokusunu almış taş zemin. Kuşaklar boyu ellendikçe fildişi kıvamını kazanmış ahşap trabzan. Ege’nin kayasına bin yıl önce oyulmuş bir niş.
Bunları sevmeyen yoktur. Zannederim insanda içgüdüsel olan bir şeyi tatmin ederler. Nedense hiçbir mimarda, bu dokuları üretecek vizyon yahut cesaret yahut teknik bilgi yoktur. Belki vardır, ben denk gelmedim. Türkiye’de hiç denk gelmedim. Viyana’da Hundertwasser bir yere kadar denedi belki, ama o da kendine anti-mimar, anti-arkitekt diyordu.
Yapı maceramız Şirince’de o evi onarmaya çalışmakla başladı. İhtiyar bir evi, kişiliğini bozmadan nasıl yenileyebilirsin? Ustaların ve mimarların her müdahalesi, evin kendinden bir şey kaybetmesiyle sonuçlanıyordu. Onlara kulak asmamayı öğrendik. Yerel malzemeyi öğrendik. Taş duvarı, çamur sıvayı, kestane ağacını, çit tekniğini, eski kiremidi öğrendik. Köydeki eski binaları didik didik edip, eski Rum ustalarının usullerini anlamaya çalıştık.
Bahçeye, orada “sundurma” dedikleri bir açık oturma yeri yapmamız gerekiyordu. Öyle bir şey yapalım ki, sanki hep varmış, 150 yıllık evin uzantısıymış gibi dursun dedik. Köydeki ve komşu köylerdeki emsalleri etüt ettik, onların dilini öğrendik. Çoğu harabeydi. Biz de yaptığımız sundurmayı kısmen harap ettik, ucuzundan, yüz yıllık tarih ekledik.
Odunluk gerekiyordu. Odunluğu kimse mimari projenin parçası olarak düşünmez. İş bittikten sonar, biraz briket ve tel örgüyle bir şeyler çırpıştırılır. Neden öyle olsun dedik. Neden odunluğumuz bir şaheser olmasın, baktıkça “İyi ki varız ve iyi ki yaşıyoruz” demeyelim? Eski evlerin bitişiğindeki kubbeli fırınları andıran bir taş yapı ekledik. Kapısını komşu kasabada yıkılan bir konaktan söküp getirdik.
Şirince’nin tarihi kimliği bize ayrı bir sorumluluk yüklüyordu. Başka yerde olsa belki el yordamıyla kendi çözümlerini üretebilirsin. Ama köyün tutarlı bir bütünlüğü varsa ve güzelse, o zaman eklediğin her ayrıntının, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, o bütüne uygun olmasına özen göstermelisin. Şu sonuca vardık: Yüz yıl önceki ustaların yapmayacağı hiçbir şeyi yapmayacağız. Onların kullandığı malzemeden, onların tekniklerinden, oranlarından, süslemelerinden, dokularından şaşmayacağız.
Söylemesi kolay, yapması zordur. Öncelikle, tevazu ister. Kendi aklına değil, ölmüş ustanın aklına uyacaksın. Ayrıca disiplin ve inat ister. Sol omzundaki şeytan durmadan dürter, şuraya da kalebodur yer karosu yapalım, bir kerecikten bir şey olmaz diye. Kanarsın. Kanmamalısın.
Restorasyonun temelindeki teorik çelişki ile tanıştık. Restore ettiğin zaman işlev değişikliği yapıyorsun. İşlev değişince biçimi nereye kadar koruyabilirsin? Korumalı mısın? Bugünkü işleri çözmek için, yüz yıl önceki Yorgo Usta hangi biçimi kullanırdı? Bizim köydeki evlerin alt katı hayvan barınağıdır. Şimdi orayı mutfak, oturma odası ve banyo yapacaksan, rutubet sorununu, ışık sorununu, statik sorununu ona göre çözeceksin. Copy-paste yapmakla iş bitmiyor. Çözüm üreteceksin. Eski mimariyi değerli ve sevimli yapan özü keşfedip, o çerçevede yeni bir şey üreteceksin.
Yorgo Usta müze memuru değildi, Anıtlar Kurulu zaptiyesi de değildi. İhtiyaca göre yeni bir şey yapan ve bunu yaparken bir şekilde eskinin ırzına geçmemeyi başaran bir esnaftı. O yapabiliyorsa biz neden yapamayalım?
Anıtlar Kurulu’nun öküz memuruna tabii bunları anlatamazsın. Zaten kuşku ile bakıyorlar, bunlar her şehirli takımı, üstelik devletin emirlerine saygısız olan cinsten, üstelik de Ermeni. Sen işlev ve gelenek ve estetik diye ağzını açınca onun aklına mevzuat geliyor, hangi maddeden mühürlerim diye hesap yapmaya başlıyor.
1992-2002 yılları arasında Şirince’de 12 tarihi evi onardık; tamamen yıkılmış olanları tarihi dokuya uyum sağlayacak şekilde sıfırdan inşa ettik. Sonra, köyün biraz dışındaki bir arazide, taştan küçük bağ evlerinden oluşan, hayalimizdeki köyü inşa etmeye koyulduk. 2007’de sıra Matematik Köyü’ne geldi.
Matematik Köyü’nde işler yepyeni bir boyuta taşındı. Çözmek zorunda olduğumuz işlevler, köyün tarihi dokusuna yabancı işlevlerdi. Eski ustalara sadık kalacağız ama, eski ustalar konferans salonu ve kütüphane ve 300 kişilik yemekhane çalışmamış ki? Köy havasını, köy dokusunu, köy estetiğini, köyün bin yıldan beri değişmemiş duygusunu veren doğallığını ve spontanlığını koruyarak modern bir eğitim kampüsünü nasıl inşa edersin?
Yedi yıldan beri bu soruların cevabını bulmaya çalışıyoruz. Tiyatro Medresesi ile birlikte, otuz küsur binadan oluşan ufak bir kasaba çıktı ortaya. Yorgo Usta’nın deneyimlerine bütünüyle sadık kalamayacağımızı Kabul etmek zorunda kaldık. Onun yerine, Yorgo Usta’nın kendi yaşadığı çağda, Anadolu’nun Ege ve Akdeniz kıyılarında görse yadırgamayacağı formlarla çalışmanın doğru olacağına kanaat getirdik. Artık eski Şirince’de benzeri olmayan hamamlarımız, medresemiz, kulemiz, kaya mezarımız var. Ama hala post-20. yüzyıl stili bir betonarme gecekondumuz yok, villa tipi konutlarımız yok, İsviçre-Kaliforniya kırması şalemiz -eğer dikkatle bakmazsanız- yok.
Gelenler, Matematik Köyü’ne bayılıyorlar, taparcasına seviyorlar. Doğallığını ve eklektizmini beğeniyorlar. “Sanki kendiliğinden olmuş gibi” diyorlar. “Sanki yüzyıllardan beri buradaymış, siz ortaya çıkarmışsınız” diyorlar. “Tarih kokuyor” diyorlar.
Ali Nesin ile ben ise, yaptığımız her binada hatalarımızı ve eksiklerimizi görüp birbirimizin başının etini yiyoruz. Her seferinde sıfırdan düşünmeye başlayıp, kusursuz ütopya mekanının nasıl bir yer olacağını bulmaya çalışıyoruz.”
…………………
Evet sevgili dostlar…
Pek çokları gibi ben de bazı görüşlerine katılmasam da Müjde ve Sevan Nişanyan’ı tanıyıp, pek çok kez sohbet etme onuruna erişmiş biri olarak sıra dışı, yaramaz ve bir o kadar da maceracı bu harika adamın kaçıncı kezdir dört duvar arasında tutulmasına çok üzülüyor, içerliyorum.
Sahip olduğumuz değerleri, bu kıymetli beyinleri ya yurt dışına kaçırtıyor, Anadolu toprağına kök salmış Sevan gibi insanlarıysa hapislere tıkıyoruz!
Nasıl bir devlet, nasıl bir milletiz biz böyle?!.
Bir şeyler yapılmalı…
Bir yol olmalı…
Sosyal paylaşım sitelerinde kampanya açmak mıdır, siyasetçileri harekete geçirip konuyu Meclis’e taşımak mıdır, nedir, bir şey, bir şey?
Cumhurbaşkanı adayları seçildikleri takdirde “Sevan Nişanyan’ı affedeceklerini” açıklayabilirler mesela topluma?
Adaylardan Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş sanki bu fikre daha yakın dururlar gibi geliyor bana; kimbilir, belki Recep Tayyip Erdoğan’da öyle yapar kim bilir?
Bu ayıp artık bize çok fazla!
Sevan Nişanyan’a özgürlük…
SEVAN NİŞANYAN’IN ESERLERİ:
Yanlış Cumhuriyet / Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru, Kırmızı Yayınları, 2008 ISBN 975-9169-77-0
Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 3. Basım, Adam Yay. 2007 ISBN 9754188684
Küçük Oteller Kitabı (Türkiye'nin en Güzel Küçük Otelleri), Boyut Yay. 1998 .... 2008 (her yıl), ISBN 975-521-376-7
Ankara'nın Doğusundaki Türkiye, Boyut Yay. 2006 ISBN 975-23-0196-7
Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı, 2002 ISBN 975-418-744-4
Meraklısı için Karadeniz, Boyut Yay. 2000 ISBN 975-521-378-3
Herkesin Bilmediği Olağanüstü Yerler, Boyut Yay. 2000 ISBN 975-521-377-5
Mavi Kıyılarda Yeme İçme Sanatı, Intermedia 1998,ISBN 975-7143-23-5
American Express Guide: Prague, Mitchell Beazley (London) 1993.
American Express Guide: Vienna and Budapest, Mitchell Beazley (London) 1992.
American Express Guide: Athens and the Classical Sites, Mitchell Beazley (London) 1990.
Karl Marx: Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma (çeviri), Birikim Yay. 1979; 2. basım İletişim Y. 2008.
Kelimebaz-I, Everest Yayınları 2009.
Adını Unutan Ülke (Türkiye'de adı değiştirilen yerler sözlüğü) Everest Yayınları 2010.
Şirince Meydan Muharebelerinin Mufassal Tarihçesi Everest Yayınları 2011.
Turkey (Travel Bugs), Sevan Nisanyan (Author), Bina Maniar (Author), Emma Tan (Author), Aileen Lau (Author) , Macmillan General Reference (October 1993), ISBN 067187909X, ISBN 978-0671879099
Aslanlı Yol, Liberte Yayinlari 2012.