Yazarlar

Siyaset Defterim (1)

post-img
12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından seçimlere geçilip de siyasi partilerin önü yeniden açıldığında eskiler, CHP’nin son genel başkanı Bülent Ecevit’in kapısının önünü aşındırıp yeni sol partinin başına geçmesi için ikna turlarına çoktan başlamışlardı bile.   Ecevit çok iyi tanıyıp biliyordu bu eski takımı ve neler yapabileceklerini.   Yıllar yılı artık çok iyi öğrenmişti.   Onlara sorarsanız “sosyalist” ya da “sosyal demokrattı” hepsi.   Bir kere evrensel manada solcu filan da değildi pek çoğu, öyle geçinip göbekçilik yaparlardı!   Bulabildikleri her fırsatta avanta peşinde koşarlar, “delege ağalarını” besleyerek geldikleri milletvekilliği ve partinin üst yönetiminde genel başkanın etrafını kuşatarak yıllarca hüküm sürerlerdi.   Biliyordu Ecevit bunları.   Türkiye’de sol siyasetin bu “asalaklardan” kurtarılması gerekliydi.   Onlarla olmazdı, yapılamazdı hiçbir şey.   “Henüz parti kurmanın zamanı değil” dedi gelenlere yıllarca.   Darbecilerin Necdet Calp’e kurdurdukları Halkçı Parti hiçbir işe yaramamış, 1980’in ardından eski CHP seçmeni bünyesinde dört eğilimi birden barındıran Turgut Özal’ın ANAP’ına kaçmıştı.   Ee genel seçimler yaklaşıyordu, Bülent beyin keyfini beklemenin de alemi yoktu artık; hepsi yeniden milletvekilliği zırhına ve imtiyazlarına kavuşmalıydı bir an önce.   Kimler miydi bunlar?   20 Mayıs 1983’te kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin en tepesinde bulunanlar kimlerse onlardı işte!   Önce SODEP’i yani, Sosyal Demokrasi Partisi’ni kurmuşlar, sonra Halkçı Parti’yle birleşerek SHP’yi oluşturmuşlardı.   Onlar hantır hantır koltuk, makam peşinde koşarlarken Ecevitlerse, dalları Marksizm’in köklerinden uzamayan, sırtını  ulusal değerlere dayayan yeni bir sol kavram yaratmakla meşguldü:   “Demokratik Sol!..”   İnsana verdiği kadar tarihimize, kültürümüze, toplumsal değerlerimize de önem veren bu anlayış SHP’de kümelenenlere göre “faşist” (!) bir olguydu; Ecevit’i “sağa kaymakla, solculuktan uzaklaşmakla” suçladılar.   Bunları hiç dinlemedi Ecevitler, önlerine baktılar.   Aydın Güven Gürkan’dan sonra o iş yapamayınca, İsmet İnönü’nün fizik profesörü oğlu Erdal İnönü’yü başa geçirip onun ipine sarıldılar bu kez de.   Oysa siyasette asıl gereken şey “fizik” değil “büzüktü” ve o büzük de Bülent Ecevit’te fazlasıyla mevcuttu!   Eşi Rahşan Ecevit’e kurdurduğu Demokratik Sol Parti’nin başına yapılan referandum sonucu 1987’den sonra geçebildi Karaoğlan.   Yazarınızsa henüz 20’li yaşların başında, üniversiteyi  bitirip vatan görevini de tamamlamış, kurduğu küçük bir ticarethanede yaşamın tohumlarını atmaya çalışan idealist, gencecik bir insandı o vakitler.   Yıllarca Bursa’nın Keles kazasında CHP İlçe Başkanlığı yapan dedesine (İsmail Ekmekçi) öykünüyor, siyaset yapmak istiyordu bir yandan da.   Çok sevdiği dedesi de çok kızıyordu artık bir vakitler adeta taptığı Ecevit’e, onu “solu bölmekle” suçluyor, bir yandan da kendisinin de bulunduğu “SHP’ye bugün kalkıp gelse, yarın iktidarız” diyordu.   Türkiye’de politika yapmak için fiziği yetmeyen İnönü’yse bulabildiği her fırsatta “koltuğunu ona bırakmaya hazır olduğunu” açıklıyor, “buyursun gelsin” diyordu!   Eski solcuların yönlendirmeleriyle yapılan işse sadece politikadan ibaretti aslında!   Amaç sol seçmene Bülent beyi bir “bölen” yani, kötü biri olarak göstermekti yalnızca!   İlk oyumu vermeden önce “seçim bildirgesini” okumuştum DSP’nin.   “Hayırlı evlat gibi hayırlı devlet” diyor, “Ülkede bir engelliler bakanlığı kuracağız” gibi o güne dek hiç rastlanmamış yepyeni, sımsıcak projeler vaat ediyordu!   Derslerine çok iyi çalışmışlardı Ecevitler.   Örneğin Bursa’da 1980 öncesi CHP İl Başkanlığı'nı yapan rahmetli Yılmaz Akkılıç gibi eski siyasi kişilikleri partilerine asla almamışlar yeni, yepyeni, politikaya hiç bulaşmamış tanınmadık isimlerle çıkmışlardı yollarına.   SHP’nin de aynı yerde bulunduğu, Çatalfırın’daki merdivenleri mozaik kaplı binanın en üst katındaki dairenin salonuna açılan ahşap kapıdan içeri girdiğimde iri, uzun o döküm soba kor gibi kızarıyor, altından yere, taş zemine dökülmüş kömür taneciklerinden etrafa yayılan duman insanın genzini yakıyordu.   Partinin renkleri olan mavi ve beyaza boyanmıştı her yer.   “Beyaz” yeni, tertemiz bir sayfa, “gök maviyse” umut demekti.   Henüz çok başındaydılar yolun.   Yıldırım’da Muammer Doygun, Osmangazi’deyse Ahmet Kömbe ve rahmetli Hasan Ertürk’ü belediye meclis üyesi yapabilmişlerdi sadece.   Türkiye genelinde yüzde 3, Bursa’daysa yüzde 7 civarında oyu vardı sadece partinin.   İl Başkanı rahmetli İller Bankası’nda işçi olarak çalışan Orhan Çetinkan’dı, Heykel’de Vakıflar Bankası’nın arkasındaki küçük bir dükkanda konfeksiyonculuk yapan Mehmet abiyse (Çelik) DSP’nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesiydi.   Şimdilerde olduğu gibi o vakit SHP’yi saran sendikacı, müteahhit ve avukatların zerresi yoktu Demokratik Sol Parti’de, işçi, küçük esnaf, sanatkar, emekli memur ya da köylüydük hepimiz!   Başka yerlerde olduğu gibi insanlar “almak” için gelmiyorlardı çünkü, ülkenin aydınlık yarınlara kavuşabilmesi için artık ellerinde ne varsa “vermeye” geliyorlardı sadece!   İl Yönetim Kurulu Üyesi Osman İsteğin karşılamıştı beni, “üye olmak için geldiğimi”anlattıktan sonra “ben ne yapabilirim” diye sorduğumda önündeki çekmeceyi açıp oradan aldığı üzerinde güvercin amblemi bulunan bir avuç çakmak ve kalem uzatmıştı.   Bunları satacak, parasını partiye getirerek ayakta durmasına katkıda bulunacaktım.   İşte böyle bir şeydi o vakitler DSP’li olmak.   Parti sırtını hiçbir yere, hiç kimseye dayamıyor, oluşturulan mahalle kurulları kanalıyla İl merkezlerine, oradan da genel merkeze kuruş kuruş akan paralarla yürüyordu her şey.   Ecevit’in kitaplarını, parti rozetlerini, kalem ya da çakmaklarını satarak, cebimizde ne varsa propaganda için gideceğimiz yerlere mazot parası olsun diye çıkarıp ortaya koyarak politika yaptık biz.   Yönetim kurulu üyelerimizle birlikte artık görevi bırakmak için yaptığımız son toplantıda kimi karısının bileziğini getirdi, kimiyse kefen parası olarak sakladığı üç-beş yüz markı.   Ayrıldığımızda, yerimize gelecek arkadaşlara destek olsun diye parti binasının 1 yıllık kira bedeli çoktan hem de peşin olarak ödenmişti bile!   Sadece 25 yaşımda Yıldırım İlçe Başkanlığı, 27 yaşımdaysa Bursa İl Başkanlığı görevlerini üstlendim DSP’nin.   Tüm Bursa ve ilçelerinde gezmediğim, dolaşmadığım köşe kalmadı o dönemde.   Seçim kampanya dönemine denk geldiği için yeni doğan kızım ve annesini Zübeyde Hanım Hastanesi’nden alıp eve getirdikten tam 30 gün sonra doğru dürüst görebilmiştim, içimde uhde kalmıştır!   “Siyasetle uğraşan adamın karısı dul, parası puldur” derler ama sadece onlar da değil, bizler ideallerimiz adına “kulduk” aynı zamanda!   Şimdi büyüdü, sanayici oldu, eskiden Gürsu civarındaki küçük bir atölyede tornacılık yapardı, kulakları çınlasın, Hüseyin Kul’un o gece İznik’in beldelerini ziyaretten dönerken çektiği çileyi hiç unutamam.   Nasıl da yağmurlu bir gündü.   Gökyüzü yere boşalıyordu adeta o gece.   Soğuk mu soğuk bir kış akşamıydı aynı zamanda.   Dayanışma yemeklerinden elde edilen gelirle satın aldığımız partinin bin yıllık (!), aküsü bitik, geri vitesi de çalışmayan, elbette kaloriferi de parasızlıktan bozuk, üzerinde “Ak Güvercin Geliyor” yazılı mavi, burunlu Ford minibüsünün silecek motoru da yanmıştı o gün dumanlar çıkararak biz Bursa’ya dönerken!   Direksiyonda Hüseyin Kul vardı.   Aracı kullanırken bir yandan başını öne doğru uzatarak yolu görmeye çalışıyor, öte yandan da silecek kollarından birini yerinden sökerek alıp tuttuğu sağ elini arada bir pencereden çıkarıp, minibüsün ön camını yağmurdan ötürü görünür kılmaya çalışıyordu Hüseyin bey!   Saatler sürmüştü evlerimize varmamız.   Daha da kötüsü donmuştuk, elimiz ayağımız tutmuyordu!   Uzun hikaye, Örgütten Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit’in görevi ve misyonu Bülent beyi hiç kimseyle muhatap etmeksizin sırası gelenleri biçip, yerlerine yenilerini atamaktı!   Zaman içinde güçlenip kendilerine diklenebilecek insanlar istemiyorlardı Ecevitler, CHP döneminden ağızları çok yanmıştı çünkü, en fazla birkaç yılda bir örgütü görevden alıyor, yerlerine yeni insanlar getiriyorlardı.   Rahşan hanım sizi görevden mi alacak?   Bağış makbuzu göndermediği vakit anlardınız sonunuzun geldiğini!   Makbuzsuz, dolayısıyla parasız bırakarak keserdi nefesinizi; çaresiz kalır ya istifa ederdiniz, ya da bir gün gelen bir faks mesajıyla görevden alırdı sizi.   Uğur Mumcu’nun cenazesinin defnedildiği gündü.   Ankara’ya gidip, tam 3 gün boyunca genel merkezdeki kuşlu kahvede bekledim randevu alabilmek için, görüşmedi bile benimle.   Sadece bir “teşekkür” bekledim, onu da çok gördü!   Gençtim, öfkeliydim, haksızlığa uğramışlık duygusu ağır bastı, ertesi gün Bursa’ya dönüp bir basın açıklaması yaparak istifa ettim partiden.   Ayrılırken “Korkunç Yenge” demiştim Rahşan Hanıma!   Romanya Sosyalist Cumhuriyeti'nin komünist lideri Nicolae Ceauşescu'nun eşi ve başbakan yardımcısı yaptığı Elena Ceauşescu’dan daha berbat, daha zalim, daha gaddar bir kadın olarak görünmüştü “korkunç yengemiz” o gün gözüme!   Yeni nesil bilmez…   1960’lı yıllarda Güney Vietnam’ı zalimce yönetip sömüren Diktatör Diem’in kardeşinin karısı Bayan Nhu da kendisini “first lady” olarak ilan etmişti.   Batıdaki namıyla “Dragon Lady”, bizdeyse “Korkunç Yenge” tanımı ondan gelir işte.   Tam 87 yaşında Amerika’da ölmüş kadın.   Bizimki 94 yaşında, hâlâ dipçik gibi ayakta maşallah!   Siyasetten soğumuş, kendimi kullanılıp bir köşeye atılmış gibi  hissettiğim bir gün rahmetli Şemsettin Şen geldi işyerime.   “Sen deli misin” dedi, “CHP yeniden açılıyor. Deniz bey (Baykal) genel başkan olacak. Can’la da (Ertan) konuştum. Biriniz İl sekreteri, diğeriniz başkan vekili olun. Beraber politika yapalım.”   Kıpır kıpırım, kanım kaynıyor hâlâ.   İkna etti beni Şemsettin Şen.   Deniz Baykal’ın ilk Bursa gezisi sırasında onun imzasıyla CHP’ye üye oldum.   Sene 1993’tü.   Şemsettin Şen CHP’ye Bursa İl Başkanı olmaya niyetlenirken ANAP’tan büyükşehir meclis üyeliği ve danışmanlık teklifi gelince soluğu orada aldı sonradan!   Yine kaçmıştı keyfim.   Fakat tekrar ikna ettiler.   İkinci  Hakan Aşlar döneminde CHP Bursa İl Yönetiminde görev aldım.   Fakat çok mutsuzum!   Haftanın bir günü Altıparmak’ta, eski akademinin karşısındaki apartmanın üst katındaki İl merkezinde rutin toplantı yapılıyor…   Toplantının 10’ncu dakikasında rahmetli Necati abi (Akgün) “rem uykusuna” dalıp horlamaya başlıyor, 20’nci dakikasının ardından Sadık Çakar’dan itibaren diğer üyeler saatlerine bakmaya başlayarak “artık bitse de gitsek” moduna giriyorlar, 30’ncu dakikadaysa kalkılıp Kültürpark’a rakı içmeye gidiliyordu!   Biz DSP’de böyle alışmamıştık!   Resmen bir siyaset okuluydu Demokratik Sol Parti.   Yıllar yılı yaz kış demeden her gün bir kahvede, her Allah’ın günü bir beldede gezdik, kendimizi halka anlatabilmek için!   Ve tam da o dönemde mektebini okuduğum ancak hiç sevemediğim ticareti bırakıyor ve gazeteciliğe başlıyorum.   “Aktif siyaseti” de terk etmek anlamına geliyor bu benim için.   Çok seviyorum yeni mesleğimi!   Siyaset yaparken insanlara bir şeyler anlatıyorsun ama üstüne cebinden para da harcıyorsun.   Gazetecilikteyse yine bir şeyler anlatıyorsun ama bu kez sana üstüne para da veriyorlar!   Böyle daha güzel değil mi?   YARIN: CHP’ye tekrar neden üye oldum? Osmangazi İlçe Başkanlığına adaylığım ve o süreçte görüp yaşadıklarım. Delegelik peşinde koşan bazı çakallar! CHP’nin hali. Şu sıra yapılan delege seçimlerinde neler dönüyor?

Diğer Haberler