Yazarlar

Son dördüncü diriliş

post-img
Derginin arka kapağını görünce ister istemez gülümsedim... Çok neşeli ve esprili bir adamdı rahmetli; kimliğini hiç gizlemez, her zeki insan gibi kendisiyle dalga geçmeyi de severdi. Fomara'da karşılaşmıştık bir gün... Sağ bileği dirseğine kadar alçılıydı! Yanımda da "Gazozcu" vardı; "Ne oldu abi" diye sordu Hüsnü Züber'e? Güldü... "Bi soktum" dedi, "bi büzdü, çatır çatır kırdı bizim bileği"!.. Efemine tavır ve konuşmaları vardı rahmetlinin! Şimdi bana "Bir tahmin yürüt" derseniz, "öbür dünyada Sırat Köprüsü'nü en kolay geçebilecek insanlardan biridir Hüsnü Züber" yanıtını veririm... Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri!.. Sağlığında Osmanlı mimarisinin en güzel özelliklerini barındıran o muhteşem konağını önce bir müze haline getirip, ömür boyu topladığı objeleri Bursalıların izlenimine sunan Züber, öldükten sonrası için de bu yapıyı yine insanların istifadesi için Bursa Büyük Şehir Belediyesi'ne bağışladı... Ve Başkan Alinur Aktaş aldı orasını ele, nurani bir hale getirip, "Hüsnü Züber Evi Muradiye Gençlik Merkezi" adıyla hizmete soktu... Şimdilerde içerisi cıvıl cıvıl... Bir sorun bakalım kendinize, niye eğilip kalktığını bilmeden günde beş vakit namaz kılan, ya da kırık plak gibi hala aynı şarkıyı çalıp duran solcu yobazlar mı makbuldür evrende yoksa, Hüsnü Züber mi sizce? Şu sıralar 13'ncü sayısını geride bırakan ve Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanıp dağıtılan "Bursa Günlüğü" isimli dergiyi aynı zamanda yazıişleri müdürlüğünü de yapan kurumun Basın Yayın ve Halkla ilişkiler Müdürü Ahmet Bayhan vasıtasıyla edindim. Her sayısında son derece çarpıcı konular, ana başlıkta incelenen meselenin uzmanları tarafından değerlendiriliyor orada... İçerik aslında, Belediye'nin düzenlediği kültürel sempozyumların daha geniş kitlelere ulaştırılması amacıyla düzenleniyor. Sefer Gültekin'in yayın koordinatörlüğünü, Sedat Sert'in de yönetmenliğini yaptığı dergi bu kez, Yeşil Türbe'de yatan "Çelebi Mehmet dönemini" ve önemli olayları irdeliyor... Beşinci Osmanlı Padişahı Çelebi Mehmet yaşamasaydı ve devleti yeniden tesis etmeseydi eğer, bizler bu gün muhtemelen Konstantinlerin, Nikoların, Elsa ya da Nadyaların çocukları olacak, binlerce yıllık kadim kültürümüzü hiç tanımayacaktık! Hatta belki de günümüzde Ortadoğu ve Orta Asya'daki insanların Anadolu'ya sığındıkları gibi zorla geriye sürülecek, Orhun Yazıtlarının etrafında koyun keçi otlatmaya devam edecektik hala!.. İşte böylesi büyük bir önemi vardır rahmetlinin. Okumuş, eğitim görmüş, bilge insanlar için kullanılan "Çelebi" namını taşıyan Beşinci Mehmet'in yaşam hikayesinde acı içinde acı, dram içinde dram, öykü içinde öykü gizli... Osmanlı Devletinin efsane komutanlarından babası Yıldırım Beyazıt büyük bir taktik hatası yaparak Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilmiş, iktidarını, haremi ve hazinesini de kaybedip, rakibine esir düşmüştür... Timur da çok büyük bir Türk kökenli komutandır aslında... Bilgeliğinin bir nişanesi olarak ele geçirdiği topraklarda yaşayan ve döneminin bilim adamı kabul edilen düşünürlerini, medrese erbabını, usta ve zanaatkarları yanına alarak Asya içlerine, Semerkant ve Buhara'ya götürür Timur... Ve tabii onları oralarda himaye edip, her türlü ihtiyaçlarını karşılayarak, sahip oldukları bilgileri kendi devletinde yaşayanlarla paylaşmalarını hedefler... İnegöl'de otağ kuran Timur'un, Bursa'dan giderken beraberinde götürdüğü zanaatkarlardan biri de o sıra burada çanak çömlek işleri yapan Nakkaş Ali'dir... Bu "Nakkaş Ali" ismini kafanızın bir kenarına yazın, unutmayın... Adına "Fetret Devri" denilen ve tam 11 yıl sürecek büyük bir kaos başlar Osmanlı topraklarında... Halkın hiçbir güvenliği kalmaz, hırsızlar, haydutlar, haramiler için düğün bayram yeri olur Anadolu... Otorite yoktur çünkü; Yıldırım Beyazıt'ın oğulları Mehmet, İsa, Musa, Süleyman ve Mustafa iktidar olabilmek için taht kavgasına girişirler... Yaşanan sürecin bir kesitinde Musa Çelebi kardeşi Süleyman Çelebi'yi yenerek, payitaht Edirne'de padişahlığını ilan eder... Ve ardından çok tanıdık birini yargı ve ordusunun başına "kazasker" olarak atar... Evet, Komünist Şair Nazım Hikmet'in meşhur ettiği "Simavne Kadısı oğlu Mevlâna Şeyh Bedreddin Mahmut'tan" başkası değildir bu kişi! Taht kavgalarında taraf olmuş, başlangıçta bir-sıfır önde görünen Çelebi Musa'nın yanında yer almıştır!.. "Musa" adının O'nun motivasyonu için önemli olup olmadığını da sorgulayacağız az sonra?!. Derken, Çelebi Mehmet de Musa'yı bertaraf ederek Edirne'yi almayı başarır. Ve bir devlet adamına yakışacak şekilde, Kazasker Şeyh Bedrettin'i öldürtmek yerine, ilmine saygı duyarak kendisine ayda 1000 akçe de ücret tahsis edip, Hüdavendigar Vilayeti'nin İznik Kenti'nde işler yoluna girene dek en azından bir süreliğine zorunlu ikamete gönderir... İşte bu noktaya kadar Yeşil Türbe'de yatmakta olan Çelebi Mehmet'in hiçbir günahı yoktur bahsettiğim konuda... Kurt kanunudur, "düşeni yerler", bu mücadeleden zaferle çıkmak zorundadır yoksa, kendisi hayatından olacaktır!.. Huylu huyundan vaz geçer mi hiç? Bedrettin orada da rahat durmaz ve artık nasıl yapacaksa, "ortak mülkiyet ve eşitliğe dayanan fikirler" geliştirerek, etrafına müritler toplamaya başlar?!. Aslında "Şeyh Bedo" sadece iktidar peşindedir, hepsi o kadar! Nazım'ın ilgisiniyse, Şeyh Bedrettin'e ait olduğunu düşündüğü, bu nedenle kendisini Komünizmin ilk yerli kuramcısı olduğunu sandığı bu fikirleri çeker... Oysa, Şeyh'in kaleme aldığı ve geride bıraktığı kitaplarında "ne ortak mülkiyet ne de eşitliğe dayanan görüşler" vardır; tam tersi tasavvuf, kelam ve bir miktar da İslam felsefesi sunulur insanlara! İnanmayan en önemli eseri "Varidat'ı" okusun! Tasavvuftan başka bir şey yoktur orada da... Bir süre sonra İznik'ten tüyer Şeyh Bedrettin... Sinop üzerinden Rumeli'ye geçer. Zağra, Silistre, Dobruca ve Deliorman'ı dolaşarak "halifelik" iddiasıyla kendisine çok sayıda taraftar toplar!.. Mehmet, Rumeli'de bu kez kardeşi Mustafa'ya karşı mücadele ederken Batı Anadolu'da ve Balkanlarda ayaklanmalar başlar... Anadolu coğrafyasındaki kalkışmaları örgütleyen de "Bedo'nun" müritleri Tireli Börklüce Mustafa ve Kütahya'dan Torlak Kemal'dir... Bunları düzenleyen, halkı kışkırtan asıl kişiyse, "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin'den" başkası değildir. O sırada Selanik'te bulunan Çelebi Mehmet'se bu hareketler karşısında artık iyice sinirlenip, "Al atını, severim tımarını" diyerek "Şeyh Bedo'yu" yakalatır ve bir alimler heyetine yargılatarak, üstelik de daha önce kendisinin kaleme aldığı bir kanunnameye göre verilen, "devlet düzenine isyan etmekten katli helal, mülkü haramdır" hükmü uyarınca, "idam cezasını" Serez pazarındaki bir dükkanın önünde uygulatır!.. Ve artık o gün orada yağmur çiseliyor muydu yoksa hava güneşli miydi bilinmez, işin gerçeği şiirler, hikayeler, destanlarda anlatılanlar değil, işte tam olarak budur! Bir yandan kardeşleri ve onların işbirlikçileriyle mücadelesine devam ederken, öte yandan da Bursa'da Yeşil Camii, medresesi, imareti ve öldüğünde kendisinin gömüleceği türbesini inşa ettiriyordu Çelebi Mehmet... Yüzlerce han, dükkan ve köy ve arazisini bağışladığı vakıflar üzerinden vefatından sonra da açların doyurulması, kimsesizlerin korunması, hayır işlerinde görev yapan insanların iaşesi için düzenlemeler yapıyordu. Ve sonunda Osmanlı Tahtının tek sahibi olacak, ardından oğlu 2'nci Murat gibi tüm Avrupa'ya diz çöktüren bir evlat, İstanbul'un fatihi 2'nci Mehmet gibi muhteşem bir torun bırakacaktı bu devlete... İşte o sırada Asya'da Timur öldü... Evlatları taht kavgasına girişince buralardan götürdüğü ustalar, zanaatkarlar memleketlerine geri döndüler... Taşkent'ten, Semarkant'tan, Buhara'dan, Tebriz'den gelen yapı erbabı kişiler, Yeşil Külliyesi'nin inşaatında çalışmaya başladılar... Bunlardan biri de işte yazımın başında sözünü ettiğim "Nakkaş Ali'ydi"... Timurlu Devleti'nin sahip olduğu birikim sayesinde olağanüstü güzellikte eserler veren "çinicilik sanatını orada iyice öğrenmiş"... Ve o çinilere kabartma harflerle bin bir renk vermeyi büyük bir ustalıkla başarmıştı... Osmanlı'da kaos dönemi başladığında Orta Asya'ya giden Nakkaş Ali artık yine Bursa'daydı işte... Hem Yeşil Cami'nin, hem de Yeşil Türbe'nin dünyada eşi benzeri bulunmayan çinilerini O işleyip yapacak, Padişah 5'nci Mehmet ebedi istirahatine yaklaşık 600 yıl öncesinden, O'nun nakış gibi işlediği sanat eserlerinin altında devam edecekti... Kaderin garip bir cilvesidir ki Timur, Yıldırım'ı yenerek ölümüne sebep olmuştu ancak... Nakkaş Ali'nin eğitilip yetiştirilmesine vesile olarak hem İznik çiniciliğini başlatıp, hem de Yeşil Türbe ve Cami'nin yanı sıra bu gün Topkapı Sarayı da başta olmak üzere bu topraklara pek çok sanat eseri kazandıracaktı vefatından sonra aslında. Bursa'dan, Bozcaada'ya doğru uzanan tatil güzergahımızda ilerlerken, yolcu koltuğunda bir çırpıda derginin büyük bölümünü keyifle okuyuverdim... Arada sırada başımı kaldırıp, etrafı da gözledim elbette... Yapımı artık son aşamasına doğru gelen Çanakkale Köprüsü'ne vardığımızda, vatanını milletini seven her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi o devasa yapıdan ben de büyük bir gurur duydum... Koalisyon dönemlerinde "kımıl zararlısı" gibi ilerleyen, eli kolu bağlı devletimiz sanki "fetret devrini" aşıp, yeniden "yükselme dönemine" girmiş gibiydi adeta!.. İstanbul'a, 6 kere gidip, 7 kere iktidara gelen bir Süleyman Demirel sadece bir Boğaziçi, tek başına çok az süre hükümette kalabilen Turgut Özal'sa Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü yapabildi hepsi o kadar... Oysa Recep Tayyip Erdoğan üstelik de boğazın altından hem raydan hem de yoldan geçişi sağladı kısa sürede; ardından Yavuz Sultan Selim ve Kocaeli Körfezi'ni bir inci gerdanlık gibi aşan Osmangazi Köprüsü'nü tamamlayıp, şimdi de Çanakkale Boğazı'nı ihya etmeye hazırlanıyor... "İstmezükçülerin" yine yapımına ahmakça, bilgisizce karşı çıktıkları çok kısa sürede bitirilen İstanbul Havaalanı bu gün dünyanın gözdesi durumunda... Daha geçen hafta oradaydım; iğne atsan yere düşmeyecek gibiydi! Bunun adı "fetretten çıkış" değil de nedir ki?!. "Pahalı" diyenlere sözüm o ki, "siz ucuza yapıp da geçeydiniz oralardan o zaman"!.. Üstelik de zaman su gibi akıp gidiyor, yakında tamamen milletin olacak bu eserler. Akdeniz taraflarında yangınlar çıkınca insanlar Kuzey Ege'ye yönelmiş... Hem konaklama hem de yiyecek içecek fiyatlarıysa boru gibi! Oteller geçen yıla göre rakamlarını üç, hatta dört misli arttırmışlar son haftalarda! Buna rağmen halkımız restoranları tıklım tıklım doldurmuş vaziyette, süne zararlıları gibi habire yemekle meşgul! Adada "otopark sorunu" had safhada... Oysa CHP'li Belediye Başkanı Hakan Can Yılmaz'ın yerine olsam uzak bir araziye çok büyük bir otopark yapıp, insanları şehir merkezine elektrikli toplu taşıma araçlarıyla getirirdim... Yollarda ne otomobiller gidebiliyor ne de yayalar! Üstelik "orman yangını endişesiyle" gün batımının izlendiği seyir tepesi ve yel değirmenleri Valilik kararıyla kapatılmış. Dışarısının pek tadı yok yani! Ada'nın gözde restoranlarından Ayazma Plajı'ndaki "Vahit'in Yeri'nin mutfağı" yine her zaman olduğu gibi muhteşem. Deniz ürünleri besleme değil, direkt olta ya da ağ işi... Biz bütçemize göre, Ataol Beach'teki bungalov evlerde kaldık. Deniz pırıl pırıl, mis gibi... Ataol'un "kahvaltısı" meşhur lakin incir, bal kabağı, kara dut ve domates reçellerinden yiyemedim "şekerim çıkar" korkusuyla, şöyle çatalın ucuyla tatlarına bakmakla yetindim sadece. Ha bir de!.. Bazı entel dantel takımının buraya "bağ bozumu etkinlikleri ve şarap tadımı" için geldiklerini görüyorum yıllardır... Adada doğru dürüst bağ yok ki neyi bozasın?!. Her gemi turunda ana karadaki Geyikli İskelesi'nden kasalar dolusu üzüm taşınıyor Bozcaada'ya!.. İnsanlar sürekli bir şeyleri eleştiriyorlar lakin, dönüp kendi hilebazlıklarına, kendi kıçlarının altına bakmıyorlar bir türlü!.. Sıkıldınız mı? İsterseniz devamını yarın okuyun? Bense yazmaktan ne yoruldum ne de sıkıldım... Oturdum verandaya, açtım bilgisayarımı, püfür püfür, oh mis mis!.. "Bursa Günlüğü Dergisi'nde" sanırım Uludağ Üniversitesi'nden Mustafa Kara'nın makalesinin bir yerinde "Simavne Kadısı ve Emiri İsrail Oğlu Şeyh Bedreddin" ve "Mevlana Şeyh Bedrettin bin İsrail" ifadelerine rastladım... Bi dakka, bi dakka!.. Bu "bin" yani "oğlu" kısmından sonraki babasına ait olan "İsrail" ismini daha önce hiçbir yerde ne okuyup ne de görmüştüm!.. "Hass...!" dedim içimden... "Google Akademik'te" bazı bilimsel makaleler okudum ardından... Tarihte bilinen ilk Komünist girişim olan Pers Hükümdarı Kral 1'nci Gavat'ın da başlangıçta desteklediği "Mazdek Ayaklanmasından" sonra acaba, ikinci manifestoyu yaydığı iddia edilen Şeyh Bedrettin gerçekte Müslüman rolü oynayan bir "Yahudi" olabilir miydi? Acaba Siyonist İbraniler daha o yıllarda fırsat bilerek, Osmanlı'yı kardeş kavgalarını kullanarak tamamen yok edip, kendi devletlerini kurmayı hedeflemişler miydi? Öyle ya... Dünyada "komünizm" kuramını geliştiren, yayan ve uygulayan insanların hemen hemen tamamı Yahudi'ydi!.. Ve aslında Yahudiler sadece 3 soyadı ve bunların türevlerini kullanırlardı: "Cohen , Levy ve İsrail..." Tevrat'taki, Yaratılış Kitabı'na göre Yehova, insan silüetinde Yakup'a göründü. Ve bu adam Yakup'la güreşti. Güreşen Tanrı'ydı! Ve dedi: "Beni mübarek kılmadıkça seni bırakmam, çünkü sen Allah'ı yendin, artık sana Yakup değil İsrail denecek." Bu nedenle Yakup'un soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Çok severim "kültür izlerini" takip etmeyi oldum olası... Nazım Hikmet'in de Musevi kökenli olduğu kesin de... Kendisinin "işçi ve emekçi yanlısı, Marksist devrimin yerli kuramcısı" olarak karakterize edip, tanıttığı "Şeyh Bedrettin bin İsrail" de gerçekten bir Yahudi" olabilir mi acaba? Hayır, yeni dönemde Komünizmin kuramcısı, "Das Kapital'in" yazarı Karl Marx da bir Yahudi'ydi, gençler pek bilmez bunu... Hatta, "Ne önemi var" diye de düşünebilirler? Var, var; durun bakalım! Son yüzyılda Komünist Manifestoyu yayımlayan da O'dur... Marks'ı finanse eden hatta O öldükten sonra yarım kalan kitaplarını tamamlayan Friedrich Engels'inde Alman Yahudisi olduğuna dair ciddi iddialar vardır... Rus Devrimi'nin önde gelen isimlerinden Lev Troçki, gerçek adıyla "Lev Davidoviç Bronştayn" Yanovka'da küçük toprak sahibi bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. "Troçki" adınıysa 1902 yılından itibaren kullanmaya başladı... Sovyetler Birliği'nin kurucusu ve Bolşevik Devrimi'nin lideri "Vladimir Ilyiç Lenin'in" Yahudi olduğu bundan uzun yıllar önce kanıtlandı!.. İşin aslına bakarsan sevgili okur, 1917 Ekim İhtilali gerçekte çok önceden "Siyonist liderler" tarafından planlanıp, uygulanmıştı! Rus halkını "adalet, eşit paylaşım, ortak mülkiyet" gibi yalanlarla kafalayan Yahudiler, 1904'te yaşanan Rus-Japon savaşını fırsat bildiler... Bu harbi kaybeden Rus Çarlığı büyük bir ekonomik buhrana girdi... Artık halkın gözünü boyayıp, kışkırtmak için her şey hazırdı işte!.. "Bu savaşın Rus İhtilali ile sonuçlanacağıysa", Yahudi yazar Parvus Halfand tarafından daha evvel söylenmişti zaten!.. "Parvus Halfand, Almanya'ya yerleşmiş bir Rus Yahudi'sidir. Rusya ile Japonya arasında bir savaş çıkacağını daha 1895'te yazıp, bu savaşın Rus Devrimi'yle sonuçlanacağını" ileri sürdü. O'nun bu olağanüstü öngörüsü gerçekleştiği zaman bu yazının bir hayli sözü edilmiştir." (Felsefe Ansiklopedisi-Orhan Hançerlioğlu)" Nitekim, Yahudiler savaş sırasında Rusya'yı çökertmek için Japonya'ya mali destek yaptılar, dönemin Rusya'sına giden maddi kaynaklarıysa tamamen kestiler. Rusya'yı "ihtilale uygun hale getiren" Yahudi finansörler ayrıca, Ekim Devrimi için gereken mali desteği de sağladılar. Yine Yahudi milyarderler Rockefeller ve Morgan bu işin para babalarıdır. Yahudilerin komünist rejime olan mali destekleri yalnızca ihtilal öncesine de ait değildir; devrimden sonra Rusya'da baş gösteren ekonomik krizin atlatılması, Yahudi şirketlerinin yardımıyla olmuştur. Bırakın siz Amerika'nın yıllarca tüm dünyaya yutturduğu "anti-Komünizm" ayaklarını!.. Bırakın, Erzurum'da Fethullah Gülen'e de kurdurdukları Komünizmle Mücadele Derneklerini!.. "1912'lerde yayınlanan, bir ABD Dışişleri Bakanlığı raporuna göre, New York'un en büyük finansman kuruluşu Kuhn ve Loebo Co, Rusların ilk 5 yıllık kalkınma planına finansör olarak katılırlar ve Bolşevik Hükümetine kasa görevi yaparak, 1918-1922 yılları arasında 600 milyon altın ruble transferi gerçekleştirirler." Şimdi bakın, Çarlık Rusya'sına darbe yapanların üzerinden bir daha geçelim: İhtilal kod ismi "Lenin", gerçek ismi "Qulianow: uyruğu Yahudi Kod ismi "Braun", gerçeği "Braum: Yahudi Kod adı "Troçki", gerçeği "Bronstein": Yahudi Kod adı "Steckloff", aslı "Nachamkes": Yahudi Kod adı "Martoff", aslı "Zederbaum": Yahudi Kod adı "Zinovieff", gerçeği "Apfelbaum": Yahudi Kod adı "Kameneff", gerçeği "Rosenfeld": Yahudi Kod adı "Souchanoff", aslı "Gimel": Yahudi Kod adı "Sagerski", aslı "Krochmal": Yahudi Kod adı "Bogdanoff", aslı "Silberstein": Yahudi Kod adı "Uriizky", gerçeği "Radomisisky": Yahudi Kod adı "Lari", gerçeği "Lurie": Yahudi Kod adı "Kamkovv", gerçek adı "Katz": Yahudi Kod adı "Ganetzky", gerçek ismi "Furstenberg": Yahudi Kod adı "Dan", gerçeği "Gourevitch": Yahudi Kod adı "Meschkovvsky", aslı "Goldberg": Yahudi Kod adı "Parvus", asıl adı "Heipfand": Yahudi Kod adı "Riasanov", gerçeği "Goldenbach": Yahudi Kod adı "Martinov", gerçek adı "Zibar": Yahudi Kod adı "Chernomorsky" aslı "Chernomordik": Yahudi Kod adı "Solnzev", aslı "Bleichlann": Yahudi Kod adı "Piatıisky", gerçeği "Zivin": Yahudi Kod adı "Abramovich", aslı "Rein": Yahudi Kod adı "Zvesdin" asıl adı "Voinstein": Yahudi Kod adı "Maklakovsky", gerçeği "Resenblum": Yahudi Kod adı "Lapinsky", aslı "Lovenschein": Yahudi Kod adı "Babrow" asıl adı "Natanshon": Yahudi Kod adı "Akselord", gerçeği "Orthodoks": Yahudi Kod adı "Garin", gerçek ismi "Garfeld": Yahudi Daha sayayım mı? Tüm bunlarla da kalınmadı, rejim dağılana dek yaklaşık 73 yıl boyunca sadece Asya'da çoğu Türk kökenli olmak üzere on milyonlarca insan "geri dönüş olmasın" diye bu herifler tarafından katledildi, Sibirya'da sürgün yerlerindeki kamplarda öldürüldü! Yakın dönemde bilinen ilk gerçek soykırımı yapanlar bunlardır aslında! Stalingrad kuşatmasında Hitler'in ordularına karşı kullanılan askerlerin büyük bir kısmı da Türk'tü... "Türk'ün savaşçı yeteneğini" gayet iyi biliyorlardı çünkü ve bizim akrabalarımız parayla değil, bedavaydı orada!.. Belki de bin yıllar boyunca gerçekten yaşanamayacak bir olguyu, "eşitliği, sosyalizmi ihraç ediyoruz" diye bizim memleketimizdeki çoğu üniversite mezunu on binlerce gencimizi birbirine kırdırıp, insanlarımıza da büyük acılar çektirdiler... Polonya'nın 10 bin yetişmiş, eğitimli insanının kafalarına bir gecede birer mermi sıkıp, yine Hitler'in üstüne yıktılar! Bu arada kendileri de ziftlenip, iktidarda kaldıkları süre içerisinde Asya'nın işgücünü, maden, petrol, doğalgaz ve tarım alanlarını sömürüp, Siyonist sermayenin cebine akıttılar! Homo Sapiens'in en sinsi, plan kurucu ve en köklü sömürücü türü olan Yahudiler, Osmanlı'nın yıkılmasında da birinci derecede rol oynadı... Abdülhamit'i tahttan indirmek ilk hamleleriydi... Ardından da İsrail geldi zaten... Şimdi de Orta Doğu'yu ayrıştırıp, sonra da yutma politikasını uyguluyorlar!.. Hedefte asıl Türkiye var... Bu anlattıklarım "komplo teorisi" değil, sadece tarih boyunca yaşanmış olan acı gerçekler... Yanarım yanarım, memleketimde hala bunların yalanlarına, ütopik göz boyamalarına kanan gençlerin varlığına yanarım!.. Hele hele eski Sosyalist abileri bile deri değiştirip günümüzde en has Atatürkçü olarak oylarını CHP'ye verirlerken! Ve hedeflerine ulaşabilmek için önlerinde yapabilecekleri sadece 2 şey var: -Aynen "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin bin İsrail'in" yapmaya çalıştığı gibi halkı kin, nefret ve düşmanlığa sürükleyerek isyan ve iç kargaşa çıkartmak... -Ülkeyi oldu bitti bir savaşa sokup, geçmişte Rus Çarlığına yaptıkları gibi ekonomik açıdan zayıf düşürmek! Sonra da işbirlikçilerini iktidara getirip, dümenlerini sürdürmek! İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yayınladı, gerek yurt içi, gerekse yurt dışından yangın ve sel felaketleriyle ilgili halkımız sadece 3 günde 131 milyon lira katkıda bulunmuş... Kimi gafillere inat biz bu birlik ve beraberliğimizi koruduğumuz sürece son "4'ncü dirilişimizi" de gerçekleştiririz evelallah!.. Bir ölür, bin doğarız biz!..

Diğer Haberler