Parkta sarı sonbahar yaprakları üzerinde el ele yürüyen genç çift, bankta tek başına oturan genç bir kızın sessizce ağladığını görünce, merhamet hissiyle ona yöneldiler.
“Merhaba, benim adım Melike. Çok kederli görünüyorsun. Anlatmak ister misin?”
“Ben de Seda. Ölmek istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.” diye cevap veren kız kendini iyice bıraktı, haykırarak ağladı, ağladı…
Melike ne yapacağını şaşırmıştı. Birkaç faydasız teselli cümlesi söyledi. Eşine bakarak uzaklaşmasını işaret etti.
Bankta genç kızın yanına oturup; “Anlat, kız kıza bir çözüm buluruz belki.” dedi.
“Hiç kimseye derdimi anlatamıyorum. Anlatılacak şey değil zaten. Öylesine doluyum ki… Sizi de derdimle sıkmayayım.”
“Anlat, lütfen. Gerçekten sana bir faydam olsun istiyorum.”
“Ben hamileyim.”
“E, ne güzel. Biz eşimle 5 yıldır bir bebek sahibi olamadık ve olamayacakmışız. Ne mutlu sana.”
“Öyle değil. Ben üniversite öğrencisiyim. İnternetten tanıştığım Sertaç adında bir ahlaksızla güya sevgili olduk. Anlattığına göre Sertaç, otuzlu yaşların başındaydı; Samsun’da babasının çorap fabrikasını yönetiyordu. Beni o kadar çok seviyordu ki, üniversiteyi bitirmemi bile beklemeden ailesiyle istemeye geleceklerini söylüyordu.
Bu ay, önümüzdeki ay, dedem hastaneden çıkar çıkmaz, babam anjiyo oldu, iyileşir iyileşmez… gibi yalanlarla beni oyalıyordu. Ben onu sevmiştim ama daha kötüsü, onun da beni sevdiğine inanmıştım. Bu arada beraberliğimiz de mesafe katetmişti. Bir gün hamile olduğumu fark ettim. Hemen Sertaç’ı arayıp, bir an önce beni istemeye gelmeleri gerektiğini söyledim. Güya çok sevindi. ‘Haftaya çarşambaya Bursa’dayız.’ dedi.
Sonraki aramalarımda telefonu açmamaya başladı. Birkaç çarşamba gelip geçti, bir türlü görüşemiyorum… Ne telefonla ne sosyal medyadan. Oyuna getirildiğimi anladım. Sosyal medyadaki ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla kendisine ulaşıp görüşebildim. Bana, hasta olduğundan söz ettiği dedesinin öldüğünü, yasta olduklarını, telefonlarımı bu yüzden açamadığını, dedesinin kırkı çıkınca soluğu bizim evde alacaklarını anlattı aceleyle. Ben yine inandım.
Kaç kırk çıktı bilmiyorum ama hamileliğim beş aylık olmuştu. İnternetten, ortak arkadaşlardan, sosyal medyadan bu şerefsizi araştırdım. Samsunlu olduğu dışında her söylediğinin yalan olduğunu öğrendim. Babası hiçbir sosyal güvencesi olmayan yaşlı bir dilenciydi. Yıllar önce annesi, nikâhlı olduğu hâlde biriyle kaçıp gitmişti ve nerede olduğu bilinmiyordu. Kendisi de kırk yaşında, internette kedi köpek yavrusu satmaya çalışan ipsizin tekiydi.
Artık yedi aylık hamileydim. Bu hamilelikten kurtulma şansım çoktan bitmişti. Ailem tutucu bir ailedir. Hoş, tutucu olmasalar bile yenilir yutulur bir şey mi benim durumum? Hele ağabeyim kesin öldürür beni. Kimseye anlatamadım tabii. Hamileliğimi gizleyemez hâle gelince, Mudanya’da fason perde dikişi yapan arkadaşımın sipariş yoğunluğu nedeniyle yardıma ihtiyacı olduğunu, iki ay onda kalacağımı söyleyip evden ayrıldım. Doğuma pek az bir süre kaldı. Ölüp kurtulmalıyım ama nasıl?”
Şaşkınlıkla dinleyen Melike, sevinç hissine kapılsa da belli etmemeye çalışarak en kederli yüz ifadesini takındı.
“Seni anlıyorum. Durumun zor ama Allah verir bir çaresini. Belki de çare ayağına geldi.”
“Nasıl yani?”