Salondaki uğultu ve hareketlilik artınca, müdürler ve savcı zaten yakınında oturdukları kapıdan hızla çıkarak, iskelede hazır bekleyen bota binip âdeta kaçtılar. Yine eski mahkûm Ali, herkesi ikna ederek ortamı yatıştırdı.
Hüseyin: “Ali ağabey, niye engelledin?”
“Bu işin sonunda hepimiz paket* oluruz.”
“Yahu sen dünkü mahkûm musun? Buradaki tüm mahkûmların her hâlükârda paket olacağını, tavrın nedeniyle yalnız senin burada kalacağını bal gibi biliyorsun.”
İdare hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Sudan bahanelerle eski mahkûmlar bir bir kapalı cezaevlerine, “paket” denilen şekilde sürgün ediliyordu. Yine bir mahkûmu kapalı cezaevine gönderebilmek için bir bahane bulamayan gardiyanlar, “memura güldü” diye tutanak tutmuşlardı.
Sonunda sıra Hüseyin’e gelmişti. Hüseyin üniversitede okuduğu için, Bursa’dan İmralı’ya dönmek üzere Mudanya’daki cezaevi temsilciliğine teslim oldu. Kendisinden sorumlu gardiyan İmralı’ya telefon telefon açtı. Konuşmasının tonu gittikçe yükseldi. “Kardeşim, yanımda duran adamın firarını nasıl vereyim? Allah’ınız yok mu sizin be!” diye bağırarak telefonu kapadı.
Hüseyin durumu anlamıştı. Bu namuslu gardiyan, mesleğini tehlikeye atarak dürüst davranmaya çalışıyordu. Ağabey, dedi Hüseyin, sen onlardan önce git savcılığa, firarımı ver. Sana zarar gelmesin, bana müsaade.
Gardiyan: “Olur mu öyle şey? Bu kanunsuzluktur. Hiçbir yere gitmeyeceksin.”
Hüseyin, memurla birlikte İmralı’ya döndü. Başına geleceklere değil, O insan evladı gardiyana üzülüyordu.
Akşam sayımından sonra arama yapıldı. Arama sırasında Hüseyin’in yatağı, kitapları ve eşyaları yere atılıp çiğnenmiş ve çay dökülmüştü. Eşyalarının o hâlini gören Hüseyin, idareye çıkıp “Böyle arama olmaz,” demesine fırsat kalmadan gardiyanların saldırısına uğradı. İyi bir dayak yedikten sonra, gardiyanlara saldırmak, idareye karşı gelmek gibi suçlamalarla tutanak tutulup hücreye atıldı.
Gardiyanlar, yediği dayaklarla beli sakatlanan Hüseyin’in hücresine, aynı koğuştan dört leşi** bulunan Nuri’yi getirip gittiler. Bu, garip bir durumdu. Normalde hücredeki mahkûmun yanına hiç kimse sokulmazdı.
“Hayırdır Nuri, seni niye buraya koydular?”
“Tahmin ettiğin gibi, işini bitirmem için.”
“Zaten hareket edemiyorum. Ne yapacaksan yap.”
“Olur mu ağabey? Beceremedim diye kızarlar, en kötü ihtimalle senin suç ortağın olarak beni de paketlerler.”
Birkaç gün sonra Hüseyin birinci müdürün karşısındaydı. Müdür çekmeceden, başka mahkûmların şahit olarak imzaladığı birkaç sayfa yazıyı çıkarıp masaya attı. “Sen kabul etsen de etmesen de ben seni bir şekilde paketleyeceğim. Cezaevinde örgüt kurmak ve silahlı suikasta teşebbüsten hakkında işlem yapacağız.”
“Olur mu öyle saçma şey? Bunları asla kabul etmem.”
Müdürün bir işaretiyle içeri PKK itirafçısı bir hükümlü alındı. Müdür, hâkî bir Map marka tabancayı masaya koydu. “Al bak bakalım Hüseyin. Senden çıkan silah buymuş.”
Hüseyin anlamıştı. Silahta parmak izi çıkarsa hiçbir savunması kalmayacaktı. “Müdür bey, ben silahlardan anlamam,” diyerek silaha dokunmadı. Bunun üzerine müdür, silahı masada bırakarak odadan çıktı. Silahı alan PKK itirafçısı mahkûm, namluyu Hüseyin’e çevirdi; “Ya bunları imzalayacaksın ya da kafana sıkarım.”
Hüseyin bir an düşündü. Silah boş olabilirdi ama dokunursa parmak izi çıkacak, doluysa da ölecekti. Her koşulda kaybeden, Hüseyin olacaktı. Tamam, dedi Hüseyin, kâğıtları verin, imzalayayım.
Bu imza ile Hüseyin, müdüre ve başmemurlara silahlı suikast yapacağını kabul etmişti. İtirafçı PKK’lının yardımıyla, Hüseyin lider, diğer yedi mahkûm silah sorumlusu, haberleşme sorumlusu vs. şeklinde eklemlenmişti.
Devam eden süreçte, her ne kadar savcılık bu örgüt işini inandırıcı bulmayıp takipsizlik verdiyse de Hüseyin çoktan kapalı cezaevinde “isyancı mahkûm” olarak çile çekmeye başlamıştı.
* Paket: Hükümlülerin aleyhte bir üst yazıyla ve aceleyle daha disiplinli ve uzak cezaevlerine dağıtılması.
** Leş: Öldürdüğü insan sayısı.
Karkıda bulunan: Mustafa KARAGÖZ ✓