Yazarlar

Sudan muhabbetler

post-img
Ve “hasılı, Bursa sudan ibarettir” demiş Evliya Çelebi kentimizi anlatırken. Uludağ’ın sisli doruklarındaki buzullardan nehir nehir, ırmak ırmak fışkırıp bir Anadolu kadını kadar bereketli Bursa ovasına ulaşan ve vücut bulduğu 4 buçuk milyar yıl öncesinden bu yana kimi vakit katı, kimi vakit gaz halindeyken, bazen de sıcak, demli, tavşan kanı bir çay olup sıcak sıcak içimizi ısıtan, 2 Hidrojen, 1 Oksijen atomundan oluşmuş o kadim varlık yani, su; gerçekten unutmuşum, meğerse ne kadar zormuş, ne kadar ızdırap vericiymiş 3 günlüğüne de olsa senden ayrı kalmak! “BUSKİ’nin bakım çalışması var, suyunuz 2 gün kesilecek” dediler hain kediler! Her yere 2’nci günün gece yarısında verildi ancak benim oturduğum bölgede süre 1 gün daha uzayınca suya olan hasretimiz artık dayanılmaz hale geldi. BUSKİ yöneticileri güzel bir otomasyon sistemi kurmuşlar, telefon edince size “önünüzde suya dair derdi bulunan kaç insan bulunduğu ve sıranızın kaç dakika sonra geleceği” filan bildiriliyor; bildiriliyor da az sonra karşınıza çıkacak görevliye “çeşmelerin artık ne vakit faaliyete gireceğini” sorduğunuzdaysa yanıt alamıyorsunuz bir türlü, onlar da bilmiyorlar çünkü! Bilmezdim evimde gürül gürül akan suların bu kadar güzel, onun yokluğunda kelimelerinse kifayetsiz olduğunu, bu derde düşmeden önce.  Aman, aman, aman, en sonunda geldi de kurtulduk. Sanki Kerbela’ya düşmüşüz gibiydi, o kabus neydi öyle! Her zaman söylerim, pek çok açıdan şanslı bir neslin mensuplarıyız. Örneğin eskiden, çok da uzun olmayan bir zaman dilimi önce evlerin içinde su yokmuş biliyor musunuz? İnsanlar su ihtiyaçlarını en yakın çeşmeye gidip testilerini doldurarak giderirlermiş. Orada beklenen kuyruk sırasında sohbetler edilir, gizli aşklar yaşanır, vuslatlar gerçekleşirmiş. Annem hala anlatır, Keles’te henüz gencecik bir kızken Hatıp (Hatip) Pınarı’ndan su taşıdıkları günleri. Benim çocukluğumdaysa kışın aşırı soğuklardan ötürü evimize su getiren boruların mıh gibi donduğunu, rahmetli babamın da sık sık pürmüzle ısıtarak içindeki buzu eritmeye çalıştığını anımsarım. Irgandı Köprüsü’nün hemen yanında bulunan Bursa’daki ilk evimizde de su yokmuş ilkin. O eski Rum evinin ön avlusunda kocaman mermer kaideli, yine Marmara Adası mermerinden yapılma büyükçe bir yalağı olan bir çeşme vardı; hala çok özlediğim, burnumda tüten o büyük ahşap yapının helası da yine aynı bölümde, ön bahçede bulunurdu. Arka taraftaysa önümüzden gürül gürül Gökdere akardı. Geceleri derenin karşısındaki Rüya sinemasından yataklarımıza dek ulaşan film sesleri ve hele hele kış geldiğinde iyice azan Gökdere’nin gümbürtüsü de hala kulaklarımda yankılanıp durur. Yaşamımız için vazgeçilemeyecek kadar kıymetli olan suyun aynı zamanda da bu kadar tehlikeli ve korkunç olabileceğine ilk defa orada o  gün şahit olmuştum. Günlerden beri hiç durmaksızın bardaktan boşanırcasına sürekli yağan yağmura baharla birlikte Uludağ’daki eriyen  kar suları da karışınca dere yatağından akan kısım dakika dakika yükselmeye başladı. Önce dehşet içerisinde asırlık söğüt ağaçlarının köklerinden sökülerek sürüklenip gittiklerine şahit olduk. Ardından önce arka bahçemizin önündeki erik ağacını, sonra da up uzun taş duvarı koparıp aldı sel suları. Devamında, daha yukarıdaki Devlet Su İşleri Müdürlüğü’nün park alanından önüne katıp sürüklediği tam 11 adet otomobilin kibrit kutusu gibi önümüzden kayarak hızla aşağıya doğru gözden kayboluşunu izledik. Ve yine eğer o gün çok değil, bir 10 dakika kadar daha aynı tempoda sürseydi çılgınca yağan yağmur, bilin ki Gökdere’nin kıyısında bir tek ev dahi kalmayacaktı! Evlerinden birbirlerine suların aktığı, dünyada eşi benzeri bulunmaz bir güzel, bir kadim şehirdir Bursa. Eski kalede buz gibi kar suları Osmanlı konaklarının içinde bulunan kanallar vasıtasıyla kilerleri dolaşarak oralarda “buzdolabı etkisi yaratırmış” biliyor musunuz? Şimdilerde o suyun pek çoğu kayıp! Ama bir kolu hala yer altından Çakırhamam’ın külhanına, oradan da Ulucami’nin içindeki şadırvan ve bahçedeki abdestliğe gider. Ve dahi o abdestliğin hemen altındaki şimdilerde “gümüşçüler hanı” olarak kullanılan hamamın suyunu da çok eskiden bu hat karşılarmış. Her mahallesinde mutlaka bir kaç çeşmesi bulunurdu eski Bursa’nın. Sıcak yaz günlerinde kurnalarına ağızlarımızı dayar, kana kana su içerdik oralardan. Hiç kimse su için para istemezdi kimseden. Ve yine “işemek” de bedavaydı o yıllarda, camilerin helalarında rahatça bedelsiz şekilde yapılıveren. Şimdi su parayla, abdest gidermek parayla ve dahi kentin bir köşesine arabanızı beş dakika park etmek de parayla. Zaman içerisinde “hava parası” da alınırsa gelecek kuşaklardan, hiç kimse şaşırmasın sakın! Uludağ’dan, Bursa ovasına tüm yıl boyunca gürül gürül akan yer altındaki su deryaları çok uluslu yabancı şirketlere peşkeş çekilmiş vaziyette ve onlar da Bursalıların suyunu yine Bursalılara parayla satıyorlar! Sadece Bursalılara mı? Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da yaşayanlara da. Hele hele o Kestel’deki Coca Cola firmasının şekerlendirerek tüm dünyaya pazarladığı tırlar dolusu suyumuzun haline oldum olası çok üzülürüm; acaba kaç para ödüyor ki bunun için devletimize? Bursa’da üretim yapan pek çok su şirketi var. İyi de, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bir yan kuruluşu olan Burfaş işlettiği tesislerde burada şişelenenler dururken, ta İstanbul’dan getirilen “Hamidiye” markalı, son derece kötü, o yalabık suyu niye satar mesela?!. Çıkar dünyası, var her halde birilerinin bu işte bir menfaati ama insanların yiyecekleriyle ya da içecekleri suyla oynayanları Allah sevmez! Yer altından çekip, boyahanelerinde zehirledikten sonra yine yer altına ya da derelere boşalttıkları kirli suyla ovayı veya o derelerin kavuştuğu güzelim Marmara Denizi’ni öldürenleriyse hiç sevmez. Kızar onlara, kazandıkları paracıklarını huzur içinde yiyemezler; zehir olur! Ben diyorum ki, “belediyeler eskiden olduğu gibi yine her mahalleye bir sürü çeşme kursalar, hatta bunların masraflarını ölmüşlerinin ruhuna bir Fatiha isteyen Bursalılar yapsa, kaidelerine de “yitirdikleri kişilerin hayratıdır” diye yazılsa, ne güzel olur değil mi?” BUSKİ’nin vardı geçmişte öyle bir çalışması ama unutulup gitti mi ne? Oradan geçerken bakın, Heykel’de, Kent Müzesi’nin hemen arkasındaki Hacılar Camisi’nin, Eceler Sokağa çıkılan yanında kurnalarından hala suyu akan mermer işli çok güzel bir çeşme vardır. Ah be eskiler, her şeyi bu kadar mı güzel, bu kadar mı estetik ve de zarif yapardınız siz, kurduğunuz binalardan giysilerinize, aslan ayaklı masalarınızdan, çeşmelerinize dek ürettiğiniz her şey bu kadar şahane nasıl olurdu? Vamtes’in içerisindeki asırlık ağaçların gölgesinde insana huzur veren ve mermer fıskiyesi hala çalışan o büyük havuzu da çok severim mesela. Melih Gökçek’in “fışkiyesini” kim kırmıştı hakikaten? Bu arada, Altıparmak Caddesi’nin alt tarafına 800 küsur bin lira ödenerek yaptırılan ve suyla çalışan sallabaş heykellerden birinin başındaki fıskiye de bozulmuş, hala belediyeden hiç kimse farkında değil, haberiniz olsun! Sadece soğuk değildir bu güzel kentimizde akarak aynı zamanda şifa veren 4 buçuk milyar yaşındaki sular, kaplıca ve ılıcalarıyla da çok çok zengindir Bursa. Ama ben yine de vatandaşa “içilebilir” diye sunulan çeşme suları dururken BUSKİ yetkililerinin makam odalarının bulunduğu katlara niye üzerlerinde damacanalar bulunan su sebilleri koydurduklarını anlayabilmiş değilim doğrusu? Kandırıkçı olmasınlar sakın! “Su akar, Türk bakar” lafı meşhurdur, bilirsiniz? Ne iyi ki, son yıllarda sular yine akmayı sürdürüyor ama Türkler eskiden olduğu gibi artık karşıdan öylece bakmıyor! En küçük bir doğal kaynak bile kurulan hidroelektrik santraller vasıtasıyla enerjiye dönüştürülüyor günümüzde. Yapılan güzel bir iş gördüğümde ben de seviniyorum. Bu gün BUSKİ yöneticilerini çok dürttük ama kent içerisinde koca koca borulardan boşu boşuna akıp duran suyu da kullanarak elektrik üretme girişimleri hakikaten pek hoş doğrusu; kutluyorum. Bu gün bir parça “su”dan söz ettik hep birlikte. Sizin ve sevdiklerinizin ömürleri su gibi uzun ve onun kadar aziz olsun. Bir de “havadan civadan” muhabbetler dolaşıyor kentimizde! Güya, “Mustafa Gültekin’in yazılarına son verilmesi Kültür AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Rıfat Bakan’ın siyasi baskısından ötürüymüş, kendisi hakkında kaleme alınan bir yazıya sinirlenmiş Rıfat Bakan!..” Birincisi, tanıyıp bildiğimiz Rıfat Bakan asla o tıynette birisi değildir yani, ne kadar üzülürse üzülsün böyle bir nezaketsizliği katiyen  yapmaz. İkincisi de Yeni Marmara Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Efe’ye böyle bir baskı yapılamaz, derhal ters tepip en ağırından karşılığını verir çünkü! Gültekin’le bir süredir başka bazı sorunlar yaşadıklarını ben çok iyi biliyorum. Olsun, Mustafa da başka yerde yazmaya devam eder, ne olacak yani?.. Diğer bir ifadeyle bu öküzün altından buzağı çıkmaz! Peki ne çıkar? Gazetenin çok sıkı takip edilip okunduğu, Yeni Marmara’da yaşanan her olayın haber niteliği taşıdığı ve artık bu kentte çok önemli bir ağırlığa sahip olduğu gerçeği elbette! İşte onun de içi su dolu kaynayan kazana değil, yine Bursa’nın özel  karelerinden “cici bici muhallebicisine” daha doğrusu, spesiyal ürünlerinden olan “su muhallebisine” bakın siz! Tahinli pidesi ya da cantığı kadar ünlüdür bizim su muhallebimiz. Üzerine gülsuyu ve şekerden üretilmiş kıpkırmızı o lezzetli şerbeti ve rendelenerek ufalanmış bolca buz parçacıkları dökülür. Sıcak yaz günlerinde nasıl da iyi gelir, serinletir insanı. “Su şehri Bursa” yazısının üzerine de tatlı olarak çok iyi gider su muhallebisi. Hadi afiyet olsun.  

Diğer Haberler