Yazarlar

Tahtakale meselesi

post-img
Tahtakale, Bursa’nın en az Bursa kadar eski çok özel mekanlarından biridir. Sadece dağdakilerin değil, civar köylerde yaşayanların da ürünlerini getirip, bundan binlerce sene önce dahi kale içinde yaşayanlara sattıkları bir yerdir Tahtakale. Bu kentin ilk Pazar yeridir. Haftanın belli günlerinde kurulur, kalede yaşayanlar dışarı çıkarak ihtiyaçlarını görürler, sonra da kapılar kapanır, herkes evine dönerdi. Şehrin büyüyüp gelişmesiyle daha çok dağ köylüleri getirmeye devam etti ürünlerini. Daha evvel ulaşım at ve eşeklerle sağlanırken Keles’e, Orhaneli’ye giden minibüs ve burunlu otobüsler oradan kalkardı bundan kısa bir süre önce. Araçların tepelerindeki bagajlarda gelirdi sepetler dolusu mis gibi kokan çilekler, çuvallarla taze fasulyeler, patatesler hatta, oraya bağlanmış koyunlar, keçiler… Şehirde yaşayan tüccar sabah erkenden bu vasıtaların gelişini bekler, köylünün elinden parasını peşin verip aldığı ürünü sonra üzerine kar koyup satardı eskiden. Beklemezdi, bekleyemezdi köylü, aynı gün aynı araçla dönmek zorundaydı çünkü. Tahtakale’deki pek çok han ve konaklama mekanının yanı sıra, meydana cepheli Bahar Oteli dedemindi. 70’li yıllarda yaz tatillerinde otelin çay ocağında yardıma giderdim. Haftada sadece bir gün uğrardı rahmetli dedem İsmail Ekmekçi o da hesabı almak için; Recep abi yapardı müdürlüğünü, ocakçının yanı sıra bir de çingene kadın vardı otelin temizliğiyle uğraşan, esmer, kara kuru, ağzında sadece onlar da önde iki diş bulunan, başı yazmalı, şalvarlı bir kadındı Ayşe teyze. Günahı boynuna, adı çıkmıştı Recep abiyle ama hiç kimsenin umurunda değildi bu. Özenle limon sürüp arka cebinden çıkardığı dişli tarağıyla geriye doğru taradığı kırlaşmış saçlarıyla bir janti ihtiyar delikanlıydı Recep abi. Tam 13 artı 1’in prim yaptığı Spor Toto oynardı her hafta. Oruç tutulan Ramazan günlerinde bir çay tepsisinin üzerine iki saat önceden hazırlamaya başladığı çoban salatayı en sonunda sirkeyle taçlandırarak koyardı Bahar Oteli’nin lobisindeki sehpanın üzerine. Menüdeki tek yiyecek salataydı. Fırından sıcacık çıkmış ekmeklerden bir parça koparan acıkmış her insan aceleyle bandırırdı suyuna, kaşık kaşık yerdi sofradakiler, beş dakika sürmezdi koca tepsinin tükenmesi. Öğlenleri otelin yan taraftaki balkonunda fırından alınmış hamuru lokma misali parça parça küçük tüpün üzerindeki tavada kızartırdı Ayşe teyze, afiyetle yerdik, her yer lokma kokusu olurdu mis gibi. Asker olarak vazife yaptığı vatan toprağından yıllık iznini geçirmek için senede bir kez Bursa’ya gelen Yavuz dayım, Tahtakale’den minibüse binip, Keles’e gitmek üzere mecburen otele de uğrardı. Ve ata evine eli boş gitmemek için Tahtakale pazarından mutlaka sandık yaptırırdı. Manav, içerisini mevsimine göre mis gibi kokan turfanda domates, hıyar, marul, küçük kırmızı turplar gibi yeşilliklerin yanı sıra envai çeşit meyvelerle doldurup süslediği bir limon sandığının kapağını çekiçle yeniden çakarak hazırlardı müşterisi için. Ve asıl kadim Tahtakale Pazarı Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın seyyar satıcıların tezgahlarını kaldırttığı Bahar Oteli’nin ön tarafındaki meydan değil, arka tarafındaki geniş sahanlıktı. Epeydir gidemedim, geçenlerde Yeşil Bursa Eczanesi’nin sahibi Eczacı Oryal Kahraman’ın, “Belediye çok güzel restore etmiş” dediği pazara sık sık uğrar, o binlerce yıllık kokuyu derin derin içime çekerim ama… Mustafa Dündar hem doğru, hem de yanlış yaptı bana göre! Daha doğrusu işi bilmeyen birileri yanlış yaptırdı O’na sanki. Sosyal medyadaki anti sosyal kitle Dündar’ı “dağlı düşmanı” ilan etmeye kalkınca “doğru kararından” geri adım atıp, seyyar satıcı nineyi ziyaret etmekle hata etti bence Osmangazi Belediye Başkanı!.. Çünkü o nine ve onun gibi pek çok insanın “her gün” tezgah açıp ürün sattıkları yer Tahtakale Pazarı değil, herkesin kullanımına açık Tahtakale Meydanı’ydı! Ve artık işin o kadar çok b.kunu çıkarmıştı ki bu insanlar, onların koyduğu sepet ve sandıklardan yürümeye yol kalmamıştı vatandaşa. Eskiden günü birlik minibüslerle getirirlerdi köylüler ürünlerini ve her gün gelmezlerdi. Yiğitalili bu kadınlar o meydanı kendilerine tezgah bellemişler, her gün geliyorlardı! Üstelik “Yiğitali” dediğin köyün “dağla” filan bir ilgisi yok, İnkaya’nın az üstü, Bursa’nın içi artık! Heykel önünde pazarcı tezgahı açabilir misiniz? Aynı şeydir Tahtakale Meydanı’nda yapılan şey! Pazarcı ninenin yaşı 80’miş, 90’mış ne fark eder? Her gün onu oraya getirip götüren birileri de var arkasında sonuçta! Anlaşılan Mustafa Dündar’ın “halkla ilişkileri” iyi yönetilemiyor. Yiğitalili nine ve yanındakilerin tezgahlarını oradan kaldırmakla birlikte ürünlerini en baştan kamyonete yükleyip depoya götürmeyecekti Osmangazi Belediye Zabıtası. Peki ya ne yapacaktı? Baskılar üzerine sonradan teslim etmek yerine alıp, nineyle birlikte  köye bırakacaktı! Yapılan doğru bir işi, yanlış bir iş yapan kadının köyüne gidip elini öperek bozmayacaktı Mustafa Dündar. Hele hele “Bundan sonra sen satabilirsin” demek gibi beylik bir laf asla etmeyecekti! Yenişehirli ninenin ondan ne farkı var canım? Görünüşe göre “sokak işgalleri” konusunda bir mücadele içine girmeye niyetli Mustafa Dündar. Onun için de bir-iki adım daha attılar geçen hafta. Ulucami’nin batı kapısının bulunduğu sokaktaki esnaf tecavüzlerini de engellesinler bari. Yoksa, Yiğitalili nineye yapıldığı gibi “çifte standart” oluyor bu durum ve hakkaniyetle bağdaşmıyor! Tahtakale Meydanı’ndan, Pınarbaşı’na doğru çıkan yokuşun sol tarafında “Helvacı Aceleci Bacı’nın” yatırı vardır. Halk arasındaki inanışa göre bir dileği olup da “Aceleci Bacı’ya” helva adayan herkesin bu arzusu tez vakitte gerçekleşirmiş! Ancak adak gerçekleşir gerçekleşmez niyet edilen miktar kadar helvanın götürülüp, yatırın penceresine hemen konulması gerekiyormuş ki, oradan geçen insanlar alıp yiyebilsinler! Osmangazi Belediyesi’nin sokak işgallerini sona erdirebilmesi dileğiyle 1 kilo tahin helvası adıyorum Aceleci Bacı’ya! Bakalım becerebilecekler mi?

Diğer Haberler