Yazarlar

Tayyip Erdoğan’a şapka çıkarıyorum

post-img
1980 öncesinde gençliğinde, daha doğrusu yaşamının cahiliye döneminde “Kurtuluş” hareketi içerisinde bulunan, kendilerine polis süsü veren elleri silahlı faşist katiller tarafından kaçırıldıkları Uludağ’ın yamaçlarında bir gece yarısı 3 kişiye düzenlenen toplu infazda bir arkadaşı üzerine boşaltılan onlarca mermiyle can verirken, bir diğer arkadaşı da vücudundaki 9 kurşunla kurtulan, o dehşet anının izlerini hala taşıyan şanslı 2 kişiden biriyim. Kurtuluş, Kürt hareketine en çok destek veren sol siyasi oluşumların başında gelirdi o sıralar. Bizde, sabaha karşı çıkılan duvar yazmalarında “Halkların kardeşliğinden” başlanılıp, “Kürdahara Azadi” ve “Bıji yek Gulan”a varıncaya değin Kürtçe sloganlara da yer verilirdi çoğu zaman. Türkiye’deki sosyalist sol Kürt hareketini, daha doğrusu diğer uluslar gibi Kürtlerin de kendi kaderlerini tayin hakkını savunup, bu uğurda gencecik fidanları feda ederken, 1980 sonrasında doğu ve güneydoğuda adına Apocular denilen bir grubun o bölgedeki sol örgütlere mensup Türk ve Kürtlere karşı bir soykırım hareketi başlattığını, tamamını öldürüp yok ederek bölgeyi kontrolü altına aldığını dehşet içerisinde izledik daha sonraki yıllarda. Oysa hani biz kardeştik; hani yaşasın halkların kardeşliğiydi?!. Pek çok sosyalist önce Apocuları sonra da PKK’yı bir sol Kürt kurtuluş hareketi sandı yıllarca, kim bilir belki hala öyle sananlar da vardır. PKK’nın başında dünyanın eroin ticaretini yönlendiren ve milyarlarca doları indiren savaş baronlarının bulunduğuna inanmadı, inanamadı pek çok kimse. PKK’yı yönetenler kimin kucağı müsait, sıcak ve kârlıysa oraya oturuyorlar, bazen şimdiki Beşar Esad’ın babası Hafız’dan destek alarak onun talimatlarıyla Türkiye’yi zayıf düşürürlerken, bazen İran’ın, Rusya’nın, Çin’in, Almanya’nın, Amerika’nın ve dahi Fransa’nın derin devletleriyle yaptıkları pazarlıklarda, büyüyüp palazlandıkları bu topraklara hainlik ediyorlardı. Bir vakitler biz “salakların” yaptığı gibi onları birer özgürlük savaşçısı sanan Kürt gençler de ya Kandil’e savaşıp ölmeye gidiyor ya da karıştıkları terörist eylemler sonucu zindanların dibini boyluyordu. Yabancı istihbarat örgütleri en büyük müşterisiydi uluslar arası kırmızı fenerli sokaktaki PKK hanesinin. Gerek Türkiye’yi yönetenlerin yıllarca uyguladıkları yanlış politikalar, gerek bu örgüte sürekli gelen yabancı destekler, gerekse ülke içinde bu işin rantını yiyen siyasetçi, asker ve bürokrat takımının yol vermesiyle yıllarca on binlerce Türk-Kürt gencimiz canından oldu, yüz milyarlarca dolarlık masraf ve kayıplarla bu memleket geri bırakıldı PKK sayesinde. Bu arada uyuşturucu ve silah paraları birilerinin cebine girmeyi sürdürdü hiç kuşkusuz. Gazetecilik yaşamım boyunca da uzun yıllar barışı, ateşkesi savundum. Pek çok hümanist insan gibi tek arzum vardı her iki taraftan da insanlar ölmesin, artık yeni kayıplar verilmesin. Bu uğurda yıllarca İnsan Hakları Derneği’nin sesi olmaya çalıştım. Oysa ortada garip bir durum vardı. Kürtler, öne çıkarılan Kürt analar her kış gelişinde barış istiyorlar, İHD “İlle de barış” toplantıları düzenliyor, gelin görün ki soğuk mevsimini lojistik yığınak yapıp, dinlenerek geçiren PKK’lılar gelen baharla birlikte karakollara hain ve canice pusular düzenleyerek onlarca Mehmetciği katlediyorlardı. Mertçe süren bir savaş değildi bu. İki yüzlülük vardı, riya vardı, cinayet vardı, ihanet vardı. Nedir açılım? Ne istiyorsun? Dil mi? Verdi. Okul mu? Verdi. Televizyon, radyo mu? Verdi. Tayyip Erdoğan bunların hepsini verdi. Soruyorlar: Daha başka ne istiyorsunuz; devlet kurmak mı, ayrılmak mı? “Hayır efendim” diyorlar, “ne münasebet. Biz öyle bir şey istemiyoruz!..” O zaman PKK ağaları Türkiye’nin gelirinden kendilerine pay isteyecekler, geriye başka bir şey kalmıyor çünkü. Ee devlet de kurmak istemiyorlar/mış. Saf Kürt milliyetçileri böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde avaneleriyle birlikte en tepelerde yer tutacak olan PKK baronları tarafından ne kadar ezilip, sömürüleceklerinin farkında bile değiller hâlâ!.. Hepimiz kızdık, tepki gösterdik. Devlet APO’yla görüşür müydü hiç, Kandil’deki PKK baronlarıyla görüşür müydü?!. “Görüşen şerefsizdir demeseydi hiç sorun yoktu aslında. Görüşürdü tabii… Doğu Roma’nın, Bizans’ın mirası üzerine oturmuştu bu coğrafya da bu devlet. Bilinen 10 bin yıllık yazılı Türk tarihinin, Selçuklu’nun, Pers’in devlet geleneğini de yanında getirmiş, 600 küsur yıl boyunca ne isyanlar, ne ihanetler yaşayıp, zaman içinde bunların her birini bir güzel bertaraf etmeyi başarmıştı işte. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu gün bir açıklama yaparak Türk ordusunun Kobani’ye gidip, oradaki Kürt kardeşlerimizi IŞİD’in elinden kurtardıktan sonra geri dönmesini teklif etmiş. Kemal bey kusura bakmasın ama kendisi bu süreci iğne ucu kadar bile anlamamış ve dahası artık anlaması da pek mümkün görünmüyor. Bırakın CHP’ye genel başkanlık yapıp, ülke idare etmeyi, hakikaten özellikle bu son önerisinden sonra yazarınız da kendisinin “genel müdürlükten” öteye geçemediğini, geçemeyeceğini düşünenlerin arasına girmiş durumda. Mesleki, özel ve siyasi yaşamım AKP’yi, Recep Tayyip Erdoğan’ı kıyasıya eleştirmekle geçti. Fakat geldiğimiz şu noktayı görünce diyorum ki, bin kere helal olsun kendisine! Abdullah Öcalan’ı kullanarak PKK’yı, PKK’nın baronlarını ve destekçilerini afedersiniz öyle bir sinkaf etti ki Tayyip Erdoğan, bin kere şapka çıkarıyorum. Önce barış dedi, açılım dedi… Kültürel özgürlükler çerçevesinde ne kadar ne gerekiyorsa yaptı ve de verdi… Açılımı daha da geliştirme söylemiyle Kürtlerin desteğini alıp, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu… Onun öncesinde yıllarca PKK’ya kamp, para ve destek veren ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin defalarca bir kenara not ettiği Esed Rejimi’ne karşı aynı yöntemle bu kez IŞİD’i destekledi. MİT vasıtasıyla APO’yu şişirdi. Bu arada Öcalan kendisini Türkiye’yi ve Kürdistan’ı yöneten biri sanmaya başladı. Apo vasıtasıyla “Şu an açılım sürüyor. Orada yapacak bir işiniz yok. Gidip kuzeyinde Kobani’yi merkez alıp, aynen Barzani, Talabani gibi kanton bir bölge oluşturun” denilerek, Kandil’deki eğitimli ve savaş tecrübesi olan PKK militanlarını ağır silahlarıyla birlikte Suriye’ye yollattı. Sözde rehine konsolosluk görevlilerini özellikle teslim almayarak batı ülkelerine “IŞİD’e karşı ne yapabilirim, ellerinde rehinelerimiz var” taktiğini uyguladı. Ve en sonunda ani bir hareketle silahlı güçlerinin çok önemli bir kısmı Kobani’de bulunan PKK’nın etrafı IŞİD militanları tarafından sarılarak, temizlik harekatı başladı. Türkiye’nin sınırlarını açıp, ülke içinde bulunan militanlara buyrun Kobani’ye savaşa, yardıma gidin demesi, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “Kandil yan gelip yatma yeri değildir” şeklindeki alaycı göndermesi, AKP yönetiminin bu oyunu ne kadar ustaca oynadığının küçük birer işareti sadece. Geçen gün arkadaşlarla aramızda konuyu tartışıyorduk. IŞİD’in içerisinde önemli sayıda MİT elamanı bulunduğu konusunda hemfikirdik hepimiz. Siz bakmayın başka bölgelerde çekilmiş görüntülerle desteklenen bilgi deformasyonlarına… Kobani’de öldürülenler masum Kürk halkı değil Sayın Kılıçdaroğlu, orada temizlenenler bizzat Türk, Kürt, öğretmen, polis, asker katili PKK unsurlarıdır ve görünen o ki büyük de bir darbe yiyeceklerdir AKP’nin sabırlı ve planlı devlet yönetimi sayesinde. APO’da şaşırıp kalmıştır bu işe. Türkiye’deki olayları yönlendiren üç-beş zavallı eşkıya bozuntusuna gelince… Sadece bu durum bile PKK baronlarının ne kadar çaresiz ve aciz durumda kaldıklarını, içinde bulundukları panik halini ifade eder ki, yukarıda anlattığımız tablonun da sağlamasını gösterir. Hiçbir şey demiyorum… Helal olsun diyorum ilk kez.

Diğer Haberler