İrtica konusundaki ciddi kaygılarıma rağmen açık söyleyeyim, Fethullah Gülen Cemaati’ne karşı özellikle yurt dışında kurdukları okullardan dolayı bir dönem sempatiyle bakanlardan biriydim ben de.
En basit haliyle, oralarda yapılan kültür paylaşımı bile Türkiye’nin geleceği adına çok önemli ve anlamlıydı.
Kaldı ki bu yapılar aynı zamanda işadamlarımızın o ülkelerle ticaret yapması için gerekli ortamı da oluşturuyor ve ülkemizin ihracat rakamlarına ciddi düzeyde katkı sağlıyordu.
Bursa’da ve Türkiye genelinde Gülen Cemaati’ne mensup pek çok insan tanıyorum. Şahsen tanıdıklarım arasında ülkesini, milletini, devletini sevmeyen bir tek insan dahi yok. Eğitim konusu başta olmak üzere cemaate iyi niyetlerle katkıda bulunan düzgün insanları elbette bir kenara koyarak, artık bu gruba ilişkin duygu ve düşüncelerimin daha da olumsuz hale gelmesini izliyorum kendi içimde her geçen gün.
Muhtemelen Pensilvanya’da rehin ve de koz olarak tutulan Fethullah Gülen başta olmak üzere pek çok kişiyi yanıltarak ülkemizin temelleri ve geleceğiyle fütursuzca oynayan CIA beslemeli kerameti kendinden menkul Türkiye ve bölge imamlarının bu milletin öz evlatlarına karşı kurduğu hain kumpasların farkına 2005 yılından itibaren varmaya başladım.
Deşifre olmamak için zamparalık yapıp, içki içmesi serbest bırakılan ordu içindeki casus cemaatçi subayları, sırf kendi adamlarına yer açmak için yalan, iftira ve sahte delillerle hayatları karartılan namuslu polis şeflerini, yine sahte delillerle suç dosyaları yaratmaya çalışan savcılarla iş birliği içindeki hakimleri, Ergenekonları, balyozları, atabeyleri görüp okudukça ben de nefret ettim bu insanlardan.
İstanbul’da sıfırlanan yüzlerce milyon doların vahameti bile, AKP Hükümeti tarafından devlette girişilen Fethullahçı avı ve temizliğinin yarattığı sevincin yanında gölgede kaldı!
“Aman” dedim kendi kendime, “bunları her yerden ancak bunlar söküp atabilir. Eskaza Kılıçdaroğlu ve Bahçeli iktidara gelse bırakın ayıklamayı, daha da güçlendirirler bunları!..”
Emniyet Genel Müdürlüğü eski istihbarat daire başkanlarından Sabri Uzun’un yazdığı “İn” isimli kitabı okuyorum şu sıralar.
İçeriğinde pek çok ismin yanı sıra Emniyet Genel Müdür Yardımcısıyken cemaatin polis imamlarının zulmüne uğrayan şimdinin İzmir İl Emniyet Müdürü, bir zamanların da Bursa Emniyet Müdür Yardımcısı Celal Uzunkaya’nın da adı geçiyor.
Daha önce 6 Şubat 2014’te yazdığım “Celal Uzunkaya’ya yapılanlar” başlıklı bir yazıda bu konuya dair yaşananları da kaleme almıştım.
Meraklıları aşağıdaki linkten okuyabilirler.
http://yenibursa.com/bursa-haber/yazarlar/mehmet-ali-yilmaz/celal-uzunkayaya-yapilanlar.html
Deniz Baykal’a komployu kimlerin nasıl kurduğunu, gizli kayıt yapılan evleri, Hrant Dink cinayetinin perde arkasını, MHP’li yöneticilerin seks görüntülerinin nasıl ve hangi yöntemlerle çekildiğini, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın suikast ihbarlarıyla korkutulup, nasıl yönlendirildiğini, kumpaslarda rol alan cemaatçi polis, hakim, savcı ve de gazetecileri ve bunlar gibi merak edilen pek çok konuyu bir istihbaratçı gözüyle toplumun önüne de seriyor Sabri Uzun.
Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan bu kitabı “esrar perdelerini aralamayı seven herkese” öneririm.
Yarınki yazımda kitaptan hayli çarpıcı ve önemli bir bölümü yayınlayıp, sizlerle de paylaşacağım ancak bir o kadar da düşündürücü kısa bir anekdot daha var ki bu günden yazmadan geçemiyorum.
Emniyet içerisindeki cemaatçiler hedeflerindeki herkes gibi bir yandan kendi meslektaşlarını da telefon dinleme, görüntü kaydetme, fotoğraf çekme, Messenger ya da mail trafiğini izleme gibi bin bir türlü yöntemle takip ederek yasal olmayan biçimde kayıt altına alıyorlar.
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun eşiyle birlikte bir düğüne katılmak üzere İstanbul’a gidiyor. Düğünden çıkışta da eşi ve kendisini alıp, kalacakları yere götürmek için Emniyet’in uyuşturucu ya da kaçakçılık istihbarat operasyonlarında ortama uyulması amacıyla satın alınıp da ajanların hizmetine verilen lüks ciplerden biri tahsis ediliyor.
İşte o akşam genel müdürlüğün üst dereceli imamlarından biri İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube’de görev yapan bir baş komisere talimat vererek “Uzun’un bu lüks araca binerken fotoğraflarını çekmesini” istiyor.
Bundan amaçlanansa daha sonra Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve İçişleri Bakanlıkları’na gönderilecek “yurtsever vatandaş” imzalı sahte ihbar mektuplarına bu fotoğrafları ekleyip, “devletin lüks aracını karısıyla birlikte keyfi bir şekilde kullanıyor” diyebilmek!
“Sabri Uzun’un fotoğraflarını çekmek için görevlendirilen bu cemaatçi baş komiser R.E’nin daha sonra Gezi Olayları öncesinde, Mayıs 2013’te Taksim Gezi Parkı’ndaki doğa eylemcilerinin çadırlarını yaktıran aynı müdür olduğunu” söylesem, sizler de benim gibi önce çok şaşırıp, ardından da polisin daha sonra gelişen gösterilere katılanlara karşı uyguladığı zalimane ve kışkırtıcı tutum sonucu, cemaatin gerçekte asıl amacının “yangına benzinle giderek” Tayyip Erdoğan’ı yine korkutmak olduğunu düşünür müsünüz acaba?