Ömrünün son yıllarında buzlu bir yolda yürürken kayıp düşüyor Vivian Maier, ondan sonra da iflah etmiyor.
Yaşlanana kadar tüm ömrü boyunca dadılık yapıyor Vivian.
Kocadığı vakit artık yetişkin birer insan olan, geçmişte bakıp büyüttüğü çocuklar tarafından tutulan o mütevazı evde yaşayıp giderken, elden ayaktan düşünce bir bakım evine yerleştiriliyor.
Evindeki eşyalarını da bir depoya kaldırıp boşaltıyorlar.
1926 yılında New York’ta başlayan yaşamı 2009’da Chicago’da sona erdiğindeyse borçlarının kapatılması için eşyaları açık arttırmayla satışa sunuluyor.
Açık arttırmaya katılan John Maloof’sa o sıralarda yazdığı bir kitap için Chicago ve New York’un eski fotoğraflarını arıyor.
Maier’in eşyaları arasından çıkan negatiflerle dolu bir koliyi satın alan Maloof, böylece Maier’in fotoğraflarını gören ilk insan oluyor.
İçinde yaklaşık 30 bin negatifin bulunduğu bir koliyi 400 dolara satın alıyor bu delikanlı.
Sanatsal kıymetlerini fark ettikten sonra da geriye kalan ne varsa toplamaya başlıyor.
Vivian’ın çektiği fotoğraflardan o kadar çok etkileniyor ki önce sanat galerilerine götürüyor onları.
Ölmüş birinin çektikleri galerileri yönetenlerin pek işine gelmiyor önce; yüz vermiyorlar çocuğa.
O da kalkıyor, aralarından seçtiği bazılarını İnternet üzerinden satışa sunuyor.
O kadar çok ilgi görüyor ki resimler, tanesi 100 dolara kadar hemen satılıyor.
Başlangıçta bunları çekenin kim olduğunu da hiç bilmiyor Maloof.
Birinin üzerinde “Vivian Maier” ismini görünce araştırmaya başlıyor ve ne yazık ki henüz bir kaç gün önce öldüğünü öğreniyor.
Sonra izini takip ede ede yaşamı boyunca çocuklara dadılık yaptığı, izin kullandığı günler elinde makinesiyle dışarı çıkıp gün boyu fotoğraflar çektiği bilgisine ulaşıyor.
Vivian’ın geçmişte baktığı, artık kocaman olmuş çocukları da buluyor bu arada.
On binlerce resim çekmiş bu gizemli kadın.
Çektiklerinin çok büyük kısmını karta bastıramadığı için kendisi de görememiş.
Kendisi görmediği gibi kimselere de göstermemiş!
Neden böyle yaptığı konusu tam bir muamma?
Yanında çalıştığı ailelerin mensupları onu “bazen çok tatlı, işinde çok iyi ama bazen de fazlasıyla huysuz ve sinirli biri” olarak tarif ediyorlar.
“Genel olarak ise içine kapanık, pek fazla konuşmayan, odasına kapanıp kimseyi içeri almayan birisi olduğunu” söylüyorlar.
Dadılık yaptığı bir ailenin evine yerleşirken istediği ilk şey odasının kapısına bir kilit takılması ve kendi alanına hiç kimsenin girmemesiymiş.
Vivian’ın yaşamını anlatan filmi izlerken bunu öğrenince insanın aklına “Kendine Ait Bir Oda” geliyor ister istemez hemen.
Kim bilir, beki de Virginia Wolf’tan etkilenip esinlenmişti bu yarı çatlak kadın.
Ev sahiplerinden biri o yokken bir gün giriyor içeriye odasına.
Ne görsün?
İçerisi neredeyse adım atılamayacak kadar çok sayıda gazete ve fotoğraf negatiflerinin bulunduğu kutularla doluymuş.
Her gün New York Times Gazetesi’ni mutlaka baştan sona okurmuş Vivian.
“Kadınların hiçbir şeyleri olmasa bile, entelektüel yaratıcılıkları için “kendilerine ait bir oda”ya ihtiyaçları vardır, çünkü kadın mutlaka kendini özgür hissedebileceği bir yere sahip olmalıdır. “
John Maloof, hayatını değiştiren bu büyük keşfi insanlara daha da tanıtmak adına geçen yıl “Vivian Maier’i Bulmak” adında bir belgesel yaptı ve bu belgesel geçtiğimiz şubat ayında da gösterime girdi.
İnternet’te de var.
İzlemenizi mutlaka öneririm.
Genç adam ayrıca en sonunda kendisini zengin eden bu Fransız kökenli Amerikalıyı daha iyi tanıtabilmek için “Vivian Maier: Sokak Sanatçısı” başlıklı, fotoğraflarının derlendiği bir albüm çıkarıp, New York’ta bir galeride çok ilgi gören bir sergi de açtı.
Eğer John Maloof olmasaydı, daha doğrusu o gün o müzayedede bulunmasaydı, çok büyük olasılıkla negatifler çöpe gidecek, Vivian Maier diye bir fotoğraf sanatçısının yaşadığı hiç bilinemeyecekti.
Hoş, eserleri sağlığında bilinseydi bile belki de baştan kıymet görmeyecekti.
Van Gogh tablolarının kendisi öldükten sonra milyonlarca dolar para edeceğini nasıl düşünebilirdi ki zaten?
Keza, yazdıklarının kıymeti ancak kendisi öldükten sonra fark edilen ama sefalet içinde yaşamış Bukowski?
Ermeni kökenli Türk Fotoğraf Sanatçısı Ara Güler’i, Bursa’da son gördüğümde etrafını BUFSAD (Bursa Fotoğraf Sanatçıları Derneği) üyeleri sarmış “iyi fotoğraf nasıl çekilir hocam” diye soruyorlardı?
Gülmüştü yaşlı adam, “ızdırap çekmeyin, fotoğraf çekin yeter” demişti gençlere!
Geçmişte çok güzel işlere imza atılan BUFSAD’ta şu ara büyük bir ızdırap çekiliyor!
Utku Kaynar ve yönetim kurulu üyelerinden yönetimi devraldıktan sonra derneği çok çok geriye götürdü İlhan Özer.
Özünde sanatçı ruhlu, iyi insandır ancak yöneticiliği beceremedi.
Önce geçmişte Osmangazi Belediyesi’nin karşılıksız olarak tahsis ettiği Irganlı Köprülü Çarşısı’nın karşısındaki Guraba-i Laklakhane’den çıkarıldı BUFSAD.
Nedeni belediye yönetimiyle iyi ilişkiler kurulup, proje üretilememesiydi.
Sonra, onun karşısındaki binaya kiracı olarak geçildi.
İşittim ki oradan da tahliye etmişler.
Bunun da sebebi, 200 bin liralık bir bütçeyle teslim edilen derneğin 2 bin liralık kirayı bile ödeyemez hale gelmesiydi.
Oysa, Türkiye’nin 2’nci büyük fotoğraf derneğiydi bu yapı.
Yönetimi Utku Kaynar ve arkadaşları tarafından devralındığında bir apartman katının daracık odasına sıkışmış olan BUFSAD, 30 üyeden 400 üye sayısına ulaştırılmış, Bursa’da artık geleneksel hale gelen Fotofest dahil pek çok seminer, kurs ve projeye imza atılmıştı.
Üzülüyorum böyle geri gidişler, kırılmalar yaşandığında.
Kim bilir, ileride belki de Bursa’yı, Bursalıları anlatan Vivian’lar, yeni fotoğraf sanatçıları çıkacakken, onların yetişip feyz aldığı bu kuş yuvası misali sıcak, güzel ve üzerinde emek harcanmış yapıları bozup dağıtmak niye?