Fatih Sultan Mehmet’in çilekeş oğlu Cem Sultan’ın hüzünlü hikayesini bilir misiniz?
Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid'in Timur'un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük acı hadise olarak görülür.
Kardeşi 2’nci Beyazıt’la girdiği taht kavgasında yenik düşen Cem Sultan Avrupa’da, Rodos şövalyeleri tarafından esir tutularak tam 14 yıl boyunca çile çekmiş, en son papanın elindeyken Fransa kralı tarafından kurtarılsa da daha önceden zehirlendiği için yolculuk sırasında hayatını kaybetmiştir.
Babaları Sultan Mehmet Han öldüğünde geriye meşhur kanunnamesine koydurduğu "her kimseye evladımdan saltanat müyesser ola karındaşlarını nizam-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulemâ dahi bunu tecviz etmişlerdir..." şeklindeki evlat ve kardeş katline cevaz veren hüküm kalmıştı.
Cem Sultan kardeşi Bayezid tarafından öldürüleceğini çok iyi biliyordu.
Onun için Konya civarından topladığı askerlerden oluşan ordusuyla önce kardeşininkini yenerek Bursa’da padişahlığını ilan edip, para bastırsa da bu durum ancak 20 gün kadar sürebildi.
Daha sonra hacca gitti ve ardından Mısır’a dek akıbetinden kaçmaya çalıştı Cem Sultan.
Ve kendilerine sığındıktan sonra onu yıllarca Sultan Bayezid’e karşı bir koz olarak kullanan batılıların elinde esir hayatı yaşadı.
Sultan şairler arasında duygularını ifade etmede en başarılı kişi Cem Sultan olarak görülür.
Kardeşi Bayezid’le yaptıkları şiirli haberleşmeleri çok meşhurdur.
Cem Sultan, ağabeyi Sultan İkinci Bayezid'e yazdığı mısralarında ona şöyle seslenir:
"Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan,
Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne"
(Sen gül döşenmiş yatakta neşeyle gülerek yatarken,
ben zahmet ve eziyet içinde küle batayım, neden?)
Sultan Bayezid’se ona şöyle yanıt verir:
"Çün rûz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet,
Takdire rıza vermeyesin böyle sebeb ne,
Haccacü'l-Haremeynüm deyüben da'va kılarsun,
Ya saltanat-ı dünyeviye bunca taleb ne"
(Bize ezelden saltanat kısmetmiş, sen ise kadere rıza göstermedin buna sebep ne,
hacca gittin kendini temizlemek davasına düştün, peki dünya saltanatı için bunca hırs ne?)
Cem 25 Şubat 1495’te vefat etti.
Bayezid kardeşinin cenazesini teslim etmeleri karşılığında istenen parayı vermedi.
Ancak aradan geçen 4 yılın ardından Napoli’ye savaş ilan edince naaşını bir gemiye yükleyerek Osmanlı’ya teslim ettiler.
Cem Sultan işte o gün bu gündür kentimizde Osmanlı’nın Bursa’ya kattığı son hizmet olan, dedesi 2’nci Murat’ın yaptırdığı Muradiye Camisi’nin bahçesindeki türbesinde, diğer kardeşi Mustafa’yla birlikte yatmaktadır ve orada büyük babasıyla da komşudur.
O Mustafa’nın, Hürrem Sultan’ın entrikaları sonucu babasının gönderdiği cellatlar tarafından boğularak öldürülen Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’yla hiç ilgisi yok, karıştırılmasın.
Yakındaki bir diğer türbede annesi Mahidevran Sultan’la neredeyse koyun koyuna yatmakta olan bahtsız Şehzade Mustafa da komşusudur Cem Sultan’ın ama...
Cem’in abisi, Fatih’in 3’ncü oğlu Mustafa’nın ölümüyse zamparalıktan ötürüdür!
Dönemin Vezir-i Azamı Mahmut Paşa, Şehzade Mustafa’nın kendi karısıyla gizli gizli buluşup kaçamak yaptıklarını öğrenince önce kadını boşuyor ancak, Fatih’in de ricasıyla tekrar nikahına alsa da bir daha dönüp yüzüne bakmıyor!
Tarihin bu sayfası hiç dillendirilmez …
İntikamını Mustafa’yı zehirleyip öldürerek alıyor Mahmut Paşa ve tabii o da sonra Sultan Mehmet tarafından katlediliyor.
Muradiye Cami ve avlusundaki türbeler uzun yıllardır devan eden ilgisizlik ve bakımsızlıktan ötürü parça parça dökülmüş ve artık neredeyse harabe hale gelmişti.
Ancak Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin özel ilgisi sonucu daha pek çok tarihi yapı gibi yeniden tamir ettirilip gelecek kuşaklara armağan edildiler.
Acının, hüznün ve insanoğlunun iktidar hırsının birer nişanesidir o türbeler.
Ve bir de ayrıca insanoğluna ders verircesine sözünü ettiğim taht hırsını içinde boğup öldüren, oğlu Sultan Mehmet’e iktidarı tam iki kez kendi elleriyle teslim etmiş bir büyük devlet adamı ve fatih, Sultan 2’nci Murat da yatar orada.
Vasiyeti gereği mezarının üzerinde toprak, o toprağın üstündeki kubbede de yağmur girebilsin diye bir açıklık bulunur.
Muradiye Külliyesi’nde yer alan türbeler İstanbul’daki Eyüp Sultan ve Semerkant’taki Şah Zinde türbeleriyle birlikte Türk-İslam Dünyası’nın en önemli anıt mezarlarından sayılırlar.
Dediğim gibi, o hüzünlü mekanların Kanuni Sultan Süleyman’ın Konya’da öldürttüğü oğlu Şehzade Mustafa, Fatih Sultan Mehmed’in Napoli’de sürgünde ölen oğlu Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim’in boğdurttuğu kardeşi Ahmet gibi talihsiz şehzadeleri konuk etmesinden ötürü Ahmet Hamdi Tanpınar onları “sabrın acı meyvesi” diye tanımlar.
Orada ayrıca Gülşah Hatun Türbesi, Saraylılar Türbesi, Hatuniye Sultan Türbesi, Mükrime Hatun Türbesi, Gülruh Sultan Türbesi, Şirin Hatun Türbesi ve Ebe Hatun Türbesi de bulunur.
Hadi yarın tutun çocuklarınızın elinden, Altepe’nin tamir ettirip, yıkılmaktan kurtardığı külliyeye gezmeye götürün?
Hem tarih konuşursunuz biraz onlarla, hem de insan hırsının acı meyvelerini anlatırsınız.
Türbeleri gezip, kitabelerini de okuduktan sonra lacivert ve firuze renkli altıgen çinilerle süslü Muradiye Camisi’nin içine de girin mutlaka.
Giriş kısmını minber ve mihrabın bulunduğu yüksekçe alana bağlayan merdivenlerde oturup, içerideki yüz yıllar öncesinden gelen huzuru hissedin.
Çıkışta 10 metre sonra tekrar camiye doğru dönüp yukarıya, minarelerine bakın?
Sağ taraftaki taş olanın orijinal halini koruduğunu, sol yandakinin de muhtemelen 1855 büyük Bursa depreminde yıkılıp yeniden yapıldığını fark edeceksiniz.
Şimdi bakışlarınızı biraz daha aşağıya doğru kaydırın?
O alınlığın üst kısmına nakşedilen süslemede kahverenginin o tonunun, mavinin güzelliğiyle birbirlerine ne kadar çok yakıştıklarını görüp, eskilerin estetik zevklerinin zenginliğine bir kez daha hayret edeceksiniz.
Biraz daha aşağıya baktığınızdaysa yine aynı alınlıkta tuğla kullanılarak oluşturulmuş birbirlerinden farklı muhteşem desenlerin güzelliği ve ahengi sizi büyüleyip mest etmeyi sürdürecek.
Şimdi artık tekrar geriye dönüp Asya ve Anadolu toplumlarında “hayat ağacı” olarak tanımlanan, hayatın bittiğini simgelemek için de mezar taşlarına ucu aşağıya doğru kıvrık biçimde resmedilen yaklaşık 300 yıllık dev servinin altında oturup çayınızı yudumlayabilirsiniz.
Çayları içtiniz, yorgunluğunuz gitti ama karnınız da iyice acıktı değil mi?
Şimdi hemen yan taraftaki Osmanlı mutfağından güzel örneklerin sunulduğu Darüzziyafe’ye geçin.
Benim önerim ana yemek hünkar beğendi, yanında bal şerbeti ve tatlı olarak da fukara keşkülü.
Hadi size afiyet olsun.