12 Eylül'ün ardından Cumhuriyet Halk Partisi'nin yeniden kurulduğu ilk yıllarda Hakan Aşlar başkanlığındaki Bursa İl yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyorum.
"Görev" dediğim, bir şey de yaptığımız yok hani!
Her haftanın başında Altıparmak'ta eski Yazıcıoğlu Sineması'nın altındaki apartmanda bulunan İl merkezinde toplanıyor, kısa bir görüşme yaptıktan sonra hep birlikte Kültürpark'taki Dörtler Restoran'a içmeye gidiyoruz!
Bu arada, Dörtler'in eski sahiplerinin işlettiği dönemde önce haşlanıp, sonra da tereyağında kavrulan işkembesinden çekti canım!
Uff! Nasıl da güzel giderdi yüz gram rakıya eşlik ederken öyle yumuşak yumuşak!
Kuzu tandırı da bir başka güzeldi Dörtler'in aslında...
Hele hele yemek sonunda önümüze gelen kaymaklı sakız kabağı!
Geçen gün Nilüfer Belediyesi'nin düzenlediği basın toplantısında Ercan'la (Akyıldız) yan yana oturduk.
"Napıyon, arada bir çekiyon mu" dedi iki lafın arasında?!.
Ercan gastede kapıyı yarım açık bırakıp tespih çekiyo, biz de bu pahalılıkta bulabilirsek eğer, arada bir kafayı çekip, ödediğimiz astronomik vergilerle her ay pek kıymetli imamlarımızın maaşlarını denkleştirmeye çalışıyoruz; n'apalım?!.
Her hafta toplanan CHP İl Yönetim Kurulu'nun toplantısı sırasında hiçbir zaman değişmeyen bir sahne vardı...
Merhum Gazeteci Yazar Necati Akgün ilk başta hemen söz alır, partinin debdebeli yıllarına atıfta bulunmasının ardından mutlaka ama mutlaka ağlamaya başlar, gözlerinden sicim gibi süzülen yaşları sildikten sonra yavaşça sandalyesinde uyumaya koyulurdu!
Zaten Necati abinin ikinci horlama seansı başladığı sırada da toplantı bitmiş olurdu!
O'nu arka odada daima bir hanım beklerdi:
"Eşi Beyhan Akgün."
Rüyasında CHP'nin tam iktidara geldiğini görürken uyandırılınca huysuzlanan Necati abinin koluna girerek usulca merdivenlerden indirmeye başlayan Beyhan abla, hepimizin sevgi ve saygısını kazanmış haza hanımefendi bir kadındı.
Necati Akgün eve doğru götürülürken bizler de Kültürpark'ın yolunu tutup, "Bu memleket nasıl kurtulur" sorusunun yanıtını bulmaya hazırlanırdık?!.
O sıralar henüz bilmiyorduk ki, bu memlekette yaşayan insanlar kendilerinin bizim tarafımızdan kurtarılmasını hiç istemiyorlardı aslında!
Beyhan abla geçen hafta kocasının yanına gitti...
Öte dünyada yataklı bir vagonda Şark Ekspresi'yle seyahate çıkan Necati abiyi artık daha fazla yalnız bırakmaya gönlü razı gelmemiş olacak ki, Beyhan abla da ahirete intikal etti sonunda!
Güzel bir ölüm bu...
Ölü güzel bir ölü...
Fakat böylesi erken bir yaşta aramızdan ayrılıp gitmek Türkan Genç'e hiç yakışmadı!
Yanağında gamzeleri olan güzel bir kızdı Türkan.
Gülmek O'na çok yakışırdı.
Sanki hep biraz kırgın ve küskün gibi yaşadı hayatı.
İnsanlara karşı mesafeli ve araya kalın duvarlar örmeye çalışan bir yaşam tarzı vardı.
O duvarların ardından bile bilirdik üniversite yıllarında yaşadığı büyük aşkını!
Çok sevmişti ancak, olmamıştı işte, kader kavuşmalarına rıza göstermemişti...
Bir daha aynı duyguları yaşayabileceğini hiç sanmıyordu.
Soyadı gibi "genç" yaşta ayrıldı aramızdan...
Cenaze törenlerini hiç sevmem!
Ölen için artık yapılabilecek hiçbir şey yoktur; yapılan seremoniler sadece geriye kalanlar içindir.
Millet birbirini görecek, gösteriş yapacak, "Bakın, ben de burdayım" diye etrafa hava atacak!
Cenaze çok yakını değilse eğer kişinin ya da hayatında önemli bir yer tutmamışsa, yapma bu riyakarlığı kardeşim, yapma!
Sosyal medyadan haldır haldır taziye mesajları yazan insanların acaba kaçı son 15 günde Türkan'ı arayıp da "Nasılsın" diye sordu?
Kaçı son aylarda oturup da birlikte yemek yedi?
Kaçı bir ihtiyacının olup olmadığını merak etti?
"Gazetemiz yazarlarından..." diye lafa başlayıp afili cümleler kurarak , hayatını kaybeden bir insandan bile rol çalmaya çalışanlar acaba, Türkan sağken emeğinin karşılığında ne kadar para ödediler?!.
Asgari ücret verdiler mi asgari ücret?
İnsan biraz utanır!
Çağdaş Gazeteciler Derneği'ymiş, pöh!!!
Hangi gün bir fon, bir sandık oluşturup işsiz ya da zorda kalan meslektaşlarınızın yanında oldunuz?
Hangi cemiyete, hangi hastaya, hangi öğrenciye iğne ucu kadar bir katkınız oldu?
Lokalde ucuz bira içip, içirmekten başka kime ne hayrınız oldu sizin?
Her yeriniz "çağdaş" olsa kaç yazar, meslektaşlarınızla dayanışma anlamında bir baltaya sap olamadıktan sonra!
Bu konularda "on numara beş yıldız" bir örgüt var o da Bursa Gazeteciler Cemiyeti...
Üyesinin kendi vefat ettiğinde mezar yerinin satın alınmasına dek, tüm hizmetleri karşılıksız veriyor Cemiyet.
Bir yakını vefat ettiğindeyse her türlü maddi manevi desteği sunuyor.
Bu konuda Nuri Kolaylı ve ekibini tek geçerim!
Şimdiye dek "iki acı kayıptan" söz ettim sizlere...
Şimdi "üçüncüsünü" paylaşıyorum:
"Ali Molla Salih!.."
Ancak O'ndan önce Yıldırım Belediyesi'nin görevden alınan diğer iki başkan yardımcısına değinmek istiyorum:
"Servet Hocaoğulları"
Belediye Başkanı Oktay Yılmaz'ın manevi rehberiydi; dini konularda ne vakit bir soruya yanıt arasa Yılmaz, hadislerle, menkıbelerle yanıtını O'ndan alırdı!
Halbuki bana sorsaydı ücret de almazdım!
İşte sadece bu nedenle "belediye başkan yardımcısı" yapılıp, "kültür" işlerinden sorumlu kılındı er kişi!
Hayatında resim, sanat, müzik, sinema, tiyatro olmayan, "heykellerin içine tüküren" bir zihniyetin mensuplarını kendine dost edinmiş Servet Hocaoğulları "kültürden" kastedilenin sadece "dini kültür" olduğunu sanınca, belediyenin konferans salonları da haliyle tekkeye dönüştü!
Bir keresinde Barış Manço Kültür Merkezi'nin camlarına yapıştırılmış söyleşi duyurularına şöyle bir göz atınca kendi kendime "Oktay Yılmaz herhalde asıl hizmeti öte dünyada yapmayı hedefliyor" diye düşünmüştüm?!.
Servet Hocaoğulları'nın bu yaklaşımını abartılı bulan Başkan O'nu önce alıyor, bu kez de "personelden sorumlu" başkan yardımcısı yapıyor!
Bu duruma çok içerleyen Hocaoğulları'nın yarası artık dikiş tutmuyor ve görüldüğü gibi son noktada patlayıveriyor!
Gelelim bir diğer başkan yardımcısı Fatih Polat'a...
Vaktiyle kendisini Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığına hazırlayan Ak Parti İl Eski Başkanı Sedat Yalçın, Fatih Polat'a da Yıldırım Belediye Başkanlığı donu biçmişti!..
Fakat gelin görün ki o donu giymek bir türlü kısmet olamadı Polat'a.
Oktay Yılmaz buna rağmen bir jest yaptı ve O'nu da başkan yardımcılığı koltuğuna oturttu!
Ancak, Fatih'in aklı hep o pazen dondaydı!..
Kendisini aslında gerçek belediye başkanı olarak görüyor, bulunduğu yerde kasım patı gibi kasım kasım kasılıyordu!
Aradan geçen iki yıllık sabır döneminin ardından o da "Tak sepeti koluna, hadi herkes kendi yoluna" denilerek görevden el çektirildi!
Tüm bu ayrıntıları belirtmezsem eğer, Oktay Yılmaz'a haksızlık etmiş olurum ki, yazarınıza yakışmaz...
Şimdi, zurnanın "zırt" dediği yere gelelim...
"Ali Molla Salih..."
Herkesin derdiyle dertlenen, bir sorunu, sıkıntısı olan her insana yardımcı olmaya çalışan bir insandır kendisi.
Bırakın acı kahveyi, birlikte espresso içmişliğimiz bile vardır!
Hatır bilir, gönül bilir, saygı bilir, sevgi bilir...
Osmangazi Belediyesi'nde bulunan kardeşi Orhan öyle değildir bak!
Telefonlarına bile çıkmaz insanların!
Bence Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, Ali Molla Salih gibi son derece sosyal ve çevreyle güzel ilişkiler kurmuş bir siyasetçiyi iyi değerlendirip, kendi politikasına uygun bir rotaya sokamadı!
Amma velakin...
Meranın çayırlısı, her şeyin hayırlısı!
Bu kentin senin gibi enerjik ve üretken insanlara her zaman ihtiyacı var Ali'ciğim...
Hatta uzun yıllardan beri kendisini yetiştirmiş siyaset adamlarına hasret çekiyoruz...
Bak şimdi, Hakan bey (Çavuşoğlu) üçüncü döneminin son 400 metresine girdi...
Pek yakında dinlenmeye alınacak.
O'nun yerine Balkan kökenli bir mebus olarak...
Ne kadar güzel olur, hatta dadından yinmez; senin gibi bir milletvekili Bursa'ya ne de güzel yakışır!
İşte o vakit az gider, uz gider, dere tepe düz gider, dolaşıp hatırını sormadık ne muhtar bırakırsın memlekette ne de aza!
Politikada herkesin başına gelebilir böyle bir kaza!
Eğer seçim olursa 2023'te yaza...
Gideriz birlikte aşıklar kahvesinde saza!