Gerçi günün birinde o sıra yaşadıklarımı da kaleme alıp sizlerle paylaşacağım ama CHP’deki adaylık maceram sırasında yanıma gelip de oy vermek için para isteyenlerin sayısını ben de unuttum!
Evet evet, yanlış duymadınız o kadar çok Osmangazi ilçe delegesi gelip de “kredi kartımın son taksitini öde, komşuya borcum var bana 300 lira ver, hemen acil 100 liraya ihtiyacım var” gibi gerekçelerle para istedi ki?
Tabi bunların tümünü derhal tersledik ve onlar da döne dolaşa malum adaya gittiler.
Büfe, çay bahçesi, oğluna ya da yakınına iş isteyenlerin taleplerini son derece masumane görüyorum.
Elbette onlar zaten kendilerini bilirler, temiz ve dürüst, menfaate göre değil, liyakata göre oy verenleri de bu durumun dışında tutuyorum.
Tam anlamıyla bir çıkar ve geçim kapısı oldu pek çok insan için politika.
Hele hele tam da şu sıralar birileri için hasat vakti.
Önümüzdeki süreçte o kadar çok sayıda insan milletvekili aday adaylarının sofralarında iki tek atıp kafayı bulacak ki!
O kadar çok insan “sizinle bir dakika bir şey konuşabilir miyiz” diyerek bir kenara çektiği aday adayından “sıkıntısını”(!) anlatarak sipali isteyecek ki!
Ha bir de tam bu mevsimi bekleyip, “borç para” isteme bahanesiyle adayları söğüşleyen profesyonel dolandırıcılar var, en tehlikelisi de onlar zaten.
Hadi gelin size bu gün bundan 25 yıl önce yaşadığım bir anımı anlatayım da havamız değişsin biraz?
Tam 25 yaşındayım.
O genç yaşıma rağmen Demokratik Sol Parti’nin Bursa İl Başkanlığı görevini yürütüyorum.
Daha da öncesinde DSP Yıldırım İlçe Yönetim Kurulu üyeliği ve İlçe Başkanlığı da yapmışım.
Partinin binası Çatalfırın’da o sıralar.
SHP’yle altlı üstlü aynı binada bulunuyor, arada bir de didişiyoruz.
Aylardan Ramazan, vakit de henüz öğleyi bulmamış.
Rahmetli babam hem beni de görürüm düşüncesiyle biraz da vakit geçirmek için parti binasına uğruyor.
İçeri girince bir de görüyor ki orta yaşlarda bir adam sobanın yanına oturmuş, kendisine ikram edilen çayı içmekte.
O da oturuyor yanına, selamlaşıp, tanışıyorlar.
“İl başkanını bekliyorum” diyor adam babama, “bir-iki saate kadar mutlaka gelir dediler.”
“Ee benim oğlum o” diyor babam, “ne işin vardı senin onunla?”
Adam anlatıyor:
“Ben” diyor, “kamyoncuyum. Tıp fakültesinin oralarda kamyonum krank kesti. Aracım da yüklü üstelik. Buradan Seydişehir’e geçiyordum. Ben aynı zamanda Seydişehir DSP ilçe örgütünde de başkan yardımcısıyım. Yanımda yeteri kadar para yok. Bursa İl başkanından ödünç para istemeye geldim. Kamyonumu tamir ettirip yola koyulacağım.”
“Hadi kalk sen, hemen yanına gidelim” diyor adama babam.
Kendisi oruçlu olduğu halde yolda “sen zaten seferisin” diyerek Kebapçı Cevat Usta’da bir de bir buçuk porsiyon İskender ikram ediyor.
Sağ ayağı aksayan adamla birlikte Setbaşı’ndaki işyerime gelip, masamın karşısındaki iki koltuğa oturdular.
Babam sözü fazla uzatmadı.
“Bu arkadaş kamyoncu” dedi, “aracı fakültenin orada kalmış. Tamir ettirip Seydişehir’e gidecek. Üstelik de bizim partidenmiş. Sen şimdi ona sekizyüz bin lira (Sekizyüz lira) para ver. Gidip kamyonunu tamir ettirsin.”
Bir babama bir adama baktım.
Çay kahve ikramı sırasında babama kaş göz ederek yan taraftaki odaya çağırdım:
“Baba bu adam doğru söylemiyor!..”
-Çok biliyorsun sen! Ne doğru söylemeyecekmiş? Hem ben konuştum onunla. Çok da iyi bir insan. Paranı da en geç iki gün içinde postayla gönderecek.
“Güzel babacığım, mesele para meselesi değil. Adam göz göre göre bizi enayi yerine koymaya çalışıyor.”
Baktım ki biraz daha ısrar edersem babamı kıracağım, çünkü gelene dek o kadar güzel işlemiş ve inandırmış ki onu samimi olduğuna, daha fazla konuşmanın hiç gereği yok.
“Tamam o zaman gel içeriye beni izle” diye dışarı çıkardım babamı sakince.
Geçip masama tekrar oturduktan sonra parayı kesinlikle alacağı konusunda emin olan o adama doğru dönerek, “nerede kalmıştı sizin kamyon” diye sordum?
“Fakültenin oralarda başkanım” diye yanıtladı adam.
“Tamam o zaman” dedim, “benim araba yan sokakta. Ben şimdi gidip onu alayım, kapının önüne geldiğimde korna çalarım. Siz de gelip binersiniz.”
“Yok yok başkanım” dedi panikle bu kez adam, “sizin zahmet etmenize hiç gerek yok. Hem zaten sizi partiden de bekliyorlar. İşiniz vardır. Ben kendi başıma hallederim sorun olmaz.”
“Olur mu hiç” dedim, “ben partilimi öyle yaban ellerde yalnız bırakmam. Hem benim oralarda tanıdık tamirci arkadaşlarım da var. Hep beraber gideceğiz, kamyonun arızasını halledip sizi selametle yolcu edip döneceğiz.”
Bir daha yanıt vermesine bile fırsat bırakmadan masanın üzerindeki anahtarları alarak kalkıp çıktım işyerimden.
Yeşil’de doğru kısa bir tur atıp mağazaya döndüğümde babam yalnız başına oturuyordu.
“Ne oldu babacığım” dedim?
“Valla ben de anlamadım ki! Sen buradan ayrılır ayrılmaz hemen ardından “Bir dakika, ben şuradan bir sigara alıp geleyim” diye çıktı hala da dönmedi” diye yanıtladı mahcup bir yüz ifadesiyle sorumu babam.
“Dönmez babacığım” dedim, “o adam artık hiç dönmez.”
Sonra ara ara eve geldiğinde söylerdi, “O adamı bu gün Tahtakale’de gördüm, şu gün Altıparmak’ta gördüm “ filan diye.
Babamı uzaktan gördükçe topal bacağıyla teyin gibi öyle bir kaçmaya başlarmış ki adam, yakalayabilene aşk olsun!