Bir arkadaşıma okuması için 3 kitap satın alıp yollayacağım...
Cezaevinde dışarıdan her seferinde sadece 3 adet gönderilmesine izin veriyorlarmış.
Gerçi içeride de mevcutların arasından dilediğini seçip okumasına izin varmış ancak, oradakiler başka, buradakiler başka elbette!..
Hava yağmurlu, trafik Tünel'deki tramvaydan hallice ilerliyor...
Önümde bu kente Bursa Belediye Eski Başkanı Erdem Saker'in kazandırdığı, Nilüfer Belediye Eski Başkanı Mustafa Bozbey'in de hayat nefesi üflediği Fatih Sultan Mehmet Bulvarı var...
Ee orada da kısa adı "BKM" olan Bursa Kitap Merkezi elbette...
Sağa doğru dönüyorum, dörtlü lambalarını yakıp yol kıyısına park etmiş araçlardan dolayı aynı şeyi yapabilmek ne mümkün?!.
Çaresiz, az ilerideki aralıktan giriyorum içeriye...
Silecekler yağmur tanelerini uzaklaştırmakta aciz kalıyorlar.
Sonra sağa, bir daha sağa derken, yine otomobillerin harman olduğu bir çıkmaz sokakta buluyorum kendimi, "acaba kitaplardan birini Uğur Mumcu'nun, Çıkmaz Sokak'ı mı yapsam ne"?..
Arkadan gelmek isteyenler "dat dat", önden geri geri çıkmak isteyenler "düt düt", BKM'nin sahibi Kubbettin Bingölballı'ya bir hayli söyleniyorum açıkçası!..
Kubbettin, kendisini ziyarete gelen ne kadar meşhur adam varsa tümüyle fotoğraf çektirip, "Filanca bey, Avrupa'nın en büyük kitapçısı BKM'yi ziyarete geldi" filan diye havadisler yayıyor sosyal medyadan...
Bense yağmurun da etkisiyle park yeri bulamamaktan, dahası, tamamen kitlenmiş bir trafik içinde kaderimi beklemekten başka bir şey yapamıyorum!..
Hem zaten, önemli olan boyu değil, işlevi Kubbettin!..
Gerçi BKM'nin işlevi de mükemmel, aradığın her şeyi bulabiliyorsun lakin, bir tek park yeri eksik mübareğin!
Neyse, o gün bir sonraki randevuma daha bir saate yakın süre var; bekleyen bir işi tamamlayarak değerlendirmem lazım zamanı...
İte kaka kendime bir yol bulup, istisnasız "Bursa'nın en köklü, en güzel güzel kitapçısı Ezgi'ye" doğru yollanıyorum ufaktan...
Gerçi Türkan nasıl hayatı boyunca Rüçhan Atlı ve Cihan Ünal'dan başkasına bir kere bile başrolünü oynadığı filmlerinde dudaktan öptürmemişse, en son uğradığımdan hatırlıyorum, Ezgi Kitapevi'nin sahipleri de salgın nedeniyle kitaplarını asla kimseye elletmiyorlardı arkadaş!..
Yahu, dokunmadan, koklamadan, bir iki sayfasını okumadan kitap mı alınır be!..
"Görücü usulüyle" yapılır mı böyle bir alış veriş?!.
Olsun, Yeşilçam'ın meşhurlarından Ayşen Gruda'nın bir filmde söylediği, "Annem göster ama elletme dedi" repliğine mecburen uyacağız biz de çaresiz!..
Aracı hemen ön tarafa kolayca park ettikten sonra "joker hakkımı kullanayım bari" diyorum ve Ortadoğu ve balkonların en iyi okurlarından, ünlü yazar, düşünür ve de söylenir Can Ertan'ı arayarak, daha önce yoklanmışlardan "görücü usulüne" uygun bazı öneriler istiyorum?
Tahmin ettiğim gibi, Nisan ayının bu ilk günlerinin anlamına uygun ilk tavsiye geliyor Can'dan:
"Kuyucaklı Yusuf'u al..."
Hey gidi Sebahattin Ali, bu toprakların yetiştirdiği, Türkçeyi en iyi kullanan edebiyatçıların en halkçılarından, en hümanistlerinden, en romantiklerinden, isminde haksız bir şekilde "halk" olan bir partinin azgın yöneticileri tarafından önce zindanlarda çürütülen, işinden gücünden ettikten sonra, ardından da bir tetikçilerine kahpece öldürtülen cânım Sabahattin Ali...
Rıfat Ilgaz'ın, Aziz Nesin'in has arkadaşı Sabahattin Ali...
O genç yaşına rağmen ne çok eser, ne çok yaşanmışlık, ne de çok duygu bıraktın geride "koca tereslere" kapak yapar gibi!..
Ah Sabahattin Ali!..
İç yangısı Sabahattin Ali...
Çok genç yaşlarımda okuduğum İnce Memed'lerden sonra yazdıklarından ötürü Yaşar Kemal'i pek sevemedim!
Sanki eskiden hasbelkader Nurhak Dağları'nda bulunup da tüm ömrü boyunca bunun rantını yemiş eski ama çok eski solcuların mirasyedi tavrını sezdim O'nda hep!
Yaşar Kemal'in İnce Memed serisinden sonra yazdığı ikinci romanını önerdi bu kez de Can Ertan...
Şöyle biraz okuyup da "aynı suda bir kez daha yıkanmak istemediğimden" olsa gerek, biraz da benzer konuların sakız gibi çiğnenip durulmasından sıkılıp, bir kenara bırakıvermiştim "Teneke'yi"!
Gelin görün ki Can'ı kırmak ne mümkün!
"Tamam" dedim, "bu kadar yeter! Bu gazla buradan şimdi Dostoyevski'ye geçiverirsin şimdi sen"!..
Aynen öyle yapınca Can, bundan 20 küsur yıl önce ilk okuduğumda çarpıldığım, sonra her okuyuşumda ayrı bir keyf aldığım İrvin Yalom'un, "Nietzsche Ağladığında" isimli romanında karar kıldım devamında...
"O'nu anlamaz" dedi, "ağır gelir"!..
"Len bunu anlamayacak da Rus klasiklerini mi anlayacak, yürü git" dedim?!.
Gülüştük...
Ooo!
Ezgi Kitapevi'nde güller açmış, eski günlerine geri dönülmüş meğerse!..
İçeride insanlar mesafe kurallarına uyarak hem kahvelerini yudumluyorlar, hem de satın almayı düşündükleri kitapları inceliyorlar...
Masif rafların bin bir çeşit kitabı koyunlarına almaları sonucu oluşan görüntü insanda sanki "cennete gelinmiş" hissi uyandırıyor.
En büyük değil ama Bursa'nın en güzel, en özel kitapçısıdır Ezgi.
Eskiden olduğu gibi hareketli ve okurlarını kitaplarla koklaştırarak tanıştıran tarzına yeniden kavuştuğuna çok sevindim.
Oysa benim buna pek zamanım yoktu artık.
Oradan ayrılıp diğer randevuma yetişmem gerekiyordu.
İşte o an, bir güne bu kadar keyif ve mutluluğun sığdırılabileceğini nereden bilebilirdim ki?
Özel kalemdeki kız, "Başkanımız sizi Mümine Şeremet Kütüphanesi'nin bulunduğu yerdeki çalışma ofisinde misafir edecek" dediğinde hiç anlamamıştım nereyi kast etiğini?
"Mümine Şeremet Kütüphanesi efendim..."
-Hıı! Nerede bu?
"Hani Yıldırım Belediyesi'nin ana binası var ya efendim?.."
-Evet?
"Onun az altında kentsel dönüşüm organizasyonları için inşa edilen bir ek hizmet binası var ya?.."
-Evet?
"İşte onun birinci katı efendim..."
-Hıı! Teşekkür ederim.
Cıvıl cıvıl genç insan kaynıyordu her yer...
İki randevu arasında dışarıda az beklerken, ışığın kelebekleri çektiği gibi, ayaklarım ister istemez beni daha şimdiden arı kovanı gibi işleyen o kapıya doğru götürdü...
Kendimi masal kahramanı Alis gibi hissetim, bir sihir diyarındaydım sanki!..
İçeride son derece modern, insanın içini açan muhteşem bir mimari tasarımın eserleri ve sosyal mesafe kurallarına göre teknik donanımlı masalarında oturmuş ders çalışan, kitap okuyan ya da araştırma yapan çocuklar vardı...
Derin bir sessizlik ortamında raflarda yerlerini alan her tondan binlerce kitap aydınlanmak isteyen insanları hasretle bekliyordu orada...
Her konumdan kolayca ulaşmaya çok uygun bir mevkideydi Mümine Şeremet Kütüphanesi.
Bursaray'ın, Davutdede Durağı'nda inen herkes 300metre sonra oradaydı.
Bünyesinde, 288 kişilik kütüphane alanının yanı sıra, seminer salonu, bilgisayar eğitim laboratuvarı, grup çalışma odaları ve kafeteryanın bulunduğu bu kültür merkezinde gelen misafirlere çay çorba ikramı da yapılıyordu aynı zamanda...
Yıllar yılı büyük göçlerle sıkışan Bursa'nın, Yıldırım İlçesi'nin birinci sınıf kentler arasına doğru hızla yol alışının muştusuydu bu proje.
Sloganıysa, "Uyumayan kütüphaneydi"!..
Haftada 7 gün, 24 saat hizmet verecekti.
Sadece Yıldırım'ın değil, tüm Bursa'nın yıldızı olmaya adaydı.
Banisi Mümine Hanım, arzuladığı hayır işini başka bir yere değil, gençlerin aydınlık yarınları için kullanmayı tercih etmişti.
Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz'la oluşturdukları dostluk sonucu işte böyle bir eser çıkmıştı ortaya:
"Tam 1250 metrekarelik bir kültür merkezi ve dev bir kütüphane."
Başkan Oktay Yılmaz'ı aydınlık yüzlü, dingin, azimli ve Yıldırım için bundan sonrasında dört nala koşmaya hazırlanan bir "Ahal Teke" gibi enerjik gördüm.
"Ahal Teke" ne mi?
Ahal Teke bir Türkmen atıdır.
Bilim adamları Ahal Teke'yi, bundan üç bin yıl önce insanlar tarafından evcilleştirilmiş ilk at türü olarak kabul ederler.
Orta Asya'da Türk halkları arasında özellikle Türkmenistan'da yaygındır.
Ahal Teke'nin adı Manas ve Dede Korkut gibi Türk destanlarında geçer ve ismi de Türkmenistan'ın Ahal vilayetinde yaşayan Teke Türkmenlerinden gelir.
Dik bir duruşu, uzun ince bir boynu, eğimli omzu, uzun bir sırtı ve bacakları vardır.
Yelesi yumuşak ve azdır.
Kulakları diğer atlardan uzun ve hafif orak şeklindedir.
Çoğu Ahal Teke'nin gözlerinin etrafı siyah olduğu için badem şeklinde görünür.
Vücudu daima hafif metalik parlar.
Kılları çok ince ve yumuşaktır.
Davranışları çok rahat ve esnektir.
Hüner ve eğitim gösterilerinde diğer türlerin zorlandığı en güç hareketleri kolayca başarır.
Cesur, zeki, duygusal ve bazen de inatçıdır, sezgileri güçlüdür, sahibine daima çok bağlıdır, hatta tek biniciye alışık olurlar ve onun en ufak imalarını bile hemen algılayabilirler.
Sessiz, sakin başladı Oktay Yılmaz vazifeye ancak, daha sonra derinden derine müthiş bir ivme kazanarak özellikle kimilerinin yaptığı gibi çakma değil, "gerçek kentsel dönüşüm uygulamalarıyla" pek yakında Bursa'ya damga vuracak gibi görünüyor.
Mümine Şeremet Kütüphanesi gibi müthiş bir hizmeti kentimize kazandırdığı için kendisini kutluyorum.
Mutlaka siz de gidip, görün.
Eminim, benim gibi kıvanıp mutlu olacaksınız.
NOT: Bu arada, sonradan öğrendim, BKM'nin hemen yan tarafındaki kapıdan girince, yer altında çok büyük bir otopark varmış...
Ah be Kubbettin, gelen gidenle fotoğraf çektirip duracağına yazdırsana oraya da bir tabela "1 gelene 3 otopark bedava" filan diye!..