Yazarlar

Our boys

post-img
"Ben bu her şeye karşı olan kesimi bir türlü anlayamıyorum" diyor telefonda Bursalı Sanayici Hüseyin Akdemir dostum; "elektrikli otomobile de karşı çıktılar ya... Pes doğrusu, pes! Her iş hayal etmekle, düş kurmakla başlar. Nasıl bilmez bu durumu o insanlar?.." "Gerçekten de iflah olmaz bunlar! Durumları kroniktir ve tedaviye de asla yanıt vermezler. Bir takım sanrılar içerisinde gelir geçer hayatları. Önümüzdeki hafta Çarşamba günü hayallerindeki devrimin gerçekleşeceğini düşünenler çıkar aralarında! Oysa ne Çarşambalar, ne sonbaharlar gelir geçer, bunlar vazgeçmezler her şeye muhalif olmaktan! Köprünün gelirinin satılmasına karşıdırlar mesela; elde edilecek parayla yenisinin inşa edilecek olmasına kafaları basmaz bir türlü. Esasında yeni köprüye de hatta, ondan sonra yapılacak olanlara da karşıdırlar! Marmaray, Avrasya Tüneli, Osmangazi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü birer tabudur onlar için; mutlaka ama mutlaka bir kulp bulurlar. Binlerce kilometre oto yol, yüzlerce kilometre tünel, yüzlerce viyadük, köprülü kavşak gereksizdir. Suriye'ye girilmesine de karşıdırlar, Kuzey Irak'a harekat düzenlenmesine de... Hele hele Libya'ya asker göndermek asla kabul edilecek bir durum değildir. Çanakkale'de, Salda Gölü'nde milli park ya da çevre düzenlemesi yapmak, vatan hainliğiyle eşdeğerdir onlar için. Korkunç derece pesimisttirler. Ülke bu gün batmadıysa eğer, mutlaka yarından sonra batacaktır! Yerli otomobil girişimini hafife alırlar. Hidro elektrik santralleri, rüzgar tribünleri, nükleer santral hele hele altın üretimi en büyük kabuslarıdır. Ömrü boyunca bir tek dikili ağacı olmayanlar bizde "çevrecilik" yaparak kendilerine kimlik bulur! Oysa o kadar cahildir ki pek çoğu, ormanları dünyanın akciğeri sanırlar! Halbuki yeryüzündeki oksijenin sadece yüzde 20 kadarı, yeryüzündeki bitkiler tarafından üretilir! Geriye kalan yüzde 80'iyse okyanuslardaki adına "algler" denilen deniz yosunları tarafından salınır doğaya. Şimdi gelelim şu "Kanal İstanbul" meselesine... Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin süresinin sadece 20 yıl olduğunu, 1936'da imzalanan metnin aslında 1956 senesinde son bulduğunu, Türkiye'nin 2 yıl öncesinden bu durumu taraflara duyurmak şartıyla sözleşmeye son verebileceğini, ancak devletimizin -bir vakte kadar- böyle devam edilmesine göz yumduğunu da bilmezler! Sözleşmenin sadece 1'nci maddesi süresizdir ve taraflara ait gemilerin boğazlardan özgürce geçebileceğini garanti eder. Aslında 64 senedir münfesih olan diğer maddelerse bu özgürlüğün sınırlarını, koşullarını ve ücretini tayin eder. Yani Türkiye, Kanal İstanbul yapıldıktan sonra aynen Eskihisar-Topçular arabalı vapur hattıyla, Osmangazi Köprüsü'nün geçiş ücretleri nasıl birbirinden farklıysa, İstanbul Boğazı'ndan Karadeniz'e ulaşımı caydırmak için çok yüksek bir bedel, Kanal İstanbul'dansa daha düşük bir ücret isteyebilir. Kaldı ki, sözleşmenin Ek 1'nci maddesine göre geçecek gemiler sahip oldukları tonaj başına "altın Fransız Frank'ı" ödemek durumundalar! Bu rakam 1982 yılında darbeci paşalar tarafından her nasılsa dövize çevrilmiş ki, bu işten her sene gelir kaybımız 2 buçuk milyar dolar! Devletimizin henüz ortaya döküp, tartışmaya açmadığı uluslararası hususlar olabilir; bunu da siyasetçisiyle, bürokratıyla, teknokratıyla ülkemizi yönetenler bilebilir ancak." Demişim "Kanal İstanbul'un ardındaki sır" başlıklı yazımın ilk bölümünde... Şimdi aynılarını yine diyorum lakin, ilaveten kısaca bir-iki şey daha söylemek istiyorum: 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi Paul Henze askeri müdahaleyi haber alırken, bilgiyi ulaştıran buradaki diplomatın O'na "The boys in Ankara did it" dediği, geçmişte yayınlanan kamera kayıtlarıyla da ortaya çıktı. Bu ifade medyaya "Our boys" şeklinde yansısa da ifade tam olarak yukarıdaki gibidir, merak eden Mehmet Ali Birant tarafından yapılan programın bu bölümünü YouTube'da "CIA Şefi Paul Henze 12 Eylül Darbesini Anlatıyor | 1997 | 32.Gün Arşivi" araması yaparak izleyebilir. "The boys in Ankara did it" lafı asıl gerçeği saklamak isteyen birileri tarafından "Ankara'dakiler başardı" şeklinde tercüme edilmeye çalışılsa da cümlede geçen "boy" lafı her şeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya yetiyor da artıyor bile! Sözünü ettiğim gerçek bu "oğlanların Amerika'nın çocukları olduğu" yönündedir! Kaba etindeki kılları bile ağarmış Kenan Evren'in neresi "boy" olacak?!. "Boy" yerine "adamlar" denilebilirdi, "generaller" ya da "askerler" denilebilirdi, niye "boy"? Konu çok açık ve net... Onların yetiştirmeleridir de ondan! Her nasılsa hala da öyle... Amerika'nın rahle-i tedrisinden geçmeden, oradan çeşitli nişanlar almadan bu gün hiçbir subay üst düzey görevlere getirilmiyor! Ya kadrosuzluktan ya da yaş haddinden emekli ediliyorlar onca çileye, onca emeğe rağmen! "Nato'ya hizmet" görüntüsü altında Amerikan çıkarlarına göre hareket edenler yükseliyor ne yazık ki ordumuzda. Mesela ben Milli Savunma Bakanı Hulisi Akar'a, Genelkurmay Başkanı olmadan 6 ay önce "Amerikan Yüksek Liyakat Nişanı" verilmesinin sebebini hep merak etmişimdir? ABD Savunma Bakanlığı bu madalyanın Hulisi Akar'a "Nato'ya sıra dışı katkıları nedeniyle verildiğini" açıklamıştı. Neydi ki acaba o katkılar? Madalyayı takan da kimdi hatırlar mısınız? 4 Temmuz 2003'de Süleymaniye'de Türk askerinin başına çuval geçiren birliğin komutanı General Ray Odierno!.. İçimdeki sezi emekli amirallere "Boğazlar Sözleşmesini" gerekçe göstererek son açıklamayı yaptıranın, Amerika kontrolündeki FETÖ olduğunu söylüyor! Aklıma ABD Başkanı Biden'ın S 400'leri gerekçe göstererek, "Bunun Türkiye'ye ciddi yaptırımları olacak" şeklindeki sözleri geliyor... Uçak gemisi eşliğinde Adalar Denizi'nde İsrail ve Yunanistan'la birlikte fink atan Amerikan donanmasını düşünüyorum... Ve içi dışı habis bir ur gibi ABD üsleriyle kaplı Türkiye'yi... Sınırımızın hemen ötesinde yine Amerika tarafından Guam Adası'nda eğitilmiş on binlerce Kürt teröristi... Ukrayna'yla oyalanan, gücü ve dikkati başka yöne çekilen Rusya'yı... Zihnime "our boys" lafı düşüyor!.. Ve babamın, "Oğlum, köpek b.k yemekten vazgeçmez" lafı dolaşıyor beynimde! Meslektaşım Cennet Cankılıç'ın dün sosyal medyadan paylaştığı "Sarı Basın Kartı gazetecilerin aşı sıralamasında meslektaşlarımın genelinin aksine Sinovac da karar kıldığıma ve Çin aşısını sol koluma yaptırdığıma göre ben solcu olmalıymışım. Zaten devir değişti. Sağcılar Çin ve Rusya'ya, solcular da AB ve Amerika'ya kaydı" lafı da kortejdeki yerini alıyor! Emekli amirallerin bu sürpriz açıklaması aynen bir işaret fişeği gibi sanki... Cennet'in deyişiyle, başka birileri de birilerine fena kayacak ama acaba kim, kime?!. Gittikçe daha da zor günler yaşayacağız gibi...

Diğer Haberler