Bursa'nın en eski lezzet duraklarından biri olan Ulus Pastanesi'nde çok güzel yaparlardı, üzeri pudra şekeriyle süslenmiş, elmalı, tarçınlı pastayı.
Yanına doğru yaklaştığınızda burnunuzdan itibaren sizi tahrik eden rayihası bile bir ön sevişmeydi adeta!
Osmanlıcadaki deyişiyle sanki "ayn-ı lezzet-i sefihane" ile karşı karşıyasınızdır artık...
Pastanenin kadim mönüsünde yer alan kara dut şurubundan bir gıdım almakla başlar her şey...
İlk ısırığı kopardığınızda burnunuzun ucunu beyaza boyayan pudra şekeri yanık bir aşkın ilk tınılarını kaydeder beyninizin korteksine...
Ve orada on binlerce yıl boyunca oluşmuş Dionysos kültüründen gelen şekerin farklı bir yansımasıyla karşılaşır tüm belleğiniz.
Baharat ve busenin en anlamlı kavuşmasını deneyimlersiniz elma ve tarçının o muhteşem kucaklaşmasında...
Damağınızda raks eden, vanilya eşliğinde pişmiş unun tadına doyulmaz lezzeti sizi Nirvana'ya ulaştırmış, en yüksek ruh haline erişmişsinizdir artık.
Her şey "pudra şekeriyle" başlamıştır.
Pudra şekerinin tadını alan iflah etmez artık!
Ya vezir olacaktır ya da rezil!
Siz sanıyor musunuz ki pudra şekerciler sadece bu iktidar döneminde var oldular?
DSP'nin Bursa'da yerel yönetimleri silme aldığı dönemin devamında 100 dolara, 200 dolara belediyelerde iş takibi yapan meclis üyeleri tanıyorum ben!
Doğruyol'un devr-i iktidarında, merhum Erhan Keleşoğlu'nun, "Müteahhitlere verdiğimiz işin yüzde 4'ünü partiye gönderiyoruz" yollu itirafı, bu memlekette her zaman pudra şekeri sevenlerin var olduğunun açık bir ifadesidir işte!
Gelin görün ki çok çok daha beteri yaşandı bu ülke ve kentte biliyor musunuz?
Hem de çok beteri!
Anavatan, Demokratik Sol ve Demokrat Türkiye Partisi'nin oluşturduğu 55'nci koalisyon hükümeti dönemi...
Süleyman Demirel, Tansu yerine kabineyi kurma görevini Mesut Yılmaz'a vermiş...
Bu hükümet zamanında 17 Ağustos 1999 Depremini yaşıyor ülke...
Sabaha karşı 3'ü birkaç dakika geçince kaynamaya başlıyor Marmara'da toprak...
Ankara'dan, İzmir'e kadar herkes yaşanan sarsıntıyı dehşet içinde hissediyor...
Devletin resmi raporlarına göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma gerçekleşiyor.
Tam 505 kişi de sakat kalıyor.
Yaklaşık 285.000 ev, 43.000 iş yeri yıkıntı halinde...
Öte yandan resmi olmayan bilgilere göreyse 50 bin ölü, 100 bine yakın yaralıdır asıl rakam.
Ayrıca 134 bin bina çökmüş, hemen hemen 600 bin kişi evsiz kalmıştır.
Peki o dönem 31 Mayıs 1999'dan, 8 Ağustos 2002'ye kadar bu ülkenin Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı makamını işgal eden Yaşar Okuyan'ı tanır mısınız?
Gençler biraz öğrensin bakalım:
Aslen Çayeli, Rize'den gelip, Yalova'ya yerleşen bir ailenin çocuğu olarak doğdu Yaşar.
Yalova'nın il olmasından sonra 20'nci dönemde de ilk kez milletvekili yapıldı.
Aktif siyasete 1970'li yılların başında MHP'de başladı bu adam.
Dini ve milli değerlerine bağlı, sözde ülkücü biriydi.
O yıllarda Türkiye Komünist Partili olan kardeşi Arif Okuyan, "Faşist bir ağabeyim olduğu için utanıyorum" diyecek, soyadını da Rusya'da yaşanan "Ekim Devrimi'ne" gönderme olarak "Arif Ekim" yapacaktı!..
ANAP'ta sürekli Ülkücü geçmişiyle anıldı bu ne Yaşar ne yaşamaz.
Mesut Yılmaz'la ters düşüp, ANAP'tan ayrılmasının ardından eski partisi MHP'ye "girdi-çıktı" yaptı!..
"Yeni bir parti kuracak" denilirken, politika kulislerinde "cin tonik" lakabıyla anılan Hüsamettin Cindoruk'un kurduğu Demokrat Türkiye Partisi'ne geçti.
DTP'nin tarihe karışmasının ardından siyasi ikbalini Cumhuriyet mitinglerinde aradı.
Devamında Yaşar Nuri Öztürk'ün kurduğu Halkın Yükselişi Partisi'ne katılsa da oradan da ihraç edildi!
O'na memlekette parti mi yoktu?
Siyaset sahnelerinin "orta oyuncusu" Doğu Perinçek'in Vatan Partisi'ne iştirak etti ardından...
Oysa O'nun derdi hiçbir vakit "vatan" filan olmamıştı az sonra tüm çıplaklığıyla anlayacağınız gibi!
Şimdi bir "karakter", yeni bir "yaşam formu" daha sunuyorum ekrana:
ANAP Bursa Gençlik Kolları'nda sivrilen, daha doğrusu yuvarlanan, genç irisi obez bir oğlandı bu!..
Dünyaya şişe dibi gözlüklerinin ardından bakarken her şeyin üzerinde "dolar işareti" görürdü!
Bu gün hangi parti büyüğümüzden bir "300-500" koparsam diye uyanır, akşam yarınki hasılatı düşlerinde tasarlamak üzere istihareye yatardı!
Özellikle Ankara'daki ensesi kalınlara yalakalık yapmak, onları kestane şekeri olsun, havlu, Gemlik zeytini olsun götürerek kafalamak en büyük uzmanlık alanıydı!
O devirlerde sosyal medya icat edilseydi eğer, ABD Başkanı Biden'le bile fotoğraflarını görebilirdiniz, hiç kuşkunuz olmasın!
Parti kongrelerinde şakşakçılığını yaptığı, oraya götürdüğü gençlere alkışlattığı isimlerden biri de bu Yaşar Okuyan'dı!..
Artık vakti gelmek üzereydi...
Bedelli askerliğin çıkacağı söylentileri dolaşmaktaydı ortada.
Türk ordusunda adam gibi vatani görevini yapmak gibi bir düşüncesi asla yoktu bu çocuğun!
Lakin, cepte birikmiş parası da yoktu!
"Nerede beleş, oraya yerleşti" hayat felsefesi!
Arada bir belki derdine derman olur diye Yaşar Okuyan'a sokuluyor, Yaşar'sa buna bir türlü dokunamıyordu...
Beklenen fırsat 17 Ağustos depremiyle birlikte geldi...
Yüzbinlerce depremzede için geçici konutlar inşa edilmişti...
Edilmişti de bu insanlar akşam olduğunda nerede yatacaklardı?
Bir gün Yaşar Okuyan dönemin hampacısı bu oğlanı çağırdı!..
"Bana bak" dedi, "geçici deprem konutlarına binlerce ranza lazım. Bu işi sana verdim. Git bul, parayı kap"!..
Bundan sonrası çocuk oyuncağıydı artık!
Bedelli askerlik için ödenecek para çıktığı gibi yanına pudra şekeri, Havai tatili, Kıbrıs'ta kumar, Adana'da mumbar gibi ekstra bonuslar da kar kalmıştı!
Bu ülkenin hainleri kadar pudra şekercileri de çok sevgili okur...
Bunlardan her zaman oldu, bundan sonra da olacak...
Ancak yüzbinlerce insanın acısından kendine fayda ve kar sağlamayı düşünüp de bunu gerçekleştirenler son yıllarda pek fazla görülmemişti!
Bu tipler şimdilerde tarihin çöplüğünde kokuşmuş birer yaşam formu olarak kendi kazdıkları mezarlarında çürüyüp duruyorlar.
Horozlarla, tavuklarla fatura işlerine girdiklerini işitiyorum!
Bu günleri anlayabilmek için düne de bakmak durumundayız.
Yarınlar ancak böyle aydınlanabilir.
Kalın sağlıcakla...