Bir daha mecbur kalmazsam eğer, İnegöl'den geçerken "Orhan'da" köfte yemeyeceğim!..
Her ikisini kıyaslayınca ilk kez anladım ne kadar kötü olduğunu.
Lastik gibi, meğerse aslında hiç de tercih edilmeyecek türdenmiş Orhan'ın köftesi.
Üstelik de iki porsiyon, tek kişilik piyaz, bir ayran, sadece bir adet Mustafakemalpaşa tatlısı 100 küsur lira!..
Köfte mi yiyorsun kazık mı belli değil!
İçine "soya sosu" katıldığı iddialarının ardından "Köfteci Yusuf'a" karşı soğuk ve mesafeliydim.
Hatta, milletin dükkanlarını neden tıklım tıklım doldurduğunu bir türlü anlayamaz, şaşardım bu duruma?!.
Geçen hafta bir davet üzerine gittiğim Nilüfer Nikah Evi'nin altındaki Yusuf'ta o nefis köfteleri yiyince anladım aradaki farkı.
Yusuf'unkiler, Orhan'ınkilere bin basar da yirmiye katlar vallahi!..
Üstelik de dört kişilik hesap 50 lira bandında olur mu abi ya?!.
Aslında köfteyi asıl Yenişehir'de yiyeceksin...
Ve muhtemelen İnegöl köftesi de Yenişehir menşeli!..
Biliyorsunuz Bursa-Eskişehir-Ankara otoyolu önce Yenişehir ve Bilecik üzerinden planlanmış.
Sonra siyasi bir dokunuşla İnegöl'e kaydırılmış proje.
İşte onun için de İnegöl ihya olup, Yenişehir sapada kalmış.
Bilinenin aksine Osmanlı'nın ilk başkenti Yenişehir'dir.
Ve çeyrek yüzyıla yakın süre beyliğin merkezi olmuştur orası.
İlçeye varırken Marmaracık Köyü'nde durun, hemen sağda köprünün üzerinde bir köfteci var ki, kulakları çınlasın Avukat Recep Acar sayesinde öğrendim orayı, parmaklarınızı yersiniz parmaklarınızı!..
Yine bir diğer hukukçu, Avukat Halil Ağa'nın konuğu olarak gittiğim Yenişehir'deki Ömür Köftecisi'nin ürünlerini tüketirken bu kez kolunuzdan olursunuz!
Devamında, Yeni Marmara Gazetesi'nin her bi şeysi sevgili Mustafa Efe'nin davetiyle tanıdığım, ilçe halinde, Şato 79 Kasabı'nın yanındaki Güleç Izgara'nın köfteleri Orhan'ı sekize böler, bindelik sayılara ayrıştırarak kare kökünü alır yeminle!..
Yemek bir kültürdür...
Kimileri sadece doymak için yer, kimileriyse ruhunu da besler çiğnerken...
Hazır söz gastronomiden açılmışken bu gün, Kent Meydanı'ndaki Divan Lokantası ve aşçılarını da anmadan geçemeyeceğim...
Otobüs terminali o bölgeden taşınınca kapanır sanmıştım...
Ne gezer!
Sahip olduğu mutfak kültürü sayesinde daha da ünlendi Divan Lokantası...
İnsan beyni "iki şeyi" unutmaz:
"Koku ve damak tadı."
Sürekli güzel kokana gitmek, hatırladığı lezzetleri yeniden tatmak ister!..
Abi, bir "tas kebabı" bu kadar mı güzel yapılır be ya?!.
Kebabı "defne yapraklarıyla" taçlandıran aşçı bu devirde nerede kaldı Allah aşkına?
Yanında üzerindeki helva kıvamındaki nohutla bir pirinç pilavı bu kadar mı nefis olur?!.
Peki ya o muhteşem vişne kompostosunun lezzeti unutulur mu hiç?
Sık sık uğrarım Divan Lokantası'na...
İlaveten, favori yiyeceklerim zeytin yağlı bamya ve ciğer sarmadır.
Hele hele o ciğer sarmanın içindeki bir tutam tarçının belli belirsiz kokusu, yemeğe ayrı bir kişilik katan çam fıstığının lezzeti insanı mest eder.
Eğer uğrarsanız garsondan ekmek yerine "soslu" isteyin; salça ve tereyağında şenlenmiş Kayhan pidesini o haliyle başka hiç bir yerde tatma imkanınız yok.
Barış Manço'nun seslendirdiği "Yine yol göründü gurbete" isimli parça eşliğinde kısa bir süre "kazıklanmak için oturduğumuz" Köfteci Orhan'dan çıkıp, Bozüyük'e doğru ilerliyoruz...
"Gurbet" dediğime bakmayın, amacımız yaz mevsiminden geriye kalan birkaç sıcak günü daha değerlendirebilmek...
Burdur'un, Ağlasun İlçesi'nde bulunan Sagalassos antik kenti Kabe gibidir bizim için.
Antalya tarafına her gidişimizde mutlaka uğrayıp bir tavaf ederiz orayı.
Bu kez uzun yolu ikiye bölüp, tarihi bölgeye dört kilometre mesafede bulunan "Sagalassos Lodge Spa Otel'de bir gece konaklayalım" diyoruz...
Müthiş bir enerjisi var oranın.
Kimileri zaman zaman dünyandaki şakra alanlarından sayılan Şirince'ye gidip, "kıyametin gelmesini" filan bekliyorlar ya hani?
Sagalossos'a gidin abi, "kıyametin kopmasına daha 2 milyar yıl olduğunu" hissedip, rahatlayacaksınız!..
Sauna, Türk hamamı ve buhar odalarıyla birlikte otelin biri açık, diğeri kapalı iki havuzu var.
Havuzlar kışın ısıtılıyor...
Ve kullanılan su hemen yukarıdaki dağın yamacından, kar sularının erimesiyle oluşan yer altı göllerinden geliyor.
O suya dokunmak bile size bin yıllar öncesinden Sagalossos'ta da vücut bulan Dionysos'un yaşam enerjisini iletmeye yetiyor da artıyor bile.
Hem kısa bir kültür, hem tatil, hem de doğa gezisi için ailece bir hafta sonu tercih edilebilecek şirin ve kaliteli bir otel Sagalassos Lodge Spa...
Ve bir not daha:
Şimdiye dek hiçbir konaklama tesisinin yatağında bu kadar rahat uyuyup, bol oksijenden dolayı erkenden dinlenerek, sabahın köründe ayağa kalkmamıştım!..
Ertesi gün Burdur'da arkeoloji ve doğa tarihi müzelerini gezmek bu seyahati kaymaklı kabak tatlısıyla şenlendirmek kadar muhteşem oldu bizim için.
Tarih anlatılmaz, yaşanır!
Gidin, siz de hissedin.
Ve yazın son günlerinden birkaç günü daha çalacağımız Antalya'ya doğru yol alıyoruz daha sonra...
Bu bölgede en çok sevdiğim yer Çıralı sahili...
Yan taraftaki Olympos Koyu'na daha çok bitli turistler geliyor.
Çıralı'nın enerjisi de müthiştir mesela.
Deniz "süt helvası" kıvamında...
Ana rahmi gibi, ılık ve güvenli.
Akdeniz akşamlarının en güzel yanıysa benim için, sahildeki sürekli gittiğimiz restoranın mutfağında ızgarada pişirilmiş olta levreği, yanında yeşil salatası, taze körpe rokasıyla o muhteşem mönüyü tatmak.
Ee balık ağlar tabi yalnız kalırsa!
İçinde Emir, Narince ve Sultaniye üzümlerinin neşeyle raks ettiği Kavaklıdere, Çankaya Beyaz Şarabını da ekliyoruz yol arkadaşlığı etmesi için yanına...
Lokantanın yöneticisi Faruk Karabacak Bey büyük bir misafirperverlik örneği göstererek ağırlıyor yine bizi.
Denizden tatlı bir rüzgar esiyor...
Olgun Malatya kayısısı renginde ay akşamdan doğuyor...
Fonda bir Lili Marleen şarkısı...
Ve masada yanan mumun ışığı geçmişi tüm çıplaklığıyla aydınlatıyor...